12 Kasım 2008 Çarşamba

Bir asansörde dördü de bornozlu iki kadın, iki adam!

İçine mayo da koydukları çantalarını akşamdan, hafta sonu için hazırlayan iki kardeş, erken saatte kapıyı sessizce çeker çıkarlar, hedef Gönen!

Üniversiteden servisle çıkıp, öğrenci kasabası Görükle'den aldıkları öğrencilerle ara terminale ulaşan "abla" ve ortanca kız kardeşi 10 dakikada gelen otobüsün, bilmediklerinden "rotayı tanıyalım" diyerek en önden aldıkları iki koltuğuna yerleşirler. Karacabey'e dek bildik rota çatallanan yolla Bandırma yönüne sapar, Gönen'e dek de bilmedik bir manzara görülmez. Mola dahil, 2.5 saatte ulaştıkları Gönen, beklediklerinden çok daha yeşil, güzel bir kasaba…

Kız kardeşler, çantalarını yüklenir, organizasyonu gerçekleştiren Gönen'li arkadaşlarının ismini verdiği otele yollanırlar. Günışığının ısıttığı, yapraklarının yarısı -yumuşacık- yerde, yüksek ağaçlı parka girerler; önünden okul çıkışı gençlerin kıkırdaşarak geçtikleri simitçiden simit alıp yerleştikleri banka, iki kolu dirsekten destekli bastonlarıyla, üst üste iki uzun hırka giymiş, uzun pazen eteği altında birkaç kat çoraplı, başını sıkıca sarmış yaşlı bir kadın gelir, bastonlarına bağladığı naylon torbalarını hışırdatarak zorlukla yerleşir. Nereden geldiklerini öğrendiği "abla" ile kardeşine, "ben aslında burada doğdum, köyde" diye anlatır, "51'de buralar yıkılınca, 17'mdeydim İstanbul'a gittik, 10 sene Beyoğlu'nda oturduk, sonra Hasköy'de bir gecekondu yaptık, tam 45 sene orada oturduk, şimdi buraya kaplıcaya geliyorum, ama Belediye kapattı havuzu, eskiden 500 bin liraya giriyorduk, şimdi oldu 4 milyon…"

Banyolar Caddesi'nde ters yöne giden, avuç içi kadar yerde -neredeyse- kaybolmayı beceren kardeşler, sonunda araçlara kapalı, sağlı sollu pansiyonların sıralandığı tertemiz ağaçlı yolu tersine kat edip otele ulaşırlar: Geniş bir bahçeye yayılmış, ikisi tünelle bağlı, birkaç kat katlı dört otelden oluşan kompleks, beklediklerinden çok daha güzel!

Onları, İstanbul'dan geleceklerle, kendilerine ayrılan 4 odadan birine yerleştirirken, kaplıca görgülerinin sıfır düzeyinde seyrettiğini anlayan görevli, "abla" ve ortanca kız kardeşine birer bornoz getirmek üzere ayrılır. Balkondan, arkadaki bakımlı bahçe içinde biri büyük soğuk, diğeri daha ufak sıcak su havuzlarına hayranlıkla bakınırlarken, mayoları üzerine giydikleri bornozlar yetişir, kardeşler keşfe çıkarlar.

Asansörle indikleri -1 katında, biri açık havuza, diğeri öteki otele ulaşan birer tünel, tam teşekküllü bir fizyoterapi koridoru, ayakkabı boya, berber dükkânları, havlu-bornoz dikiş atölyesi ve kardeşlerin kaybolduklarını anlayıp onları doğru girişe yönlendiren görevlinin gösterdiği, havuzların bulunduğu termal havuzlar koridoru var. "Öğleden sonra hanımlara" havuzun girişinde "tok girmeyin, 1.5-2 bardak su için, 15 dakikayı aşmayın, bone kullanın, duş alın" talimatlarını okuyup girdikleri havuz girişi odadaki iki hanımdan aldıkları tüyo; "Aslanlı havuzda Azerî bir masajcı var, sabah saatinde tenha oluyor, masajı çok iyi, ismini söyleyerek arayın…" Vücut sıcaklığından az daha sıcak havuzda, bir süre ağır hareketlerle salınan kardeşler, bornozlarına sarınıp ulaştıkları asansöre binerken, kapıdaki plastik hasır örme sandalyede dinlenen yaşlı amca ile refâkatçısı oğlu/damadı orta yaşlı adamın, "rahatsız etmeyelim?" diyerek izinle içeri girmeleriyle oluşan, "abla"yı içinden pek eğlendiren, fantastik manzara; bir asansörde dördü de bornozlu iki kadın, iki adam!

"Abla" ile ortanca, banyo rehavetiyle konforlu odalarının keyfini sürerken, İstanbul yolcularının gelişiyle kadro tamamlanır. Akşam yemeği, gruptan neşeli hanımların katılımıyla canlanan canlı müzik eşliğinde yendikten sonra, ışıl ışıl gece Gönen manzarası için, zamanında şarkıcı kız kardeşler Meral Zuhâl İkilisi'nin şarkı söylediği otelin terasına çıkarlar.

Ertesi sabah, Gönen'den İstanbul'a, oradan şekerde dinlendirilip pişirildikten sonra yeniden Gönen'e, "Bursa'dan gelen "abla" ve ortanca da tatsın" diyerek, hanım rehberin üşenmeden taşıdığı, "abla"ya kalırsa nefaseti yörenin havası suyuyla açıklanabilecek enfes kabak tatlısı üzerine zengin açık büfe destekli keyifli uzun kahvaltı ardından, Gönen'li arkadaşları rehberliğinde otelden çıkarlar. Çepeçevre yürüyüş yolları sonunda, hanım rehberin çocukluğunda "taşıp taaa çarşıdaki dükkânı bastığını hatırladığını" söylediği geniş çay yatağına ulaşırlar. Sonbaharın en güzel zaman aralığını yansıtan renklerle bezeli parklar içinden, eskiden beri her konuda rekabet ettikleri -Bursa- ipek böceği kozalarının işlendiği, şimdi metruk, bir zaman sonra kültür merkezine dönüşecek bina önünden geçerek, elle imal ettiği güzel terlikleri alçakgönüllü fiyatlara satan terlikçiye uğrarlar; çarşı içi yürüyüşleri, gruptaki hanımların peştamal, kese alışverişleriyle ağırlaşarak sürer. Meydanda "ben Gönen'de doğdum" sözleriyle "abla"nın aklına ve gönlüne yerleşmiş Ömer Seyfettin'in heykeli; önündeki kitabede, pek çoğunu hatırladıkları, aralarında, tayinlerle gezdikleri Anadolu kasabalarındaki lojmanlarda rastladıkları sandık odalarıyla en çok andıkları, Gizli Mabet hikayesinin de bulunduğu bir liste… Yol üzerinde 1935'te yapılmış, rehber beyin anne babasının da evlendiği şehir lokali… Girit, Hanya'lı olmak dışında, ilkokulu bile üç yerde bitiren, dönüp de izlerini sürebileceği bir yerden yoksun "abla"nın gıpta ettiği kadar var!

Subay emeklisi, açık deniz kaptanı, bir yandan da badem tarımına sıvanan Gönen'li bey rehber önderliğinde, ne emekle, bele kadar büyümüş badem ağaçlarının olduğu bahçeleri gezerler; "abla"nın kulağında kalan, döllenme için üç farklı türde badem ağacının bir bahçede bulunması gerekliliği! Kâh, rehberin "bodur orman" diyerek sınıflandırıldığını belirttiği ağaçlarla kaplı tepeler arasında muhteşem patikalardan yürüyerek, kâh, arabayla yol alırlar. Aşağılarda, bitek toprağın, gayretli bitki örtüsüyle sarmalanmış Alacaoluk Kalesi'ni geçer, minik bir suyun çağladığı su başına ulaşırlar. Beyler ateş yakmaya sıvanırken hanımlar, meyilli, toprak köy yoluna sararlar. Sarılı, yeşilli puslu manzarayı içe çekerek dönerken karşılaştıkları, yokuş yukarı 2.5 km ötedeki köyüne yürüyen köylünün yüzündeki saf, masum, şaşkın, memnun güzelim ifadeyi "abla" ömrünün kalanında hafızasında taşıyacak! Propaganda toplantısı için geldiklerini sandığı 6 kadının, sadece yürüdüğünü öğrenince, onları ısrarla "yazın da buralara" davet eder. Ateş ışığının, sıcağının, çıtırtısının özel, gizemli bir anlam kazandığı karanlıkta yenen muhteşem yemek sırasında yaşanan asrın buluşması, köftelerin pişip pişmediğinin kontrolü için ateşten yola çıkan ızgara ile az öteden yola çıkan cep telefonu feneri ışığının randevusu amacına ulaşır. Yemek ardından mıntıka temizliği yapılır, ateş söndürülür, cep telefonu, fener ışığında karanlıkta, uzaktan kim bilir nasıl görünen, kısa bir yürüyüşle arabalara ulaşılır.

20:00-22:00, Aslanlı Havuz'da serbest zaman; gruptan üç beş kişinin girdiği, en eski halinden bu yana epey değiştiği yelesindeki 1975 tarihinden de açıkça belli aslanın ağzından akan, her derde deva şifalı suyun doldurduğu havuz, bir gün önce hanımlara saatinde girdikleri tâli havuzdan biraz daha büyük…

Gece, Gönen'li rehber çiftin kendi yönetimlerindeki tekneyle gezdikleri Göcek fotoğraf gösterisiyle sona erer.

7:30: "abla" ile iki kız kardeşi, tünelden bahçeye çıkar, geçer ve üstünde buharlar tüten, 36-38 derece sıcaklıktaki, çevresi güllerle kaplı açık havuza girerler. Sabah serinliğinde bir başka şenlik! Ardından, içeri döner ve göbek taşlı, kurnalı klâsik hamamda, bir akşam önce randevu aldıkları keseci ve masajcı kız kardeşlere teslim olurlar; masaj, ilk gün aldıkları tüyoyu doğrular nitelikte! Parmaklarını ustalıkla kullanan genç kadın, -büyük olasılıkla- bir yıl önce kayan merdivenle zemine çakılan "abla"nın, sırtında oluşan birtakım düğümleri büyük beceriyle çözer!


"Abla"nın, tam tersinin de mümkün olabileceğini düşündüğü, adını, yörenin en eski beylerinden Mihalıç'tan alan peynir ve elle kırılan el bademi alışverişinden ve garaja giderken rastladıkları arkadaşlarının, candan kasaba geleneğince kaldırıma taşınan tabureler üzerinde içilen, nefis çay ikramından sonra ortancayla Bursa'ya dönen "abla", çok uzun zamandır böyle güzel bir tatil yapmamış olduğu bilinciyle, mutludur.