20 Mart 2009 Cuma

“Abla” uçakta, koşturmaktan bakamadığı gezi kitaplarını okuyup "hemen bir Moskova-St. Petersburg turu almalıyız!” diyen kardeşine pek güler!

4 Ağustos 2008 Pazartesi günü, grup Türkiye’ye dönüşe hazırlanırken, “abla”larının mırın kırınlarına kulakları tıkalı ortanca ve küçük kız kardeş "5 saat gemide bekleyecek değiliz" diyerek 10:00’da bavullarını kapılarının önüne bırakırlar. Niyetleri, önceki günlere sığmayıp akıllarına takılan birkaç St. Petersburg mekânını görmek.

Son dakika çekirdek grubu, bu kez kaybolmadan metroyla Nevski Caddesi’ne ulaşır. Yağmur altında ilk hedef, önünden birkaç kez geçtikleri Kazan Katedrali: Küçük grup burada, çok az sayıdaki turist ile birlikte, yukarıda bir balkondan ufak bir kadınlar korosunun eşlik ettiği ayini izlerler. Mumların satıldığı yerde Kiril harfleriyle yazıldığından içeriği anlaşılmayan, “abla”da Tanrı’dan istek olabileceğine dair bir duygu uyandıran kağıtların, altarın kırmızı halı kaplı basamaklarında diz çöken bir adam, sonra da bir kadın tarafından papaza verildiğine tanık olurlar. İşe giderken uğrayıp çiçeklerini bırakan, dua edip Aziz ikonalarını öpen, sessizce ayin dinleyen yerli halkla, haftanın ilk günü beraber olduktan sonra, St. İzak Katedrali’ne yollanan çekirdek grup burada büyük boyutlu, incelikle işlenmiş vitraylar yanında, “abla”nın dikkatini çeken Da Vinci Şifresi kitabı ve filmine konu olmuş, İsa’nın yanında Maria Magdalena’nın göründüğü az sayıdaki son yemek tablolarından birini inceleme imkânına sahip olurlar. Katedralin tabanının ortasındaki metal işaret çivisine basıp tam yukarıya bakarak, kubbe üzerindeki kulenin tepe noktasına resmedilmiş bembeyaz bir güvercin motifini de fotoğraflayıp dönüşe geçerler.

Metro istasyonuna giderlerken, zamanın yeterli olduğunu görüp önlerine çıkan Çikolata Müzesi’ne giren küçük grup, köklü saray geleneği olan tüm ülkelerdeki gibi gelişkin bir şekerleme, çikolata tarihinin sergilendiği vitrinleri izler, metroya varmadan tükettikleri minik bir alışveriş de yapar, gemiye dönerler.

Limanda, arada atıştıran yağmur bulutları altında bavulların otobüse yüklenişine gözcülük edip havaalanına yollanan grup, derli toplu, küçücük St. Petersburg Havaalanı’nda son dakika alışverişlerini yapar, x-ray kontrollerinde ayakkabıların bile çıkartılıp incelendiği titiz bir üst aramadan geçerler. Alanya’daki bir etkinlik için, uçağa birlikte bindikleri, yaşları 7-15 arası Rus kız çocukların, arada sabır zorlayan cıvıltıları arasında, akşam saatlerinde, Yeşilköy’e Atatürk Hava Limanı’na inmeden az önce, uçakta St. Petersburg ve Moskova konulu haritalı gezi kitaplarını inceleme fırsatını ancak bulmuş, “abla”nın gezinin planlayıcısı küçük kız kardeşinin görmedikleri yerleri kastederek "…ilk fırsatta bir Moskova-St. Petersburg turu almalıyız!" sözleri epey neşeye neden olur.

Grup, gezinin son günü, yoğun yağış altında, 42 adayı bağlayan köprüler altından dolaşarak, katedral ve sarayların önünden geçen kanallarda gezerler.

3 Ağustos 2008 Pazar günü, St. Petersburg’a gidip Nevski Caddesi’ni dikine kesen kanallardan biri üzerinde basamaklarla inerek bindikleri tekneyle, kanal gezisine başlayan epeyce ıslak grup teknenin kapalı kısmına sığınır. Petro’nun bataklıktan çıkararak neredeyse kazıklar üzerine inşa ettiği saray, katedral ve bahçelerin önlerinden geçerek giderlerken rehberin anlattıkları; "…Hermitage yanından Neva’ya çıkacağız, karşıda Peter-Paul Kalesi’nin sivri kulelerini, beride liman sütunlarını, Tatar Camii’ni, Baba Oğul Kutsal Ruh Şapeli’ni görüyoruz …sarayın bacalarını gizlemek için İtalyan mimar Rastrelli, heykeller koymuş …üstü yeşil görünen Valikonağı …sağda içinde 480 heykelin bulunduğu bahçe. Askeri Hastane… Fontanka Kanalı… bizdeki Teknik Üniversite ayarı Yüksek Lise… sağda bir suikaste kurban gideceğinden korkan Pavel’in yaptırdığı ve öldürülmeden önce sadece 29 gün kalabildiği saray… 5 bin kişi kapasiteli sirk… saraylar… dört ayrı çok güzel kompozisyonla At Terbiyecileri heykellerinin bulunduğu Fontanka Köprüsü… altından geçmediğimiz Zincirli Köprü… eskiden çamaşırların yıkandığı Voyka Kanalı, kanal gezimizin başı, aynı zamanda sonu.

Tekneden indikten sonra yağmurda ayrılıp, değişik hedeflere yönelen gruptan “abla” çekirdek grubu, 2. Aleksandr’ın 1881’de suikaste uğradığı yerde inşa edilen, 81 metre yüksekliğinde soğan biçimli, gösterişli kubbeleriyle Dökülen Kan Kilisesi’ni gezmeye giderler. Mozaik panolarla süslü katedralin içi, en az dışı kadar güzel; geometrik desenli renkli mermer zemin, mermer oturma yerleri, muhteşem sütunlarda kutsal içerikli mozaikler… Altarın sağındaki sütunun üzerindeki, “abla”nın hayran olduğu, bir azizin elindeki parşömenin kıvrık ucunun, giysisi üzerine düşen gölgesinin işlenişindeki ustalık, kardeşinden bir de bu ayrıntının resmini çekmesini rica etmesine neden olur.

Yağmurun yıkadığı serin havada, küçük grup bu kez, bir gezi kitabından iki gece önce çalışıp işaretledikleri Literaturnoi Kafe’ye giderler. Piyano ve kemanlı canlı müzik eşliğinde sıcak çikolatalarını içerlerken “abla”nın gezi kitabından küçük defterine aktardıkları; …eski adı Wolf ve Beranger Pastanesi olan bu mekânda Puşkin, 27 Ocak 1837’de, düelloda George d’Anthes’e meydan okumadan önce, olayın tanığıyla burada bir araya gelmiş! Sıcak çikolata konusunda hayal kırıklığına uğramaktan bıkkın “abla” buradan son derece memnun ayrılırken, girişte ufak bir masada “olayın tanığı”nı bekleyen Puşkin heykelinin fotoğrafını çekme imkânı bulurlar.

Adını, Haziran ayının üçüncü haftasının, en uzun gün/aydınlık gecelerinden alan ünlü Beyaz Geceler’in önemli bir gösterisi de, geceleri, adaları bağlayan köprülerin birkaç tanesi dışında açılması! Akşam yemeğinden sonra “abla”larının mızmızlanmasını duymazdan gelen iki kız kardeş ve gruptan bir delikanlının katılımıyla saat 23:00’te gemiden ayrılıp dolmuşla metroya ulaşan dörtlü, daha önceden öğrendikleri gibi 5. istasyonda inerler. Gözlerine pek tanıdık gelmeyen istasyonu teyit niyetiyle yürüyen merdivenlerin başındaki kulübe içindeki kadın görevliye Nevski Caddesi istasyonunun bu olup olmadığını sorarlar; kadının eliyle koluyla bir durak daha gitmeleri gerektiğini anlatmasına karşın, kulak asmayıp yeryüzüne çıkarlar: Burada onları tamamıyla farklı bir cadde manzarası karşılar. Dörtlü, ellerinde harita debelenirken, niyeti iyi, İngilizcesi kötü bir kadınla; rehberin, durak Rusça’da aptal demek, biz gerekince istasyon falan diyoruz uyarısına dikkat etmeye çalışarak umutsuz bir bilgi alışverişi başlatırlar. Her iki taraf da, böyle bir sonuç alınamayacağı noktasına vardığında kadın, işaretle dörtlüyü yine metroya sokar, bir kez daha 17’şer ruble verip, bizdekinden daha hızlı ve çok daha dik, derin merdivenlerden yer altına inerler. Artık işaretle anlaştıkları kadının söylediği, indikleri durak da tanıdık değil! Tam, yazıları okuyamadıkları, İngilizce anlaşamadıkları metroda kaybolup yaşamlarının geri kalanını yer altında tamamlayacakları korkusuna kapılacakken, bir başka genç kızın işaretleriyle bir durak daha giderek nihayet, ışıklar içinde daha bir güzel Nevski Caddesi’ne ulaşırlar.

Kaybolup bulunma macerasının dörtlüyü bunca oyalamasına karşın, köprü açılmasına daha zaman var: Saray Meydanı’nın ardına düşen kanal kıyısında, gençlerin değişik enstrümanlarla kendilerine özgü müzikler ürettikleri köprü başında, olmazsa olmaz Rusya manzarası, beyaz kürklü bir gelin, annesinin kucağında 20 dakika önce doğmuşa benzeyen bir bebek, az ötede birilerinin dans ederek inip bindiği seyyar disko minibüs müşterilerinin bulunduğu kalabalık, saatler 01:30’a yaklaşırken beton korkuluklara yanaşır. “Abla” ve gayretli üçlü, aman ha, fotoğraf çekelim falan deyip öbür yana geçmeyin, orada sabaha kadar kalırsınız diye uyarılmış olduklarından, bulundukları noktada sağlamca dururlar. Fosforlu giysili görevlilerin köprüyü trafiğe kapatışı, ışıklandırılmış köprünün ve uzaklarda olduğu halde ışıklarının ortadan kırıldığı gözlenebilen diğer bir kaçının yavaş yavaş açılışı, iyice düşük ısı yüzünden titreyen küçük kardeş tarafından fotoğraflanır. Sabah 05:30’da tekrar kapatılmadan önce gün doğumunun güzel görünüme sahne olduğu bilgisi, iyice üşümüş dörtlüyü cezbetmez.

Onları, turist tarifesi 2000 rubleye limana götürebileceğini söyleyen şoförlerle önceden tembihli uyanık turist yaklaşımıyla beş parmakla, 500 işareti yaparak yaptıkları pazarlık sonucu 500’e okey! diyen Rus sürücü tarafından kestirmeden limana, gemiye ulaştırılırlar.

Gezinin onuncu günü grup, St. Petersburg Tavşan Adası’nda Peter-Paul Kalesi ile Dünyanın 3. büyük müzesi Hermitage’jı gezerler.

2 Ağustos 2008 Cumartesi günü, günlük programda Günün Kokteyli: Fiyatı 230 ruble Banana Colada satırının altında belirtildiği biçimiyle, hava gündüz +19, gece +10 derece az güneşli, bulutlu ve yağmurlu da olabilir, ibaresi, “abla”nın yağmurluğunu alıp almama konusundaki kararsızlığını aşmasını sağlar.

Tepeden görünüşü tavşana benzediğinden Tavşan Adası’na giderlerken rehberin anlattıkları; "Helikopterle 15 dakikalık bir şehir turu 100 Avro… Aurora Zırhlısı, 1917 Şubat’ında Kışlık Saray’a yönelttiği kurusıkı atışla, devrimi başlattı… Kadınlar Komünist sistemde hayatın her alanında görev almış…"

Çimenler üzerinde bir helikopterin beklediği Tavşan Adası’na köprüyle geçen grup, surlar içinde kurulan ilk katedralin önünde rehberin çevresinde toplanır, bulutlu, sert rüzgârda anlattıklarını dinlerler; "Katedralin mimarı, Çar’ın verdiği limitsiz votka kâğıdını kaybedince, dili dağlanmış, o da isteğini dilini şaklatarak anlatmaya başlamış… Dostoyevski’nin de yattığı Düşünce Suçluları Hapishanesi… Askerler birbirlerini kontrol ediyorlar… Mahkûmlar tuvalet olarak kullandıkları deliğin demirine vurarak haberleşmişler… İçerde, Azizlerin, Çarların ve tümü kurşuna dizilen, sinemada öyküsü çokça işlenen -“abla” aralarında Ingrid Bergman’lı, gerçeğe en yakın olup belirsiz sonla bitenini, zayıf hafızasına karşın halâ hatırlar- kızları Anastasia ile tanınan Romanov Ailesi’nin mezarları… Rus tarihi suikastlarla dolu… Normal ölümle ölen bir tek Çar Petro var… En uzun, 90 yaşına dek Kiril yaşamış…" İdam Kapısı… Petro’nun elleri, kolları, başı oransız heykeli…"

İnziva anlamına gelen Hermitage, 1756’da İtalyan Rastrelli tarafından Katerina için yapılmış; 5 bina 1150 oda, içinde yaklaşık 3 milyon eser var, Metropolitan ve Louvre’dan sonra Dünyanın üçüncü büyüklükteki müzesi… savaş aletleri, kalkan, miğferlerin bulunduğu Mareşal Odası… 1.5 tonluk masif mermer vazo… Petro’nun gümüş şamdanlı Taht Odası… bölge belirten armalarla işli kristal büyük avizelerin olduğu Dans Salonu, 300 civarı portre ile Tablolu Salon… tavandaki motiflerin zeminde abanoz parkeyle tekrarlandığı, malahit vazolarla süslü Taht Salonu… gözyaşı çeşmesi… her Cuma 17:00’de çalan, mekanik harikası horoz, tavuk, sincaplı altın saat… seramik İsa’nın doğumu tablosu… yaralanan çocuğu kıyıya çeken yunus heykeli… Michelangelo’nun çömelmiş adam heykeli… izleyenlerin önünden geçişleri sırasında yön değiştiren perspektifleriyle binaların olduğu tablo… Goya… El Greco… Rembrant… İncil’den Müsrif Oğul konulu tablo, İbrahim’in oğlunu kurban edişi… Rubens, Van Dyck, Poussin, “abla”nın pek sevdiği Matisse, Picasso, Van Gogh… gerisi İngiltere’ye sergilenmeye gitmiş 16. yy Kütahya Seramikleri… Antik Dönem Bölümü’nde Orta Asya toprakları altında yayılmış yer altı -belki bir diğer boyut- uygarlığı Agarta’dan izler arayan “abla” Kiril harfli açıklama(ma)ların kurbanı olur.

Müzenin kafeteryasında, Rus salatası, en iyi bira olduğu söylenen Baltica 7 ve çernikalı tart ile öğle yemeği molası veren “abla” çekirdek grubu, günün artanını serbest zaman olarak değerlendirmek isteyen ana gruptan ayrılırlar, bir altı saat daha bir daha yolları düşer mi bilinmez, Hermitage içinde gezmeye devam ederler…

Akşamüstü, Nevski Caddesi’nde buluşup yemek yedikten sonra, yerel rehberin onları bindirdiği 169 no.lu minibüs dolmuşla Kuğu Gölü izlemek üzere Mariinsky Tiyatrosu’na giden çekirdek grup, girişte, yerel rehberin 50 rubleye kiralayıp üstüne rüzgârlığını rehin bıraktığı, küçük bir dürbün ile localarında yerlerini alırlar. Kristal avizelerle şıkır şıkır aydınlatılmış, kırmızı kadife localar birkaç kat… Salonda yine altın yaldızlı kırmızı kadife iskemleler… Olur olmaz alkışlayan turiste ayarlı sıkça selam faslı arasında, köklü bale geleneğinden geldiği belli sanatçıların Kuğu Gölü yorumu, kim bilir kaçıncı kez olmasına karşın, beğeniyle izlenir. Arada, son derece şık hanımların ve beylerin salındığı salonlarda keşfe çıkan “abla”, başka gösterilerde kullanılmış kostümlerin sergilendiği bir salon köşesi bulur; turist olmanın gereğini yerine getirerek, beğendikleri kostümler önünde fotoğraf çektirirler.

Gecenin sürprizi, altın dişli Azeri taksi sürücüsünün sohbeti eşliğinde gemiye dönmeye çalışmak olur. “Abla”nın ortanca kız kardeşine muallime diyerek hitabeden, hayatını St. Petersburg’a taşımış, bundan memnun görünen, iki bala sahibi adam, tüm iyi niyetine karşın limana giren yolu bulmakta epey zorlanır.

Gezinin dokuzuncu günü St. Petersburg’a ulaşan grup, şehir turu sonrası görkemli Peterhoff Yazlık Sarayı ve bahçelerini gezerler.

1 Ağustos 2008, Cuma, sabah saat 8:00’de St. Petersburg’a varan gemi halkı, memleketlerine dönmeden önce, bu son durakta, üç gece kalacak. “Abla”, limanda şehir turu için bekleyen otobüse binmeden önce göz attığı günlük programdaki, hava +24, gece +10 derece, parçalı bulutlu ve yağmurlu olabilir ibaresi üzerine yağmurluğunu alır, sayfanın ortasında, siyah harflerle yazılı ÖNEMLİ AÇIKLAMA Değerli Misafirlerimiz, Her büyük şehirde olduğu gibi St. Petersburg’da da hırsızlık son senelerde had safhaya ulaşmıştır. Bu yüzden değerli eşyalarınızı yanınıza almayın. Ayrıca kalabalık yerlerde (metro giriş ve çıkışlarında) dikkatli olunuz uyarısını dikkate alıp bel çantasını kontrol eder.

Otobüs, trafik sıkışıklığı içinde yol almaya çalışırken, durumu "…taşıt alım vergisi olmadığından herkes kolayca araba sahibi olabiliyor, arada kazalar da olunca yol tıkanıyor" diyerek açıklayan rehber, devamla "…kuzeyin Venedik’i diye anılıyor… önce St. Petersburg, sonra Petrograd, Leningrad sonunda Petro’nun verdiği isimle yine St. Petersburg… 1703’te Petro, herkes birer taş alıp getirsin, kenti yapalım diyerek… 42 ada, köprülerle bağlı 70 kanal… 6 milyonluk nüfusun 2.5 milyonu yeraltında metroda… İnşaat işinde Türkler var, Alarko rüşvet vermediğinden dışlandı…"

Grup, mavi beyaz boyalı Katran Kilisesi önünde durur; ters yönden gelen ışığa karşın görkemli katedrali resimlemeye çalışırlarken Türkçe konuşarak araba bagajı minik dükkanlarından Rusça aksanıyla Türkçe seslendirilmiş St. Petersburg ve Hermitage DVD’leri, matruşka, tahta kutular… satan gençlerden alışveriş ederler. Şehir turuna devam niyetiyle tekrar yola çıkarlarken, belirgin temiz renklerine karşın katedralin iç karartan ismiyle ilgili rehberin açıklaması "…iki ahşap duvar arasına katrana bulanmış urgan döşüyorlar, yalıtım amaçlı yani…"


"Kent, Baltık Denizi kıyısında Fin Körfezi’nde yer aldığından, Gulf Stream sıcak su akıntısının etkisiyle Moskova’dan daha ılıman bir iklime sahip… bir dönem Rusya’nın başkenti de olmuş…" Bir restorasyon iskelesinde tulumlu bir işçi kadının çalıştığı birkaç katlı, çok geniş cepheli binalar arasındaki geniş alan, park ve caddelerden geçerlerken "…Belediye Başkanı ile Vali aynı kişi… Sonradan Aziz unvanı da almış Büyük Petro bir deha, en büyük hayâli sıcak denizlere çıkabilmek, marangozluk, gemi mühendisliği öğreniyor, niçin, kendi donanmasını yapabilmek için… Limuzin kılıklı Hummer’lar ABD lisansı altında burada üretiliyor… Gogol’un pek övdüğü, 4.5 km uzunluğundaki Nevski Caddesi, her biri 110 tonluk sütunlarıyla Aziz İzak Katedrali… kentin 300. yılında bazı caddeler granitle kaplanmış… Mavi kubbesi, bizimkilere benzemeyen iki minaresiyle Tatar Camii, …yaklaşık 300.000 Müslüman var… Saman Meydanı’ndaki sütun üzerinde Dünyanın tüm dillerinde barış, sevgi, kardeşlik yazılı…"

Kent içindeki, yüksek ağaçlı, serin, temiz pek çok parktan birinde mola verip kumanya öğle yemeğini yedikten sonra grup, otobüsle Petro’nun Avlusu anlamında, 146 hektar genişliğe sahip Peterhoff’a varır: Çizimlerini Petro’nun yaptığı, sadece yukarıdan gelen suyun kendi basıncıyla çalışan 144 adet fıskiye… çok değişik renk ve görünümde çiçekler… Roma Çeşmeleri… Satranç tahtası görünüşlü fıskiye düzenlemesi… kuş evi… soyluların geçtiği caddede düzenli aralıklarla oluşan su tüneli… metal ağaç görünüşlü fıskiye… bazı taşlara basılınca fışkırdığı söylenen suyun aslında geride göze batmadan oturan bir gencin kumandasında olduğunu duyduğunda “abla” bu ve buna benzer pek çok su’lu şaka düzenlemiş Petro’nun kendine özgü espri anlayışına şaşar. Bahçenin her yanında, grubun artık yadırgamadığı gelinler… Baltık kıyısında, karşıda, St. Petersburg, Kronstad Adası… Ayağını okşayanın buraya tekrar geleceği söylenen parlak ayaklı Şeytan Heykeli… Havuzların ortalarında yüzleri Petro ve Katerina’ya benzetilmiş Adem ve Havva heykelleri…

Yazlık Saray’a girerken grup, orijinal parkeyi hırpalamamak için, ayakkabıları üzerine kalın galoş geçirir. 2. Dünya Savaşı’nda neredeyse yerle bir olan sarayın restorasyon macerasının anlatıldığı odayı; duvarları ipek kumaş kaplı, mavi çini sobanın olduğu Mavi Salon, göz yanılgısına neden olan masif parkesiyle Balo Salonu, yanmakta olan Osmanlı Donanması’nı resmeden Osmanlı–Rus Savaşı konulu tabloların bulunduğu Taht Salonu, altınlı Arzuhal Kabul Salonu, soğuk yüzünden yemeği sıcak tutma amaçlı benmari kaplarıyla yemek takımlarının sergilendiği Beyaz Yemek Odası, Çin’den hediye mobilya ve döşemesiyle Çin Odası, yerden tavana, 8 modelin değişik 300 adet portresinin sunulduğu Portreli Oda, sülünlü ipek dokumalarla döşeli, müzik köşeli Dinlenme Odası, duvarlar Çin ipekleriyle kaplı “divan”lı oda, duvarı goblen kaplı depolarda bombardımandan çok iyi korunmuş mobilya ve avadanlıklarıyla Makyaj Odası, açılıp kapanabilen yeşil çuha kaplı masalarda pırlantalarla oynanan Oyun Odası, bordo Kavalyeler Odası, kristal, porselen ve gümüşlerin ışıdığı Yemek ve Çay Odası, Müzik ve Dans Salonu, mekanik marifetli eşsiz yılanlı saat, mermere, renkli mermer kakılarak yapılmış masa ve yer döşemesiyle Sarı Oda, öldürülme korkusu yüzünden yarı oturur durumda uyuduğu ufak yatağı, yanında oturaklı iskemlesiyle Pavel’in Yatak Odası, tüm ahşap oymaları Petro’nun yaptığı Çalışma Odası… izler. Penceresinden, fıskiyeli çok uzun havuz ucunda Baltık Denizi’ni gören, zengin, güzel bir saray!

Akşam yemeği için gemiye dönenlerden “abla” çekirdek grubunun, yerel rehberle tutturdukları sohbet, "Efes Pilsen’in aldığı yerel bira, İhtiyar Değirmenci anlamında Stary Melnik..." Antalya’da çalıştığı sıra edindiği izlenimden de "sizin bira daha lezzetli, çünkü su iyi" diyerek sürer, “abla” ve kız kardeşlerinin pek sevdiği sempatik buz dansçısı Pluşenko’nun desteklediği Eurovision’u bu yıl Rusya’nın kazanmasıyla sonlanır.

Gün, Panorama Bar’da buluşan çekirdek grubun ertesi günü planlama niyetiyle, masalara yaydıkları harita ve broşürlerle yaptıkları ciddi bir çalışma ardından, sessizce odalarına dağılmalarıyla biter.

Grup sekizinci gün, Putin’in daçasının bulunduğu Mandrogy’yi gezer. “Abla”'nın unutamayacağı tat; ortası çernika dolu tart ve melisalı çay!

Gemi Onega Gölü ile Ladoga Gölü’nü birbirine bağlayan Svir Nehri üzerinde seyrederken, yağmurlu hava da geride kalır: 31 Temmuz 2008, Perşembe, hava günlük programın da müjdelediği gibi gündüz +23, gece +14 derece parçalı bulutlu.

Saat 10:00’da Mandrogy’ye varıp limana inen grup, diğer gemilerden boşanan turist gruplarıyla karışmamaya çalışarak rehberin yanında toplanırlar; dağıttığı gezinti planını alıp, ilk durak, 2700 çeşit votkanın sergilenip satıldığı Votka Müzesi’ne yönelirler.

Çok keskin buldukları votkanın tadımından çok şişeleriyle ilgilenen “abla” geleneksel yaşamı betimler biçimde düzenlenmiş müzede, ayı, matruşka, katedral, müzik aletleri, silah örneğin Kalaşnikof, U bilmemkaç denizaltı, tabanca, tüfek ve hatta el bombası şekilli şişeler görür. Ruski Standart ve Yuri Dolgaruki şeklinde söylenen en iyi votka markalarını, küçük defterine not ettikten sonra tadını en çok beğendikleri kırmızı yabani meyve klukvan likörü/şarabından alırlar.

Alışveriş sonrası, hediyelik eşya dükkanları, yürüyüş yolları, geleneksel giysili sürücüleriyle at arabaları, birkaç kişi tarafından taşınıp rüzgâra yönlendirilebilen değirmenler, barbekü düzenekli geleneksel evlerin yer aldığı krokisiyle "Disneyland" yakıştırması yaptıkları adanın, çok yüksek ağaçların bulunduğu, yaban hayatın ortasından geçen yürüyüş yolunu izleyerek gezen “abla” ve çekirdek grup; genç bir çocuğun, ortasındaki çarkı döndürerek çelik bir halat üzerinde gidip gelmesini sağladığı salla, bir başka adacığa geçerler.

Gezi planında öykülerinin anlatıldığı Rus halk ve masal kahramanlarının heykellerinin ve “abla”nın isimlerini not etmeyi unuttuğu tuhaf hayvanların bulunduğu hayvanat bahçesini gezip bir başka yürüyüş yolunu izleyerek, krokide house diye geçen ve önünde küçük iskelesiyle Putin’in tek katlı, güzel, geniş daçasına varırlar.

Dört dörtlük bir mesire yeri denebilecek şirin adadan ayrılmadan önce, rehberin methettiği proşkilerin tadına bakmak üzere girdikleri salonda, geleneksel giysili genç kız ve delikanlıların servis yaptığı uzuuuun masadan, bin bir çeşit dense yeri, tuzlu-tatlı tartlardan seçip metal zarflı bardaklarla da semaverde demlenmiş melisalı çay alan grup yorgunluk giderirken küçük defteri elinde “abla” aklında kalanı not alır: Etli, soğanlı, peynirli, patatesli, lahanalı, elmalı, klukvanlı, sulak soğuk yerlerde yetişen, şurubu gözlere iyi gelen çernikalı, haşhaşlı, çikolatalı, karamelli, sütlü, çilekli, böğürtlenli… Melisalı çaylarını içerken, Mayıs-Ekim arası gemide kalan yerel rehberin, gemi yaşamı hakkında anlattıkları; "2,5 yıldır, sezonda, gemide, Bibi isimli tavşanıyla kalıyor, personelin kaldığı bölümde 6 çocuk var, aralarında bazılarının da kedileri var."

Saat 13:30’da, son durak St. Petersburg’a hareket eden geminin yolcuları, öğle yemeği sonrasını, ağırlıklı olarak Kaptan’ın Veda Yemeği ardından yapılacak Yetenekler Gecesi için provalarla geçirirler.

Kendini bedeniyle değil, her zaman entelektüel düzeyde ortaya koyması yönünde eğitildiğinden, not dayatması olmaksızın sahneye çıkıp, koroyla bile olsa şarkı söylemekten –gruptan bir sevgili arkadaşın profesyonel desteğine karşın- rahatsız, “abla”nın da katıldığı gecede, çok özgün, çok sevimli ve yepyeni bir Kâtibim yorumu ortaya konur. İçinde kendi grupları olsa da, birbirlerini tanıyalı topu topu bir hafta olan güzel insanlar, uyum içinde ellerinden geleni yaparlar. Pesten girdikleri şarkının, Üsküdaaar’a giiideeriiiken… sözlerinden sonra güçlenerek normal tınısını bulmasıyla, havasını da bulan koro, milletler karması izleyici karşısında bir de Yar saçlarııın lüleeee, lüle’yi yüzlerinin akıyla icra ederler.

İspanyolların, bizim uzuneşek’in dikey versiyonu, İngiliz ve Kanadalıların kendi dillerinde sade şarkıları vs. arasında “abla” en çok, Kanarya Adaları Grubu’nun gitar ve kendine özgü tıkırtısı olan -bizde maçlarda tezahürat amaçlı kullanılan kaynana zırıltısını andırır- bir enstrümanla, kırmızı kuşaklı siyah beyaz giysili dansçılar eşliğinde yaptıkları müziği pek beğenir.

Yedinci gün grup, Goritsy’den ayrıldıktan, yaklaşık 22 saat sonra, tüm gezi boyunca “abla”yı en çok etkileyen Kiji Adası’na ulaşırlar.

30 Temmuz 2008, Çarşamba günü; günlük programın altında, gemi doktorumuz Oksana’nın, profesyonel tıbbî masajını denemenizi tavsiye ederiz. Rezervasyon için lütfen resepsiyondan müsait saatleri sorunuz satırlarının az üzerinde belirtildiği gibi, hava, gündüz +13, gece +10 derece, parçalı bulutlu ve yağmurlu…

Gemideki en kalabalık uluslar karması grup, kahvaltı sonrası Rus Şarkıları Dersi’ndeyken rehber, geminin üst katındaki -güneş olsaydı adını hak edecek- güneşlenme güvertesinde çiseleyen yağmur altında, birleştirdiği masalar üzerine yaydığı votka, kornişon, islenmiş balıkla bir tanıtım yapar. Sıvadığı kollarıyla özene bezene ayıkladığı, Turna, Leş… diyerek isimleriyle takdim ettiği islenmiş balıkları parçalayarak tabaklara kor, gruptan aldığı kornişon ve ekmek dilimleme desteği ardından Rusların nasıl yaptığını anlatır; "küçük yudumlarla votka, bir parça kornişon ve ardından ekmek üzeri bir parça balık!"

Rusça Dil Dersi diplomalarının dağıtıldığını duyup geminin başındaki bara giden “abla” ve kız kardeşleri, Dünyanın her yerinde geçerli ve fakat geçerlilik süresi sonu gemiden iniş tarihine denk gelen eğlenceli diplomalarını alır; yemekten önceki bir saati değerlendirip prova yapmak üzere koroya katılırlar.

Kaptan Köşkü ziyareti sırasında kaptan, geminin teknik özeliklerini, hızımızın en çok saatte 25 km olduğunu, ortalıktaki araç gerecin ne işe yaradığını, rüzgârın burada ağırlıklı olarak kuzeybatıdan estiğini, yağışların taşıyıp nehrin zeminine yığdığı toprağın düzenli biçimde temizlenmesi gerektiğini anlatır, bu yazı soğuk bir yaz olarak tanımlar.

Kaptanın, meraklıların sorularını yanıtlamasından sonra, 150 ruble verip içice üç parçalı ham tahta matruşka alan “abla” 36 kişiden sadece 3 kişinin ilgisini çekebilmiş Matruşka Boyama Kursu’na katılır. Hediyelik eşya dükkanını idare eden Politeknik öğrencisi genç kızın, önlerine koyduğu klâsik matruşkaya bakarak önce kurşun kalemle çizip sonra da eşarbını sarı, elbisesini kırmızı, önlüğündeki iri çiçeği pembe guvaşla boyamaya çalışırlarken, gruptan birilerinin salona girip çıkarak koşuşturmalarının nedeni; gemide bir yere gizlenmiş, katılımcıların esrarlı notlarla yönlendirildiği hazine!

Gemi, saat 18:00’de, Rusya Cumhuriyeti’ndeki 80 özerk cumhuriyetten biri olan Karelya Özerk Cumhuriyeti’ne bağlı Kiji’ye varır. Marmara’dan dört kat büyük olduğu söylenen Onega Gölü’nün kuzeyinde, 60. paralel civarında, doğudan batıya 1 km, kuzeyden güneye 6 km boyutlu, taşlı yapısı yüzünden çok az, net olarak 68 kişinin yaşadığı bir ada olan Kiji, barındırdığı yapılar nedeniyle Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde…

Kıyıda bir araya gelen grubu karşılayan yerel rehber Aleksi, “abla”ya göre en az ada kadar ilgiyi hak eden, özel bir kişilik. Uzaktan fantastik bir masal şatosunu andıran, efsaneye göre marangoz Nestor’un, testere ve sonra kimse bir benzerini yapmasın diye göle attığı baltasıyla 1714 yılında sadece bir günde yaptığı Tecelli Kilisesi önünde toparlanan gruba haritaların, fotoğrafların olduğu defterinin sayfalarını birer birer çevirerek anlatmaya başlamadan önce sorar: "Hepiniz mi burası?" Uzaktan gümüş ışıltısıyla parlayan, titrek kavaktan yapılmış, 25-30 sene dayandığını söylediği ahşap “kiremit”lerden biri elden ele geçirip, kavisine dikkat çekerek, kubbeler üzerinde bundan 60.000 adet olduğunu belirtir. Ortalama çam ağacı boyu 15-20 m., inşaatta kullanılan kütük boyu ise 10-11 m. iken, yanında 2. Dünya Savaşında ölen askerlerin mezarlarının bulunduğu bir mezarlık olan, Tecelli Kilisesi’nin nasıl bu kadar büyük yapılabildiğini sorar Aleksi; sorusunu, başlar üzerinde tuttuğu defterinden bir sayfa açıp, sekizgen planı göstererek yanıtlar. "…çam çürümez, kışın kesilir, çam reçinesi içinde donmuş olduğundan uzun ömürlü…" "Niye yan yana biri küçük diğeri büyük iki kilise var?" sorusunu, "Cevabı kolay, kışları çok soğuk oluyor, ısıtmak sorunu var" diye yanıtlarken tek çivi kullanılmaksızın yapılan kilisenin restorasyondaki kısmını geçip gruba ikonastasis’i anlatırken "…İsa tabii ki baş adam!" der. İşine duyduğu aşk, titizlik ve içtenlikle, çevresinde bir sevgi hâlesi yaratan, bu kadar güzel Türkçe konuşmasını adayı ziyaret eden 200.000 kişiden 1.200 Türk’e ve kışları tercüme yapışına bağlayan Aleksi, grubun kutlamasını, alçakgönüllülükle "olabilir!" diyerek karşılar…

Zaonejye yarımadası çevresindeki 1650 adadan biri olan Kiji Adası’nın klâsik Zaonejye kültürünü yansıtan, zengin bir köylü tüccarın 1876 yılında yaptırdığı, ortalama 25 kişiyi barındıran, dışı ahşap oymalarla süslü evinde Aleksi’nin anlattıkları; "…ocağın bulunduğu odanın adı izbe. Burası kışın çok soğuk, -25/30 derece, yazlar çok kısa, bir adam arkadaşına sormuş geçen yaz ne yaptın? Arkadaşı demiş o gün ben uyudum!, izbe en önemli oda… İkona köşesi, altında para kutusu, Tanrı’nın gözleri her şeyi görür, hırsız parayı alamaz… Ortadaki -çok ufak bir oda görünümündeki, bir yanı fırın olarak kullanılan- sobanın arkasındaki yatak yaşlılar ve çocuklar için, altındaki tavuklar da sıcakta memnuniyetle yumurtlarlar… Masa, Tanrı’nın avucu, baba baş köşede, yanında büyük oğlu, çocuklar masa altına girerlerse, masa gibi kısa kalırlar… Dokuma tezgâhı yanında asma beşik annenin kokusunu taşıyan bir elbisesi ile örtülü, çocuk huzurlu… Her şey gerek olacak değil mi?.. Odayı çepeçevre kaplayan yüksek raflar, anne fırından aldığı sıcak kabı oraya koyar, çocuklar dokunmasın diye…" Gergef işleyen geleneksel giysili bir kadının bulunduğu Misafir Odasında "...ayna, porselen, petrol lambası, Singer Dikiş Makinesi… ancak zenginlerin evinde…"

Torna tezgâhını barındıran işlik, balık av malzemeler, birisi bayramlık olmak üzere iki kızak, ineklerin otlamak üzere "hiç sevmemişler", başka adalara götürüldükleri kayık, ambar, tuvalet, alt katta ahır… Teşekkürlere, "o kadar övgüyü hak etmiyorum!" diye karşılık veren Aleksi’den derin bir memnuniyet duygusuyla ayrılıp, adanın ortasından geçerek gemiye doğru yürüyen grubu bir sürpriz karşılar: Küçük çan kulesinde uzun saçlı genç bir adam, elleri ve ayaklarını kullanarak irili ufaklı çanlarla muhteşem güzellikte müzik üretmekte! Kulenin dibinde bir sandalye üzerine konmuş eski bir keman kutusu içine bozuk para bırakırken, besteci/icracı İgor’lardan biriyle karşılaşıp teşekkür ederler.

Saat 20:00, gemi Mandrogi’ye hareket ederken akşam yemeğine inen grup gemi personelinin canlandırdığı Korsan baskını yaşarlar; öyle ki, rehber, gemi müdürü, yerel rehberler, her gün “abla” ve kardeşlerinin masasına servis yapan su damlası güzelliğindeki Aliona ve ne içeceklerini öğrenene dek, o gün öğrendikleri Rusçayı üzerinde test ettikleri sabırlı Artem dahil, herkes korsan!

Gecenin son aktivitesi, konser ve klâsik bale eğitimi almış dört dansçıdan oluşan DevÇata dansçılarının ardından, “abla” ve kız kardeşleri, günlerdir bulutlu gök yüzünden net olarak saptayamadıkları gün batımını izlerler ve ardından güneşlenme güvertesindeki saatin altına dizilip bir BEYAZ GECELER fotoğrafI çektirirler: Saat 22:25!

Altıncı günde grup, Goritsy’den Kirilov Kasabası’na gider, suları 10 yaş gençleştiren Beyaz Göl kıyısındaki Aziz Kiril Manastırı’nı gezerler.

Kahvaltı salonundaki yığılma yüzünden rehberin bir gece önce kapıların altından attığı programa siyah harflerle eklediği sabah kahvaltısına isteyenler daha erken gelebilir uyarısı pek işe yaramaz, 29 Temmuz sabahı yine aynı neşeli uğultu içinde yerel giysili güzel Rus kızlarının hizmet ettiği masalarda kahvaltı edilir.

St. Petersburg’a yaklaşıldığından 3. ve sonuncu Rusça Dil Kursu’nun konusu adres soruşturma olur: Cadde prospiekt, sokak uulitsa (gizli bir n sesiyle biten), meydan plooşed, giriş/çıkış (gizli v sesiyle başlayan) vhod/vıyhod, bilet bilyet, ….nasıl gidebilirim? Kak praytzi….? Otobüs durağı nerede? Die astanovfska avtobusa?.. Bir miktar da alışveriş pratiği yapan, kaç para? Stkolka stoilt?, kare kuadrat, dikdörtgen priamougolnik, masa örtüsü skaytyert, küpe siergi, bilezik brasilet, kırmızı kraasnıyh, sarı joltyn, yeşil zîloni, siyah çorniy… demeyi öğrenen grup, yazılı sınav olarak oda numaralarını, yaşadıkları yeri ve isimlerini Kiril harfleriyle (elbette açık kaynak) yazmadan önce dillerin değişmekte olduğu söyleşisi sırasında yerel rehberin, kara gözler isimli eski bir şarkıyla ilgili "ben söyleycem yani, böyle ooçi çorni (kara gözler) çok komik!" saptamasına, meseleyi tam kavrayamamakla beraber kendi deneyimlerine dayanarak hak verirler.

“Abla” ve kız kardeşlerinin, katılmadıkları Peçete Katlama Sanatı Dersi’nin başarılı örneklerinden birini, papyonlu garson ceketi biçiminde olanını, tabakları yanında buldukları öğle yemeği biterken gemi, 1544 yılında yapılmış Yeniden Doğuş Kadınlar Manastırı önünden geçip tepe anlamına gelen Goro’dan türemiş Goritsy limanına yanaşır.

8 km ötedeki Aziz Kiril (Kirillo Belozorsky) Manastırı’nın bulunduğu Kirilov Kasabası, aynı zamanda Rusya’nın ekolojik açıdan en temiz yerlerinden… Günlük programda gündüz +15, gece +9 derece, bulutlu ve yağmurlu denilerek belirtildiği gibi etkili yağış altında, bir başka turist grubuna karışmamak için üstün gayret sarf edip, kulaklığından akan bilgileri de unutmamaya çalışarak manastırı gezerlerken “abla”nın aklında kalanlar: "Etrafındaki surların uzunluğu 2 km… zamanında vergiden muaf tutulmuş… o zamanlar içinde 200 rahip ve 700 hizmetli varmış, çevredeki 600 köy, 20 bin insan buraya bağlıymış… Artık sadece 2 rahip barınıyor… Rusya’nın en zengin manastırı olarak bilinir…" Müze haline getirilmiş manastırın mirası, aralarında 7 kg gümüşle yapılmış bir tanesinin de bulunduğu ikonalar, dinî kitaplar, tören giysileri bu zenginliğin ışıltılı kanıtları. İnşaatı yıllar boyu eklemelerle süren, bir dönem asillerin ve din adamlarının hapishanesi olarak kullanılan manastır 17. yüzyılda sağlam duvarları sayesinde 6 yıl süren Polonya ablukasına direnebilmiş. Kiril’in mezarının bulunduğu şapelde koroyu izleyen “abla”nın dikkatini en çok, ibadete katılan gençlerin çokluğu çeker. Manastırın kıyısında bulunduğu Beyaz Göl’ün soğuk suyunun, insanı 10 yıl gençleştirdiğini duyarak yüzünü yıkayan “abla”, gruptan bir arkadaşlarının hemen fark ettiğini söylediği sonuçlarını bizzat test eder.

Çekirdek ekip, Manastır dönüşü Goritsy’de, köy içinde gezerken dışındaki ahşap süsleme bolluğunun dikkatlerini çektiği evin neşeli köpeğince içeri davet edilir: Ortanca kardeşin Almanca konuşarak anlaştığı Sergey ve eşinin ufacık evinin ana öğesi tam ortasındaki, küçük bir oda iriliğindeki, 40 metrekarelik alanı küçük sıcak yaşama birimlerine ayıran, arkada kalan yüzünde yemek pişirmeye yarayan girintilerin olduğu kireçle boyalı, tavana kadar kocaman bir soba! Buzdolabı yanında pencere önüne koyduğu minik bir masada çizimlerini yapan sıcakkanlı güler yüzlü Sergey’in oymalarıyla süslemediği tek bir eşya yok… Kapıda Sergey, eşi, kedisi ve köpeğiyle fotoğraflar çekilip vedalaşılır, köye dönülür. Kürk alışverişi yapılan tezgâhların yanındaki ufak içki dükkanından votka ve klukvan denen kırmızı yabani meyvenin liköründen alınır.

16:00’da gemi Kiji’ye hareket eder.

Rehberin sunduğu Rus Tarihi Dersi zamanda ve zeminde çok geniş yer kaplayan bu büyük ülkenin tarihi konusunda ancak kabaca bir fikir verir niteliktedir. Tatiana ve Ludmilla’dan Rus klâsik müziğini izleyip yemek sonrası halk şarkılarının seslendirildiği konseri dinleyen “abla” ve kız kardeşleri, son zamanlarda alışkanlık haline getirdikleri yürüyüşlerden biri için daha, rehberin lütfen ama lütfen! diyerek yalvar yakar uyardığı, gecenin soğuğu ya da yağmur yüzünden ıslanmış olabilecek güverteye dikkatli biçimde çıkarlar.

Gezinin beşinci günü grup, Volga ve Kotorosl nehirlerinin kesişme noktasındaki “ilklerin kenti” Yaroslavl’ı gezerler.

Geminin koridorlarında, kahvaltıda birbirleriyle karşılaştıkça İstanbul’da 18 cana mal olan terör haberini konuşup hüznü paylaşan grup 28 Temmuz sabahı 8:00’de Prens akıllı Yaroslavl tarafından kurulan, 1598’de Moskova’nın işgâl tehlikesi üzerine bir süre başkentlik yapan Yaroslavl’a varır.

Banyodaki değil, buzdolabı prizleri… diye üst üste tembihlenerek şarj ettikleri dinleme aletlerini kuşanıp limandaki 5 no.lu otobüste yerlerini alırlar, yolda rehberin anlattıkları: "…Yaroslavl “ilklerin kenti”, ilk kamyon, traktör, troleybüs, iş makineleri burada yapılmış, ilk drama tiyatrosu burada kurulmuş, ilk gazete burada yayınlanmış, en önemlisi yapay kauçuk Dünya’da ilk kez burada imâl edilmiş, ilk kadın kozmonot Valentina Terishkova bu bölgeden…"

Her biri farklı çok güzel seramiklerle bezeli asimetrik duvarlı Aziz İlyas Kilisesi, Berlin’de yapılan bir yapılan bir yarışmada, en iyi dış mimâriye sahip 3. dinî yapı seçilmiş. Şehrin sembolü, Prens Yaroslavl’ın korsanların üzerine saldığı ayıyla boğuşup yenmesi anısına, omzunda balta olan bir ayı… Valinin, odaları zengin tablolarla dolu evinin salonunda minik bir oda müziği konserine eşlik edip dans edenler, bakımını öğrencilerin yaptığı, dinmekte olan yağmurla pırıl pırıl, güzel geniş bahçeye çıkarlar. İki nehrin buluştuğu parkta, rehberin bedenin elektriğini dengelediğini belirttiği milyon küsur yaştaki göktaşına sarılıp fotoğraf çektirmek isteyenlerin kuyruğu uzamasa, “abla”, orada ööööylece, taşla sarmaş dolaş, bir ömür sürdürmeye niyetli… Az ötede yanan kilise yerine dikilen üç aziz heykel grubu, dileklerini attıkları paralarla sağlama almaya çalışanları epey uğraştırır. Grup; önünde, savaşa katılmamasına karşın endüstri şehri olduğu için Almanlar tarafından bombalanan fabrikada ölen kadın işçiler ve askerler anısına, 365 gün -günde 6 saat- doğalgaz ateşi yanan Meçhul Asker Anıtı’nı ziyaret ederken ortaya çıkan; Rusya’da evlerde beslendiğinden sokakta –kırsalda- ilk kez karşılaşılan ve grubun kedi severlerinin hızlıca o yana seğirtmesinin nedeni, duman rengi-beyaz, nazlı edalı, sevilmekten pek memnun bir kedi, ilgi odağı olur.

Daha çok Azerbaycan’dan gelen şaşırtıcı bolluk ve güzellikteki meyve ve sebzenin, baharatın, et ürünlerinin satıldığı kapalı pazar yerinde, “abla” ve kız kardeşlerinin ilgisini değişik biçimde kurutulmuş meyveler çeker. Azeri genç Ahmet’in "hanııııım!" diye seslenerek ikram ettiği meyvelerden minicik mandalina, limon, tadını çok güzel korumuş kızılcık özeldir!

Gemi saat 13:00’te demir alıp Goritsi’ye yola çıkar.

Rus El Sanatları Semineri’ni, elle boyanmış porselen, ahşap oyma ve boyamalar, bebekler, başlıklar, dokumalar, ipek şallarla özenle zenginleştiren rehberin anlattıkları: "…Tahta kutulardaki metalik pırıltıyı sağlamak için zemin alüminyum ya da gümüş tozuyla “hoh”lanarak ya da parmakla sıvanıyor. Üzerine vernik sürülüyor… Amberin aslı, bildiğimiz reçine, ağaçlardan suya damlıyor, üst üste çok uzun zamanda birikeeee birike… Matruşka, Matriona isminin samimi söylenişi Matrioşka’dan geliyor; bir ana ve dört kızı, iç içe beş parça, orijinal renkleri sarı, kırmızı, altın, Çin kökenli… Ahşap kutular papier-mache denen, kartonun üst üste sıvanması tekniğiyle üretiliyor, geleneksel olarak dışı siyah, içi kırmızı boyanıyor…"

Geleneksel giysi ve danslarla sunulan semaverli samovar Çay Seremonisi’ni uykuya feda eden “abla”, kardeşlerince uyandırılır, Rusça Dil Kursu’nun ikincisine giderler. Dağıtılan kağıtlardan, yerel rehberin kendi deyişiyle sizin fotografını çekebilir miyim? Moojina vaz footagrafiiravat? Ya da kısaca Foto olur mu? moojina fota? Ben anlamıyorum; ya ni (olumsuzluk eki) panimaayu… rakamların okunuşunu, bazı yiyeceklerin söylenişini, şeker sakhar, tuz sôl, bira piiva, şarap vino/a (normal sözcüğünü narmal diye söyleyen yerel rehberin açıklaması; bizde a-o aynı, yani bir fark yok!), meyve suyu sook, peynir sir, ekmek (genizden h ile) khlep, tavuk kuuritsa, çok mnooga, az mala, hesap şot, indirim skitka, pahalı dooraga… demeyi öğrenir.

Akşam saatlerinde, Dünyanın sayılı büyüklükteki yapay göllerinden Rybinsk Su Rezervuarı’nı geride bırakırlarken, çıkıştaki Volga’nın Anası Heykeli, Rus Gemisi yolcularını geride gitgide ufalarak uğurlar, St. Petersburg yönünden gelenleri karşılamaya hazırlanır.

Gezinin dördüncü günü, Volga üzerinde, Moskova’dan 266 km. uzaklıkta Uglich’te karaya çıkan “abla” ve grup, şehri gezerler.

Moskova Kanalı’ndan ayrılıp altı seviye havuzu sonra Kalyazin’de batık Kurtarıcı İsa Kilisesi’ni, daha çok su üzerindeki çan kulesini görüp fotoğraflayan gemi halkından, “abla” ve kız kardeşlerini ola! diyerek selâmlayan İspanyolların sayısı, dördüncü günde giderek azalır. 27 Temmuz 2008, Pazar günü, günlük programda uyandırma’nın hemen altında belirtilen 45 dakika süreli sabah jimnastiğine itibar etmeyen gruptan, geminin ön tarafındaki Panorama Bar’da yerel rehberin verdiği Rusça dil dersine katılım oldukça yüksek olur. Antalya’da epey bulunduğundan Türkçesi çok şirin yerel rehberin kursiyerlere dağıttığı kâğıtlarla, üç sütunda önce şifre tadındaki Kiril Alfabesince yazılışları, sonra da Lâtin harfleriyle nasıl söyleneceği ve ne anlama geldiği belirtilen Rusça selâmlama, hâl hatır sorma, tanışma, vedalaşma ve teşekkür*, mahâlle mektebi havasında bir ağızdan çalışılır. Dersin ikinci kısmında grubun gayretli elemanları, kâğıdın arkasındaki karşılıklarına bakarak Kiril harfleriyle adlarını yazar.

Tüm gemi halkının birlikte Kalinka’yı çalıştığı Rus şarkıları dersinden, piyanoda Tatiana ve kemanda Ludmilla’nın verdiği mini klâsik müzik konserine dar yetişen “abla” ve kız kardeşlerinin ruhları öğle yemeğine giderken tıka basa doymuştur. Yemek sonrası uygulamalı Rus Mutfağı dersini kaytaran “abla” ders sonunda dağıtılan sıcacık bliny (Rus krebi) tadarken, Beef Strogonoff, ev usulü güveç ve borş çorbası** tariflerini "uzun vadede denerim belki…" diyerek alır.

Volga kenarına 937’de inşa edilen ilk kale, 15. yüzyılda kale içinde, ahşap yapı döneminde tuğladan inşa edildiğinden sıra dışı bulunan bir saray ile anılan, Korkunç İvan’ın küçük oğlu Dimitri’nin burada öldürülüşüyle saltanatın Ruric Hanedanı’ndan Romanov’lara geçtiği zengin tarih barındıran Uglich, isminin kökeni, rehberin demesine göre "hem kömür hem köşe anlamına gelir…" Dimitri’nin anısına 100 yıl sonra yapılmış Kan Kilisesi’nin zemini ısıtma amacıyla metalden… Ölümü haber verdiği için çanı cezalı… Yükseliş Kilisesi’nde 5 erkek sesinden etkileyici koro parçaları dinleyip topluca resim çektiren grup martı anlamında Chayka marka saat alışverişine gider. Kardeşler, 200 rubleye “abla”nın kızının ilgisini çekebileceğini düşündüğü kumaştan yapılmış ışıltılı, taç biçimli kokoş denen yerel başlıklardan alır; Antalya’daki tatilini unutamamışa benzeyen, eliyle koluyla anlata anlata bitiremeyen atletli, votka kokulu Rus’tan su alışverişi yapıp gemiye yönelirler. Günün son alışverişi, çok yaşlı bir kadından bir demet papatya, bir diğerinden bir bardak küçük yuvarlak koyu renkli yabani bir meyve, yerel rehberin demesine göre çernika, olur.

20:00’de yola, Yaroslavl’a yola çıkan gemide akşam yemeği sonrası Slavitsa folklorik müzik konseri ardından geceyi dans ederek esnetenler dışında grup, kulaklarında pek çoğu Türkçeye aranje edilmiş güzel melodilerle, günlük programdaki kuaförümüz Tatiana her zaman yeni saç modelleriyle sizin için hazır satırı altındaki lütfen saat 23:00’ten sonra koridor ve odalarımızda sessiz olalım, uyuyanları düşünelim uyarısı uyarınca sessizce odalara dağılıp uykuya çekilir.

*Zdrastvuytse Merhaba, Dobriy den iyi günler, Kak dela? Nasılsınız?, Haraşo İyi, Au vas?, Ya siz? Kak vas zavut? Adınız nedir? Menya zavut Benim adım…, Da svidanya Allahaısmarladık, Spasiiiba Teşekkür ederim, Pajaalusta Lütfen, İzvinitsze Özür dilerim

**Borş çorbası 2 litre için : 300 gr. Pancar, 300 gr. Lahana, 300 gr. Patates, 100 gr. Havuç, 100 gr. Soğan, 60 gr. Salça, 40 gr. Yağ, 20 gr. Şeker, 2 çorba kaşığı sirke, 1,5 litre et/tavuk suyu, maydanoz: Et suyunun kaynamasını beklerken, pancar, havuç, soğan, patates, lahana küçük uzun parçalar halinde doğrayın. Patatesi et suyuna katarak kaynatın. Pancar, havuç ve soğanı tavada 40 gr. yağda yumuşayana kadar çevirin. Yumuşayınca salçayı ekleyip 2-3 dakika daha pişirin. Tavadaki tüm malzemeyi, kaynamakta olan patatesli et suyuna ekleyip tekrar kaynayana kadar karıştırın. Lahana ve maydanozu ekleyip şeker ve sirkeyi de koyduktan sonra 1 dakika kaynatıp altını kapatın. Tencerenin kapağını kapatıp yarım saat kadar dinlendirin. İstenirse sarımsak ve kırmızı dolmalık biber de eklenebilir.

19 Mart 2009 Perşembe

Volga Gezisi üçüncü gününde “abla” ve grup, Moskova’yı gezmeyi bitirip limandan ayrılarak Ugliç’e doğru yola çıkarlar.

26 Temmuz sabahı, geminin 3. kat arka bölümündeki Restoran Volga’da, oturuma ara vermiş Birleşmiş Milletler uğultusu içinde kahvaltı eden ekip, bir önceki günkü gibi 5 numaralı otobüse doluşup şehre inerler. Günlük programa göre hava, gündüz +23 derece, gece +13 derece parçalı bulutlu.

Suyla çevrili hendeği, ahşap köprüyle aşan ekip rehberin "Kremlin, kale demek, bu alandaki binalar alttan tünellerle birbirine bağlı" diye açıkladığı Katedraller Meydanı’na girerler. Meydanın bir yanında Arsenal (Güvenlik Binası), karşısında katedrallerden daha yüksek olacağı anlaşılınca baskılar üzerine 4 katı toprak altına çekilen 4 katlı Komünist Parti BinasıÇar’ın Topu; düşmanı yıldırma amaçlı, tek güllesi 1 ton, arabası 15 ton, kendi ağırlığı 40 ton, hiç atış yapmamış!.. Çariçe’nin Çan’ı, 200 ton ağırlığında, 1733’teki yangında su dökülünce 11 tonluk bir parçası kopmuş, bu da hiç kullanılmamış…

Kulaklıklarından ulaştığına göre Cebrail (Arkangelsk) Kilisesi, 54 Çar’ın mezarını barındırmakta... Ekip burada, 3 erkek ve siyah giysili başları örtülü 2 kadından oluşan koroyu dinleme imkânı bulur. Küçük bir kilise olan Meryem’in Eşarbı Kilisesi önünden geçilerek, girilip gezilen ve geçmişte 4 kez yanan, Göğe Yükseliş, Tecelli anlamında Uspenskiy Katedrali, zengin gümüş ikonalarla bezeli, Korkunç İvan’ın taç giyme törenine tanıklık etmiş.

Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi’nde, 3-4 yy portre, 14.yy Bizans ikona, 14-20.yy Avrupalı ressamların eserlerini görüp, o hızla tam karşısındaki İlya Glazounov Galerisi’ne giren “abla” ve kız kardeşleri, İndra Gandhi gibi devlet başkanlarının portrelerini de yapmış çağdaş ressamın, Bedri Baykamvâri, Gorbaçov’lu, mafya’lı, uyuşturucu’lu, kadın ticareti konulu, politik içerikli, duvar boyu çok büyük resimlerini beğenirler.

Günlük programda, Lütfen saatlere dikkat edelim! denilerek belirtilmiş gemide son bulunma saati 17:15’ten bir buçuk saat önce galeri önünde, salaş bir taksi ile fiyatta anlaşamayan “abla” ve kız kardeşleri, özel araçların da taksi olarak çalıştığını söyleyen rehberin öğrettiği şekilde, bu kez, bir 4x4 durdururlar. Öne oturan ortanca kız kardeşle, İngilizcesi “abla”nınkinden kötü, kibar Rus Valera Bey’in ite kaka sohbeti, oğlunun Volga’da balık tuttuğu... noktasında kilitlenince yolun limana kadarki bölümü sessizlik içinde sürer. Bir gün önce alışveriş edilen, tezgâhtar kızlardan birinin Türklerle karşılaştığını anladığında Kenan İmirzalıoğlu demeye çalıştığı market önüne gelindiğinde, kardeşlerdeki nereye gidildiği konusundaki güvensizlik/belirsizlik giderilir, Valera Bey’e 400 Ruble ödenir teşekkürlerle vedalaşılır.

“Abla” ve kız kardeşleri, gemiden ayrılmadan önce resepsiyona bıraktıkları anahtarlarını alıp odalarına çıkarlar. Volga’ya bağlanan yapay Moskova Kanalı’nda ilerlerlerken 5. kat Konferans Salonu’nda Kaptan’ın konuşması üzerine, rehberin çevirisiyle "Kaptanımız herkese ne diyor? Hayırlı yolculuklar diyor" demesi ardından tüm yolcularla birlikte kadeh kaldırılır; sağlığınıza anlamında "na zdrovoje!"

Moskova, deniz seviyesindeki St. Petersburg’dan 161,75 m yüksekte olduğundan gemi, 50 km uzunluğundaki Moskova Kanalı’ndan Moskova Nehri’ne ulaşana kadar 6 kez havuza girmekte. Bu işlem, yaklaşık iki geminin girdiği alanın giriş-çıkış kapıları kapatılıp havuzun suyu çekilerek, geminin her seferinde yaklaşık 10 m. inmesi sağlanarak yapılmakta. 1700 km’lik yol boyunca aynı şekilde, toplam 16 adet havuzda tekrarlanan ilginç, dar havuzlarda personel için aşırı dikkat gerektiren operasyonla iki kent arasındaki yükseklik farkı giderilmekte…

Volga Gezisi ikinci gününde “abla” ve grup, günışığında ve gece “ışıklar altında” Moskova’yı gezerler.

25 Temmuz sabahı bir gece önce kapıların altından atılan ertesi günün programında Lütfen hoparlörünüzün sesini açmak için düğmeyi sağa doğru çevirin denilerek belirtildiği gibi 07:15’te genel mikrofondan uyandırılan grup, sabah kahvaltısını en az beş dilin konuşulduğu Babil Kulesi atmosferi içinde geminin diğer yolcularıyla birlikte yapıp limanda bekleyen 5 numaralı otobüse biner. Trafiğin çok sıkışık olduğu caddelerde dura kalka ilerleyerek yapılan şehir turu sırasında rehberin anlattıklarından “abla”nın küçük defterine not düşülenler; "17 milyon kişinin yaşadığı Moskova’da 9 milyon kişi metro yolcusu, dolmuş ulaşımı burada da var… Moskova’nın 1/3’ü bitki ile örtülü… okuma-yazma %97’lerde… bir milyon Müslüman var… sağlık hizmeti ücretsiz, kalabalık yüzünden bizdeki bıçak parası sistemi işlerlikte… bir milyon kişinin buzdolabı yok… Soğuk savaş yüzünden raylar, standarttan geniş döşenmiş… geçtiğimiz, Hitler’in kente girişini engelleyen köprü, öyle emin ki, vereceği akşam yemeğinin davetiyesini bile bastırtmış adam, bombalar yüzünden bir ucu yanık bir tanesi sergiliyorlar… Dinamo Stadyumu, Duma, çatısından Sibirya’nın görüldüğü rivayet edilen KGB Binası, Komünist Parti Binası, 3000 odalı Moskova Oteli…"

Kanallar üzerindeki kemerli, güzel taş köprülerde metal ağaçlarda asma kilitler; aşk adakları! Genç evlenip, yerel rehberin demesine göre maçoluk yüzünden çabuk boşanan Rusların, gelini kucakta köprüden geçirme geleneği ile köprüden geçti gelin… türküsünü hatırlayan “abla”, sokaklarda, meydanlarda gördüğü limuzin+gelin kombinasyonunu saymayı, ilk yarım günde bir elin beş parmağını aşınca bırakır. Gruptan bir sevgili arkadaş daha sonra, bu durumla ilgili şu müthiş saptamayı yapacaktır; bir nikâh memuru bile bir günde bu kadar gelin görmez!

“Abla” ve kız kardeşlerinin ilk kez bir gezide, uygulanışını beğeniyle gözledikleri, rehberin grubuna dağıttığı kulaklıklar aracılığıyla kurduğu tek yanlı iletişim: 80 metre çaplı alanda, kardeşler sağda solda fotoğraf çekerken rehberi duymayı da sağladığından pek hoşlarına gider. İş adamı Tretyakov’un Rus ressamlarının tablo ve ikonalarını topladığı evi sonra Sanat Galerisi’ne dönüşmüş. Tablolarda Büyük Petro’ya kadar erkekler sakallı… Aivazovsky’nin Karadeniz’de fırtına, batan tekneler konulu tabloları beraberce izlenir; Levitan’ın kır manzaralı tablosuna çizdiği yan yana üç kütükten oluşan minik köprü, tablonun önünden geçenlerle beraber yön değiştirerek herkesi şaşırtır!

Ünlü Arbat Sokağı Hard Rock Cafe’de yenen öğle yemeği, iç mekân düzenlemesi, tanınmış rock’çıların enstrüman, giysi, fotoğraf vs. ile “abla”nın hard rock kültüründeki geniş deliği bir nebze olsun kapatır.

Grup, adının Türkçe çevirisi Bakireler Manastırı anlamına gelen mezarlıkta, Çehov, Gogol, modern düzenlenmiş dalgalı görünümü ile Yeltsin, Rostropoviç, ilk sirk müdürü Mikunin ve aralarında kozmonot, savaş uçağı tasarımcısı mühendislerin, bilim, sanat insanlarının bulunduğu pek çok önemli Rus kişisinin mezarından sonra Nâzım’ın, Vera Tulyakova Hikmet’in mezarını görme imkânı bulur.

Moskova Kanalı boyunca süren şehir turu Gorki Parkı yanından geçerken rehber devam eder; "...eski savaş uçakları ile 600 Avro’ya havadan şehir turu yapılabiliyor… Yobazlık yok… Tecavüz yok! Rus Hamamları Fin Hamamları gibi, buharlı banyo, yapraklı dallarla sırta masaj, aynı…"

Dilek paralarını omuzları üzerinden atıp-fotoğraflama kuyruğunu geçip Sıfır Noktası’ndan kemerli bir kapıyla Kızıl Meydan’a giren gruba, geniş meydanı çevreleyen binaları tanıtan rehber, Tarih Müzesi'ni, yanındaki kulenin tepesindeki 1,5 ton ağırlığındaki yakutlu kızıl yıldızı, Devlet Başkanlığı Binası'nı, Lenin’in mumyasının yattığı granit mozoleyi, 660 m x 220 m genişliğindeki Gum alışveriş merkezini, 7 m çaplı saati, Kazan Kilisesi’ni, Çar’ın duyurularını yapıp veliahtını ilân ettiği basık sütunu, önünde köylü-asker ikilisinin örgütlediği Polonyalılara karşı direniş anısı heykel ile çekirdek grubun harika koroyu dinleme şansı yakaladığı Aziz Vasili Kilisesi’ni gösterir.

Otele dönüş yolunda rehber, Bolşoy’un restorasyon için 10 yıllığına kapalı olduğunu, kışın nehirlerin 1,5 metre kadar donduğunu, çift camlı PVC sistemini önce iki tane (dört cam) sonra da üç tane şeklinde kullandıklarını, Belarus’ların Viking kökenli Slavlar olduğunu anlatır, Rusçasıyla ilgili bir soruyu 2,5 ayda hipnoz altında sözcük öğrenerek… diye yanıtlar.

Işıklar altında Moskova Turu için alacakaranlıkta, bir sanat galerisi zenginliğindeki metroya inen grup, tavanları sosyal içerikli mozaik madalyonlarla süslü Belaruskaya, vitraylı Novodskaya, Lenin mozaiği ve kristal avizeli muhteşem Komsomolskaya, Kiev’e giden trenlerin geçtiği Kievskaya ve yer üstündeki olayları anlatır 80 bronz heykelli İhtilal Meydanı istasyonlarını inceleme imkânı bulur.

Günün son durağı, zengin çocuklarının son model araba ve hemen hemen aynı hacim ve muhtemelen fiyatta motorsikletlerini birbirlerine gösterip yarıştıkları sekiz şerit caddelerden geçip ulaştıkları Zafer Meydanı. Ortasındaki 1941-45 arasında yapılan ve 1110 gün süren savaşın aşamalarının 10 cm’de bir anlatıldığı Zafer Takı’nın yüksekliği 110 m.

"Abla" ve kız kardeşleri Moskava'ya oradan da Volga üzerinden St. Petersburg'a giden bir tura katılırlar.

24 Temmuz 2008 sabahı, saat 06:00 suları buluşup Atatürk Hava Limanı'na teslim olan "abla" ve kız kardeşler, kendilerini Tura Turizm bankosunda karşılayan, yarı aralık gözlerinden kulaklarına sabırla ulaşarak, o saate nasıl oluyorsa neşeyle; yol evraklarını, promosyon çantalarını, izlenmesi gerekli rotayı incelikle aktaran görevlilerden ayrılıp 36 kişilik grubun 9 kişilik kısmını oluşturan arkadaşlarına katılırlar.

12:15'te Moskova'ya inen grup, iner inmez tanıştıkları rehberle yerel rehberin uyarısı üzerine saatlerini birer saat geri alır, otobüse biner ve 11 gece konaklayacakları nehir gemisine gitmek üzere yola koyulurlar. Yol boyu rehberin anlattıkları; "...su denince mineralli, gazlı su anlıyorlar, pet şişeye parmağınızla bastırın gömülürse su, gömülmezse gazlı sudur, küçük şişe su 40 ruble, büyük -litrelik- şişe 90 ruble ...burası Türkiye'nin 40 sene önceki hali ...Türk ekibin yemeklerinde domuz eti yok, kahvaltı açık büfe, açık renkli salamlar tavuk eti ...alışverişlerinizi gemide size verilen kartla yapacaksınız..." Herkese kart verilip verilmemesi tartışması sırasında rehberin "...bir seferinde 17 yaşında iki kızımız aşırı alkol aldı, son günde serum vermek zorunda kaldık, gençlik engel dinlemiyor maalesef!" sözleri esefle karşılanırken limana ulaşan grubu, yerel giysiler içinde biri balalayka diğeri akordeon çalan iki adama yerel şarkılarla eşlik eden iki kız karşılar: Kızlardan birinin elindeki temiz, işli uzun şala yerleştirilmiş, ortasındaki çukurda tuz bulunan pandispanya lezzetindeki ekmekten birer parça kopararak tuza banıp gemiye geçen ekip, kenarda masumca duran, adının Max olduğu anlaşılana dek "abla" ve ekibince KGB diye anılan genç tarafından fotoğraflanır.

"Abla" ile ortanca kız kardeş, Rusça söylenişiyle chetiresta tritsat (430), küçük kız kardeş ise chetiresta dvadtsat vosem (428) numaralı odalarının anahtarını, resepsiyondaki kızların, İngilizce -azıcık da Türkçe- bilmelerine bin kere şükrederek aldıktan sonra pencereleri nehre bakan, ikişer yataklı, bol dolaplı, buzdolaplı, klozeti banyosu aynı alanda ustalıkla, güzel planlanmış sevimli odalarına yerleşip alışveriş ve keşfe çıkarlar. "Abla"nın küçük kız kardeşinin tanışıklık merkezinde olduğu, iki çift ve beş tek kadından oluşan 9 kişi, uzun nehir yolculuğunda gerekir diyerek/sanarak/yanılarak yakındaki markete gider, parmaklarını bastırarak test ettikleri pet şişe su, yoğurt, süt, kefir, bisküvi, meyve... alırlar. Geniş, düzgün cadde kenarındaki yüksek ağaçların gölgelediği parkta çay! diyerek istedikleri porselen demlikte sunulan çaydan bolca içerler. Konuşmalara kulak misafiri olan çayevi işletmecisi, ailesini Azerbaycan'da bırakmış, "Allaha çok şükür iyi!" kazandığını söyleyen geniş, güleç yüzlü Azeri; gurbette bu "yahşi" karşılaşmadan öyle duygulanır ki kardeşlerinden para almaya yanaşmaz!

Nehre bakan Liman Başkanlığı binası, kulesinin tepesinde yavaş yavaş dönen beş köşeli bir yıldız bulunan, ön ve arka cephesi eski Doğu Bloku Ülkeleri'nin sosyalist mesaj içerikli afişlerindeki gibi, eğitim, tarım, sanayi, askeri betimlemeler taşıyan seramik büyük rölyef tabaklarla süslü, güzel, eski bir bina...

Kanadalı, İngiliz, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, İspanyol, Belçikalı, Kanarya Adalarından 200'den fazla yolcu ve 100'den fazla çalışanı olan geminin adı RUS; Kiril Alfabesine göre PYCb şeklinde yazılmakta, sonuncu harf ise, yerel rehber, Rusca öğretmeninin demesine göre inceltme işareti...