Damadın kardeşinin düğününde, sol avucuna kalp biçiminde yaktığı kına silinmeden yollara düşen "abla", Selçuk, Meryemana, Şirince geleneğini bu kez, Selçuk'la Kuşadası arasında kıyıya, altın ışıltılı incecik kumsalıyla, enine boyuna yayılmış Pamucak'ı üs tutarak, kız kardeşleriyle yineler. Bir gece arayla toplanan kardeşler, bir yanı dere, öte yanı camping ile sınırlanmış, palmiyeler, çamlar ve okaliptüs ağaçları arasına ustaca gizlenmiş tek katlı, balkonlu odalardan, gül bahçesine bakan -üç yataklı- köşe odaya yerleşirler.
Motelin, yanından ayrılmayan Alman Kurdu köpeği ile dolaşan işletmecisi Doris Hanım'ın zarif talimatıyla Meryemana'ya ulaştırılan kardeşler, Fransızca konuşan beyaz giysili üç rahibin yönettiği, birlikte söylenen ilâhilerle işli, gözyaşartıcı güzellikteki ayini izler, Meryemana'ya saygılarını sunar, çıkışa yerleştirilmiş camlı kabinlerde mumlarını yakarlar. Arada küçük kız kardeşin, "yaşlılığımızda onlara bakarak yeniden yaşayacağız" diyerek yaşamdan parçalar biriktirme prensibi gereği bolca da fotoğraf çekerek, dört çeşmeden su içerler. İstanbul'dan ayrılırken "Meryemana'dan bir dileğiniz var mı?" diye sorduğu kızının "Londra'da ev ve iş", ortancanın "sağlık kaygısından kurtulması", hayatından memnun görünen küçük kardeşin "aynen devam" dileklerine, "tüm sevdiklerimle birlikte yolumu açık et" dileğini tükenmez kalemle ekleyen "abla", uzun kırmızı kurdeleyi ite kaka dilek panosuna bağlar, üzerine de iki koca düğüm atar.
2009 yılının yedinci ayının dokuzuncu günü, ilk günün ikinci durağı, kimbilir kaçıncı kez, yeni yerlerin kazılarak yerleşimle ilgili bilginin sürekli güncellendiği Efes: Üst kapıdan girerken -aynı bedelle bir yıl boyunca pek çok müzeye ücretsiz giriş sağlayan- Müzekart uygulamasına tâbi tutulan kardeşler, Kuretler Caddesi'ni izleyerek, her zaman çok eğlenceli buldukları genel tuvaleti, Celcius Kütüphanesi'ni, Su Sarayı'nı... gezerek alt kapıdan çıkarlar.
Motelin, yanından ayrılmayan Alman Kurdu köpeği ile dolaşan işletmecisi Doris Hanım'ın zarif talimatıyla Meryemana'ya ulaştırılan kardeşler, Fransızca konuşan beyaz giysili üç rahibin yönettiği, birlikte söylenen ilâhilerle işli, gözyaşartıcı güzellikteki ayini izler, Meryemana'ya saygılarını sunar, çıkışa yerleştirilmiş camlı kabinlerde mumlarını yakarlar. Arada küçük kız kardeşin, "yaşlılığımızda onlara bakarak yeniden yaşayacağız" diyerek yaşamdan parçalar biriktirme prensibi gereği bolca da fotoğraf çekerek, dört çeşmeden su içerler. İstanbul'dan ayrılırken "Meryemana'dan bir dileğiniz var mı?" diye sorduğu kızının "Londra'da ev ve iş", ortancanın "sağlık kaygısından kurtulması", hayatından memnun görünen küçük kardeşin "aynen devam" dileklerine, "tüm sevdiklerimle birlikte yolumu açık et" dileğini tükenmez kalemle ekleyen "abla", uzun kırmızı kurdeleyi ite kaka dilek panosuna bağlar, üzerine de iki koca düğüm atar.
2009 yılının yedinci ayının dokuzuncu günü, ilk günün ikinci durağı, kimbilir kaçıncı kez, yeni yerlerin kazılarak yerleşimle ilgili bilginin sürekli güncellendiği Efes: Üst kapıdan girerken -aynı bedelle bir yıl boyunca pek çok müzeye ücretsiz giriş sağlayan- Müzekart uygulamasına tâbi tutulan kardeşler, Kuretler Caddesi'ni izleyerek, her zaman çok eğlenceli buldukları genel tuvaleti, Celcius Kütüphanesi'ni, Su Sarayı'nı... gezerek alt kapıdan çıkarlar.
Sıcakta, sürücüsünü "hadi kızııım!" diye yalvartarak yol alan gönülsüz atın çektiği faytonla, üçüncü durak, zulümden kaçan ilk Hristiyanlardan Yedi Uyuyanlar'ın saklandığı, iki yüzyıl sonra uyanarak aralarına karıştığı halk tarafından öldüklerinde gömüldükleri yere varırlar. "Abla"nın iki yıl önceki Şubat sonu ziyaretine göre bazı yerleri tellerle kapatıldığından ulaşılamayan mezarları tepeden fotoğraflarlar. Asker'in Yeri'nde ıspanaklı gözleme ve ayran molası sonrası, bahçesi kenarında kendi ürettiği şeftaliyi satan kadından iki kilo şeftali alıp Selçuk'a yollanan kardeşler, kasaba girişine yakın, bir turist otobüsünü izleyerek, neredeyse tümü İngiltere'ye taşındığından, üzeri leylek ailesince işgal edilmiş sağlam tek bir sütun ve irili ufaklı taşlardan başka bir şey bulunmadığından, yerel halkın, İngiliz Çukuru diye isimlendirdiği Artemis Tapınağı'ndan kalan boşluğu gezerler.
Yedinci ayın onuncu günü, bitişikte kalan Aydın'lı amca ile teyzenin "bundan önceki gelişlerimizde akşamları hırka ile otururduk" diye şaşkınlıkla saptadıkları, yazın en sıcak iki gününden biri: Kardeşler, kahvaltıdan sonra, Kuşadası yönünde bir saati aşkın süre yürürler. Çok uzun kumsalın, "abla"nın adını bile duymadığı su sporlarının yapıldığı yıldızı bol otellerin bulunduğu öteki ucuna vardıkları yürüyüşten sonra, palmiyelerin dibine ellerinde tuğla gibi kitaplarla sabahtan konuşlanan -ağırlıklı- Alman turistlerin yanına, ahşap şezlonglara uzanarak, ılık da değil, düpedüz sıcak denize girip çıkarak, arada uyukladıklarında kitaplarının göğüslerine düşmesiyle uyandıkları, acıktıklarında işinin erbabı efendi gençlerin temiz, taze, leziz yemekler servis ettiği lokantaya gidip karınlarını doyurdukları -rölantide- bir gün geçirirler.
Yedinci ayın on birinci günü, yüzlerini denizde yıkayan kardeşler, her gün değişik ev yapımı reçellerle süslü zengin kahvaltı sonrası bu kez ters yönde, Selçuk'a doğru, henüz -nasıl olmuşsa- yapılaşmamış kumsalda yürürler. Duş alıp hazırlanırlar, Şirince'ye gitmek üzere, yarım saatte bir kapı önünden geçen dolmuşlarla, Selçuk'a yollanırlar.
"Abla"nın rehberliğinde, önce, bahçesindeki ortasında Meryemana heykeli bulunan, havuzun içindeki irice deliğe atılan dilek paralarının bir yaprak gibi salınarak ille de dışına düştüğü, Saint Jean Kilisesi'ni ziyaret ederler. Kapısında eski ayakkabı ve botlara ekili çiçeklerin yanına dikilen konuksever lokantacının saydığı menüye kulak verip, tüm Şirince'ye hakim taraçada, güzel yerel kırmızı şarap eşliğinde, kabak çiçeği dolması, çökelek doldurulup kızartılmış domates soslu çarliston biber dolması, süzme yoğurttan yapıldığı için adı kuru cacık, deniz börülcesi, "taa oraya gitmenize gerek kalmadı" şakasıyla servis edilen, masa altından sevecen Sarman'ın da sebeplendiği Tire Köftesi yerler.
Doğal esintinin soluğunun yetmediği odalarda, yılın en sıcak günlerinde geceleri, vantilatör olmasa uykuya varmak zor...
Yedinci ayın on ikinci, buluşmanın son günü, sabah denize giren, ardından uzun bir kahvaltı yaptıktan sonra kapı önündeki Kangal'ları sevip hesaplaşırlarken, işleri oğlu kızı ve eşiyle yürüten Doris Hanım'ın "ben çok kızgınken geliyorum, böyle ellerime sürünce kokusu bana iyi geliyor" diye anlattığı, limonla karışık kalıcı ıtır kokusu yayan yapraklı bitkiye üretmek üzere talip olan "abla" -daha sonra otobüste yanında oturan Ödemişli hanımın "annem bunun yaprağını, piştikten sonra ocaktan almadan kabak kompostosuna koyar" dediği- ıslak pamukla sardığı sapları yolculuğa hazırlar.
Kardeşler, saat 16:00'da Bursa, 18:00'de Burhaniye ve 21:30'da İstanbul'a, evlerine yollanacakları son günü, hareket saatlerine dek Selçuk Müzesi, İsa Bey Camii ve St. John Bazilikası'nı gezerek geçirme niyetiyle, eşyalarını otobüs yazıhanesine bırakıp müzeye yollanırlar. Girişteki salonda, camlı bir masa içinde yanında bir taş parçası bulunan, 22.8.2007 tarihli, Jos van Laverne imzalı mektup, "abla"nın ilgisini çeker: 25 yıl önce geldiği Efes'te, Amfi tiyatro'nun giyinme odasından aldığı taş parçasını, zaman içinde bilinçlenerek, "...herkesin bir taş alması halinde bunca yılda Efes'te görülecek bir şey kalmazdı..." noktasına varan Hollandalı, "...geçmişte yaptığım hata için büyük özürlerinin kabulünü dileyerek..." geri yollamış.
Günün ikinci durağı İsa Bey Camii'ne giden Anton Kallinger Caddesi üzerinde rastlanılan gözleri çapaklı iki bebek kedi önüne, bezgin ifadeli bakkaldan alınan süt, ve -akılları kesmese de- bir gün önce sosis yediklerini söyleyen bakkalın önerisiyle sucuk konur.
Camide, sırtları açık, şortlu, başları örtülü Rus turist kadınlar halının üzerine oturmuşlar, rehberleri hanımın yanındaki adamın anlattıklarının çevirisini dinlemekteler... Demeye kalmadan güler yüzlü adam, minberin kıyısına yönelir, krem rengi cübbesini giyer, başlığını takar, rahlesi önüne çöker, mikrofonunu kontrol eder ve gürül gürül yankılanan sesle bir Fatiha okur. Hızla toplanıp giderken, turistlerin ne sorduklarını merak ederek yolunu kesen "abla"ya, elindeki Kiril Alfabesiyle yazılmış Kur'an'ı ve yukarıyı göstererek, "Allah'la," der "bizim aramıza kimse giremez, kimse karışamaz!".
Ortancayı yolcu etmeden, çarşı içindeki su kemerleri üzerindeki leylek halkını da görsünler isteyen "abla"nın rehberliğinde havuzun kıyısında bir lokanta bulup yerleşen kardeşler, Ejder Restaurant'ın sahibi, 35 yıl önce Urfa'dan göç etmiş Mehmet Bey'le hanımının hazırladığı, yeğeninin servis ettiği, nefis az acılı kırmızı biber dolmasını, sıcak yaprak sarmayı... afiyetle yerken bir yandan da yıkılmaya yüz tutmuş iki evin dayandığı iki sütun dışındaki tüm su kemeri ayaklarına yerleşmiş leylekleri gözlerler.
Bursa yolcusunu uğurladıktan sonra St. John Bazilikası'nı gezmeye giden "abla" ile küçük kız kardeş, Hz. İsa'nın annesi bakire Meryem'i Kudüs'ten buraya getirdiği söylenen, Yuhanna İncili yazarı St. John'un mezarının bulunduğu, -camlı bir masadaki makete bakılırsa yapıldığında görkemli, güzel bir yerleşim olan- bazilika, "Kutsal İlahiyatçı" anlamına gelen -Selçuk'un adının da geldiği- Ayasuluk Tepesi'ne yerleşmiş.
Zaman tükenir; evine, Burhaniye'ye doğru yola çıkacak olan "abla", 3,5 saat sonra kendi evine yollanacak olan küçük kız kardeş tarafından el sallanarak uğurlanır.
Yedinci ayın onuncu günü, bitişikte kalan Aydın'lı amca ile teyzenin "bundan önceki gelişlerimizde akşamları hırka ile otururduk" diye şaşkınlıkla saptadıkları, yazın en sıcak iki gününden biri: Kardeşler, kahvaltıdan sonra, Kuşadası yönünde bir saati aşkın süre yürürler. Çok uzun kumsalın, "abla"nın adını bile duymadığı su sporlarının yapıldığı yıldızı bol otellerin bulunduğu öteki ucuna vardıkları yürüyüşten sonra, palmiyelerin dibine ellerinde tuğla gibi kitaplarla sabahtan konuşlanan -ağırlıklı- Alman turistlerin yanına, ahşap şezlonglara uzanarak, ılık da değil, düpedüz sıcak denize girip çıkarak, arada uyukladıklarında kitaplarının göğüslerine düşmesiyle uyandıkları, acıktıklarında işinin erbabı efendi gençlerin temiz, taze, leziz yemekler servis ettiği lokantaya gidip karınlarını doyurdukları -rölantide- bir gün geçirirler.
Yedinci ayın on birinci günü, yüzlerini denizde yıkayan kardeşler, her gün değişik ev yapımı reçellerle süslü zengin kahvaltı sonrası bu kez ters yönde, Selçuk'a doğru, henüz -nasıl olmuşsa- yapılaşmamış kumsalda yürürler. Duş alıp hazırlanırlar, Şirince'ye gitmek üzere, yarım saatte bir kapı önünden geçen dolmuşlarla, Selçuk'a yollanırlar.
"Abla"nın rehberliğinde, önce, bahçesindeki ortasında Meryemana heykeli bulunan, havuzun içindeki irice deliğe atılan dilek paralarının bir yaprak gibi salınarak ille de dışına düştüğü, Saint Jean Kilisesi'ni ziyaret ederler. Kapısında eski ayakkabı ve botlara ekili çiçeklerin yanına dikilen konuksever lokantacının saydığı menüye kulak verip, tüm Şirince'ye hakim taraçada, güzel yerel kırmızı şarap eşliğinde, kabak çiçeği dolması, çökelek doldurulup kızartılmış domates soslu çarliston biber dolması, süzme yoğurttan yapıldığı için adı kuru cacık, deniz börülcesi, "taa oraya gitmenize gerek kalmadı" şakasıyla servis edilen, masa altından sevecen Sarman'ın da sebeplendiği Tire Köftesi yerler.
Doğal esintinin soluğunun yetmediği odalarda, yılın en sıcak günlerinde geceleri, vantilatör olmasa uykuya varmak zor...
Yedinci ayın on ikinci, buluşmanın son günü, sabah denize giren, ardından uzun bir kahvaltı yaptıktan sonra kapı önündeki Kangal'ları sevip hesaplaşırlarken, işleri oğlu kızı ve eşiyle yürüten Doris Hanım'ın "ben çok kızgınken geliyorum, böyle ellerime sürünce kokusu bana iyi geliyor" diye anlattığı, limonla karışık kalıcı ıtır kokusu yayan yapraklı bitkiye üretmek üzere talip olan "abla" -daha sonra otobüste yanında oturan Ödemişli hanımın "annem bunun yaprağını, piştikten sonra ocaktan almadan kabak kompostosuna koyar" dediği- ıslak pamukla sardığı sapları yolculuğa hazırlar.
Kardeşler, saat 16:00'da Bursa, 18:00'de Burhaniye ve 21:30'da İstanbul'a, evlerine yollanacakları son günü, hareket saatlerine dek Selçuk Müzesi, İsa Bey Camii ve St. John Bazilikası'nı gezerek geçirme niyetiyle, eşyalarını otobüs yazıhanesine bırakıp müzeye yollanırlar. Girişteki salonda, camlı bir masa içinde yanında bir taş parçası bulunan, 22.8.2007 tarihli, Jos van Laverne imzalı mektup, "abla"nın ilgisini çeker: 25 yıl önce geldiği Efes'te, Amfi tiyatro'nun giyinme odasından aldığı taş parçasını, zaman içinde bilinçlenerek, "...herkesin bir taş alması halinde bunca yılda Efes'te görülecek bir şey kalmazdı..." noktasına varan Hollandalı, "...geçmişte yaptığım hata için büyük özürlerinin kabulünü dileyerek..." geri yollamış.
Günün ikinci durağı İsa Bey Camii'ne giden Anton Kallinger Caddesi üzerinde rastlanılan gözleri çapaklı iki bebek kedi önüne, bezgin ifadeli bakkaldan alınan süt, ve -akılları kesmese de- bir gün önce sosis yediklerini söyleyen bakkalın önerisiyle sucuk konur.
Camide, sırtları açık, şortlu, başları örtülü Rus turist kadınlar halının üzerine oturmuşlar, rehberleri hanımın yanındaki adamın anlattıklarının çevirisini dinlemekteler... Demeye kalmadan güler yüzlü adam, minberin kıyısına yönelir, krem rengi cübbesini giyer, başlığını takar, rahlesi önüne çöker, mikrofonunu kontrol eder ve gürül gürül yankılanan sesle bir Fatiha okur. Hızla toplanıp giderken, turistlerin ne sorduklarını merak ederek yolunu kesen "abla"ya, elindeki Kiril Alfabesiyle yazılmış Kur'an'ı ve yukarıyı göstererek, "Allah'la," der "bizim aramıza kimse giremez, kimse karışamaz!".
Ortancayı yolcu etmeden, çarşı içindeki su kemerleri üzerindeki leylek halkını da görsünler isteyen "abla"nın rehberliğinde havuzun kıyısında bir lokanta bulup yerleşen kardeşler, Ejder Restaurant'ın sahibi, 35 yıl önce Urfa'dan göç etmiş Mehmet Bey'le hanımının hazırladığı, yeğeninin servis ettiği, nefis az acılı kırmızı biber dolmasını, sıcak yaprak sarmayı... afiyetle yerken bir yandan da yıkılmaya yüz tutmuş iki evin dayandığı iki sütun dışındaki tüm su kemeri ayaklarına yerleşmiş leylekleri gözlerler.
Bursa yolcusunu uğurladıktan sonra St. John Bazilikası'nı gezmeye giden "abla" ile küçük kız kardeş, Hz. İsa'nın annesi bakire Meryem'i Kudüs'ten buraya getirdiği söylenen, Yuhanna İncili yazarı St. John'un mezarının bulunduğu, -camlı bir masadaki makete bakılırsa yapıldığında görkemli, güzel bir yerleşim olan- bazilika, "Kutsal İlahiyatçı" anlamına gelen -Selçuk'un adının da geldiği- Ayasuluk Tepesi'ne yerleşmiş.
Zaman tükenir; evine, Burhaniye'ye doğru yola çıkacak olan "abla", 3,5 saat sonra kendi evine yollanacak olan küçük kız kardeş tarafından el sallanarak uğurlanır.