Arkadaşından aldığı maile göre, 2010 Türkiye'de Japonya Yılı etkinliklerinin açılışı ve Asya Rüzgârı 21 Kimono Gösterisi'nin yapılacağı CRR kapısındaki, "abla"nın ucuna eklendiği x-ray kuyruğu dışarı uzamakta...
Girişte, protokole davetiyelerini veren masa önündeki yığılmayı aşıp ücretsiz gösteriyi izlemek üzere salona geçen "abla", Japonya Başkonsolosu'nun, 120. yılında, Ertuğrul Fırkateyni faciası nedeniyle paylaşılan acı ile, THY'nın Irak savaşından kurtardığı Japonların vefa duygularını belirttiği konuşmayla, 2010 yılı boyunca, "uzaktaki yakın ülke" sloganıyla, Türkiye'de pekçok kentte yapılacak etkinliklerin açılışını yapar. Ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da "ben Japonca bilmiyorum..." diyerek başlayıp, -"abla"nın evyapımı terapi saydığı yazma eylemi sırasında, hızlı, karmaşık düşüncelerini düzene sokma amacıyla kurduğu, birer paragraflık uzun cümlelerin benzeriyle- doğaçlama yaparken, Türkçesinin Japoncasından iyi olmadığı izlenimi veren konuşmasıyla dostluğun altını çizer.
http://www.tr.emb-japan.go.jp/Japonya2010/index.html adresinde belirtildiği şekliyle gösteri "...Japon kültürünün mükemmelliği "kıyafet, sahne, sunum" şeklinde karşınıza çıkacaktır. Özellikle kıyafetin ağırlıkta olduğu, Japon müziği eşliğinde, geleneksel Japon kıyafeti "kimono" giymiş dansçı ve modellerin performansı sergilenecek ve günümüze aktarılan Japon kıyafet kültürünün tanıtımının yanı sıra yeni kimono kültürünün de alternatifleri sunulacaktır. Müzisyen, dansçı ve modellerce gerçekleşecek olan bu şov, yabancılar için, Japon kültürünü eğlenceli ve kolay anlaşılır bir şekilde tanıma şansı vermeyi ve Japonya ile diğer halkların dostluğunu geliştirmeyi amaçlamaktadır..."
Gösteri sonunda sahneden inip salonun yukarıda kalan kapılarından çıkan dansçı, model, şarkıcı, akrobatlardan oluşan yaklaşık 20 kişilik grup, çıkışta, uğurlamaya hazırlandıkları -bir kısmı belediye çalışanı- beylerin cep telefonlu saldırısına uğrarlar; ille de bir fotoğrafta yanak yanağa görünelim izdihamını zor bela aşan "abla"ya kalırsa, sanatçılar, "dostluk" kavramını bir kez daha gözden geçirirler.
Yıl boyu, ücretsiz, pek çok etkinliği kapsayan programın, "abla"nın ilgisini öncelikle çeken kısmı elbette, 15-17 Ocak 2010 tarihleri arasında, Maçka G-Mall'da gerçekleştirilecek, yedi filmlik, Japon sineması bölümü.
8 Ocak 2010, saat 7:43: "Abla" ile kızı, gece 00:20'de yola çıkıp 06:00'da vardıkları Ankara Otogarı AŞTİ'nin, postane üzerine denk gelen internet cafe'de, az önce -yarı uyur yarı uyanık- ettikleri kahvaltıyı hazmetmeye çalışır, 9:00'da Şereflikoçhisar'a devam edecekleri Tuzgölü Seyahat'in hareket saatini beklerken postalarına bakarlar. Otobüsün kalkacağı perona giderken baktıkları kitap sergisinde, satıcı gençle ahbaplık eder, Shambala Yayınları'nın, Atatürk fotoğraflı kapağında "Atatürk tarafından Türkiye'ye getirilen kitaplar" damgası bulunan, -"abla"nın ikinci kez okumaya başladığı Mu serisi yazarı- James Churchward'ın, Mu'da Öğretildiği Biçimde KOZMİK GÜÇLER-1 isimli kitabını alırlar.
İki saat süren, Tuz Gölü kıyısından geçen yolculuk alçakgönüllü terminalde sonlanır. Yerlisinin büyük kentlerde, Avrupa'da yaşaması yüzünden terkedilmişlik hüznü taşıyan Şereflikoçhisar, görünüşe göre askeriye olmasa köyle bucak arası bir yerde takılıp kalacak... Fotokopi çektirmek üzere bir yer aradıkları süre boyunca "abla" ile kızı, kasabaya gelmiş niyeti belli olmayan yabancılar gibi kuytulardan gözlenirlerse de aralarında geçen "...bir kırtasiye bulsak..." konuşmasına, anında katılıp yolların tarif edildiği, katıksız yardımseverlikle de desteklenirler.
Son zamanlarda, bu mevsim için havanın çok yumuşak olduğunu belirten, "yılın bu zamanı yerde kar buz olurdu..." diyen taksici tarafından, çok geniş katılımlı Tuz Gölü 09 Tatbikatı'nın merkezi "askeriyeye" ulaştırılan "abla" ile kızı, botları dahil üstleri aranıp, erlerin nizamiyeye taşıdıkları plastik masalardan biri çevresine, kendilerine katılan, görünüşü, öncelikle kilo açısından, epey değişmiş damat ile birlikte dizilirler. Yumuşak, sıcak gün ışığıyla yıkanan bakımlı bahçe, yemin töreni saati 15:00'e dek, Anadolu'nun dört bir yanından gelen arkadaş, ana-baba, kardeş, eş, hatta bir kaç küçüğün katılımıyla giderek dolar.
Nihayet, büyük patırdıyla toz duman arasında koşarak tek sıra, yemin töreninin yapılacağı salona giren askerler, komutanlarının talimatlarını dinler, saygı duruşu ardından gümbür gümbür İstiklâl Marşı'nı söylerler. Kalabalık, salona sığmadığından, töreni bahçeden, açık pencerelerden naklen izleyen "abla", gruplar halinde edilen, içtenlikli ve duru yemin metnini not eder: "Barışta ve savaşta, karada, deniz ve havada, her zaman ve her yerde, milletime ve cumhuriyetime, doğruluk ve muhabbetle hizmet, ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip, icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda edeceğime namusum üzerine and içerim!"
Kendisi gibi töreni pencereden izleyen, içerideki oğulcuğuna gözü ilişince yanındakine, "...bizi askerimizden soğutmak isteyenler var, ama onlar hiç bir zaman başarılı olamaz, çünkü biz analar çocuklarımızı hiç bırakmayız, her zaman çocuklarımızın yanındayız..." diyen anneye oranla, gözü kuru "abla", kültür emperyalizmi, çok uluslu şirketler... gibi tanımlamaların ne anlama geldiğini anlayalıberi savaşların artık, -ne yazık!-, çok daha başka alanlarda kazanılıp kaybedildiğinin bilincindedir.