21 Aralık 2010 Salı

Konya'daki son gününde "abla", Sille Köyü'nü, Meram'ı, Tavus Baba ile Ateşbaz-ı Velî'yi ziyaret eder.

Kızının Reiki öğretmeninin, nasıl yapılacağını öğretip önerdiği birkaç hareketi hayatına katmak üzere edindiği Tibet'in Gençlik Pınarı kitabından çektirdiği fotokopileri, bir göz atıp, pek açmadığı bir dolaba tıkan kendisi değilmiş gibi, sabah sessiz dergâhın meydanına, bir gün önceki saatte koşarak inen "abla", orada sadece, Tibet Hareketleri için rehberlik eden katılımcı beyi bulur; beş on dakika sonra gelip esnek bedeniyle hareketleri su içer gibi yapan hanımın eklenmesiyle, elbette bir gün öncekinden daha iyi performans sergileyemeden, bir gayret hareketleri tamamlar.

9:30'da toplanıp yola koyulan, kar güzeli Konya'dan sekiz km. uzaklıktaki, rehberden adının, ortasından geçen, ikide bir taşarak ahalisini, -şimdilerde baraj gölüyle kontrol altına alınmış- selle boğuşmak zorunda bırakan sudan gelme olduğunu öğrendikleri, mübadelede yerlisinin büyük kısmı göç etmiş, Romalılara ait anlamına Rum köyü Sille'ye varan katılımcılar otobüsten, Sille Konak isimli hem kendisi, hem manzarası büyülü mekân önünde kahvaltı için inerler.

Kapısında, Sille Konak 1652 Tevellüt yazılı ahşap eski konağın içi kalabalık; üst katta sıcacık sobayla, bağrındaki oyuklarda yaşayanların anılarıyla yüklü, bilge dağa bakan pencere arasındaki uzun masaya yerleşen, rehberin "görüşme" dediği, dervişin kendisine hizmet eden her şeye teşekkürü anlamına gelen öpücüğü çoktan unutmuş, ham gelmiş, ham gideceğe benzer derviş grubu, mükellef kahvaltının keyfine dalar.

Açık büfede, ev yapımı çörek, reçel, kaymak, tereyağ, saflığı erbabınca kontrol edilen bal yanı sıra, tepeler halinde, benim! diyenin, tümünün adlarını sayamayacağı otlar var. Minik sac kaplarda servis edilen omlet, börek, masanın yanı başına konan semaver, en mızmız müşteriyi memnun edecek kahvaltının yan ögeleri. "Abla" için ise en büyük ikram, tam karşısındaki, tepesinde tozuyan incecik karla köyü esirgeyen, tefekküre dalmış derviş huzuru içindeki dağ...

Otobüs, hem İpek Yolu, hem de Roma, Bizans, Kudüs güzergâhında olduğundan önemini hiç yitirmemiş; yerleşimin ilk izlerinin 6000 yıl öncesine dayandığı köyün içinden, ahşap sütunlu Selçuklu yapısı cami önünden geçerek tırmanır. İlk Bizans imparatoru Konstantin'in annesi Helena için MS: 371'de yaptırılan Aya Eleni Kilisesi'nden, tepede Hıristiyanlarla Müslümanların bir arada yattıkları mezarlıktan, tarih saklayan höyüklerden söz eden rehber, genişçe bir düzlükte inen, buzda kaymamak için kol kola girmiş gruplar halindeki katılımcıların önüne düşer, yumuşak volkanik kaya içine oyulmuş, odaları, defin yerleriyle bir kilise kalıntısına ulaşırlar.

El ele verilip olaysız inilen tepeden, Meram Bağları'na yönelen otobüste, "abla", yol boyu, rehberin bilgi vermediği zaman aralıklarında, yanında oturduğu beyin zarif sabrını, kesintisiz sohbetiyle sınamaktan geri kalmaz.

Evliya Çelebi'nin, 1648'de ziyaret ettiğinde, "Peçevi Şehri'nin Baruthane mesiresi, Kırım'ın Sudak Bağı, İstanbul'un yüz yetmiş beşten fazla bahçe ve yanında gülistanları, Tebriz'in Sehcihan Bağı, bu Konya'nın Meram mesiresinin yanında bir çemenzâr bile değildir." dediği Meram'da duran otobüsün yolcusunu, atkestanesi ağaçlarının sarısı düşmüş su bendi boyunca, karlı, buzlu patikayla Tavus Baba Türbesi'ne ulaştıran rehber anlatır: "Baba denir ama aslındaTavus Hatun diye de bilinir. Hindistan'dan baba ile kızı yanlarında tavusla gelip bu tepeye bir kulübe yapıyorlar, güzelliği simgeler tavus, topraktan akrepleri temizliyor. Baba çok güzel rebap çalıyor, kimse görmüyor, sesine hayran kalanlar yıllarca aşağıdan dinliyorlar, adam ölünce, kız, ben bu yaşımda ne yaparım, nasıl yalnız yaşarım deyip kimseye bildirmeden babasını kulübenin eşiğine gömüyor, onun gibi rebap çalmaya devam ediyor. Bir gün rebabın sesi kesiliyor, gidip bakanlar kulübede, bir rebap, bir eşarp, bir kaç da tavus tüyü buluyorlar..."

Bir sonraki durak, Dünya'daki tek aşçı türbesi, Ateşbaz-ı Velî Türbesi: Türbe içinde, sandukanın berisindeki ufacık alanın bir otobüs dolusu insanı alışına şaşıp kalan "abla", ziyaretini yapar çıkar. Bir kıyıda yaşlı bir kadının, naylon torbalar vererek kalabalığı yönlendirdiği tuz dolu tepsiden, birkaç çorba kaşığı alır, bir düğüm attığı küçük torbayı bel çantasına yerleştirir. Dağıtılması önerilen, konduğu kavanoz yıkanmadığı sürece bereketi sürecek tuzla ilgili olarak "abla", "böyle şeylere inanma(m)!" diyecek olanlar için, bir de Yeni Çağ açıklaması geliştirir: "Kristallerin enerji emdiği, taşıdığı, saçtığı bilinen bir şey, tuz da kristal olduğuna göre..."

"Ateşbaz, ateşle oynayan demek" diye anlatır rehber, "Mevlâna'nın katılacağı bir iftar yemeği hazırlığı sırasında odun bitince telâşa kapılıyor, gidip Mevlâna'ya söylüyor, o da ayakların ne güne duruyor, sür kazanın altına diyor. Ateşbaz denileni yapıyor, yemeğin pişmesine yakın içine bir şüphe düşüyor, şüphe yüzünden ayak başparmağı yanıp kararıyor. Huzura vardığında Pîr görmesin diye yanık parmağı diğeriyle örtmeye, gizlemeye çalışıyor, derviş selamı sırasında öğrenmiştiniz ya, bir başparmak diğeri üzerinde, bundan..."

Dergâha dönüşte, meydanda, sobanın başında evin çalışanı hanım ile yardımcısının yaptığı ıspanaklı, patatesli gözlemeler, lezzeti esrarını koruyan ayranla, soba üzerinde demlenmekte olan Tokat usulü keşkek de, tepsi dolusu tepeleme kütür kütür roka ile afiyetle yenir, üzeri cevizli pekmez peltesiyle süslenir.

Akşam üzeri, uçakla dönecek olanlar havaalanına uğurlanır, gece 23:00'te otobüsü kalkacak olan "abla" küçük sırt çantasını toplar, bir grup bir başka dergâha gider, döner. Bu trafik arasında, evin hanımı, bir gece önce yenilen, çok beğenilen bamya çorbası için getirttiği, her biri birer nohut büyüklüğündeki, ipe dizili kuru bamyayı kevgire koyup iyice ovalayarak, "püf noktası budur..." deyip tarife geçer:

"...2 kişi için 50 gr. kuru bamya yeter, plastik kevgirde iyice ovalanmazsa pişmez, ağza batar; iple suya at, bir tutam limon tuzu koy, yumuşayana dek kaynat, süz, ipini sıyır. 2 orta boy soğanı yemeklik kıy, kavur, azıcık biber salçası, 1 kaşık domates salçası koy, üzerine bamyayı ekle; etli istenirse minik doğranıp kavrulmuş 100 gr. etle beraber, azıcık limonlu, 1/4 oranında bol suda helmelenene dek uzun uzun pişir."

Düzenli olarak, abonesi olduğu paralı kanal tarafından aranıp üç kuruş daha fazla ödeyip şuna, beş kuruş ödeyip bir de buna sahip olacaksınız türünden kampanya tanıtımlarına uğradıkça her seferinde, bana bu kadarı yeter, açık havada olmak istiyorum diyerek pazarın dışında kalmayı başaran, hedefi televizyon denen bağımlılıktan tümden kurtulmak olan "abla", konuk oldukları dergâhlarda baş köşede, -günümüzün tartışmasız tanrılarından- TV olmadan da pekalâ yaşandığını, artan zamanın ötekiyle kaynaşmaya kaldığını, böylece iki-üç gün gibi kısacık sürede içten pek çok dostluk doğduğunu saptamaktan sevinç duyar.

Gece ilerler, yola çıkış saati yaklaşan "abla", sıkı sıkı sarılıp vedalaştığı, kendisini dış kapıya dek uğurlamakta ısrar eden zarif insanlar tarafından sevgiyle yolculanır. Otogara gidecek minibüse dek kendisine, bilge tebessümü hiç eksilmeden eşlik eden kardeşi bir başka güzelliktir; "abla" sanki evine gidiyor değil de, evinden gidiyor gibidir.

Döner dönmez kendisini arayan, Dünya üzerindeki çok sayıdaki şeyhe karşın, güvenilir kaynaklardan, aslında sadece birkaçının kriterlere uygun olduğunu öğrenip kendisiyle paylaşan, kısa tanışıklığı kısacık zaman aralığında birmilyonkalem'in yardım kampanyasında çorbada bir tutam tuza dönüştüren, "sarı fincanlı kız" olarak kodlanıp "abla" öyküsünde rol almayı dileyen, "fan'ın olayım abla" demekle kalmayıp gider ayak aldığı iki paket şekeri "yedikçe bizi hatırlarsın" diyerek hediye eden, ilginç rastlantı birkaçı ile Giritlilik orta paydasını yakaladığı, meydanda hiç yabancılık hissetmeden dolanırken boş bulduğunun yanına oturduğunda iki satır sohbet arasında ruhunu, ruhlarına dokundurduğu, bazıları gelmekte olanı sezen eşlerinin desteğiyle çok güçlü, İzmir, İstanbul, Antalya hatta Kıbrıs'tan, yaklaşmakta olan yeniden Altın Çağ'ın mimarları muhteşem kadınların, güzel insanların her biri ile tanışmış olmaktan çok mutlu "abla" evine, Konya'ya gidişinden daha büyük, daha güzel, daha doğru, daha iyi biri olarak döner.

Hiç yorum yok: