Uzun uzun batıya doğru uçarken güneşle yarışan uçak Atlantik Okyanusu ardından, Pasifik’e ulaşmak üzere, bir zaman da Güney Amerika kıtası üzerinde yol alır. Yerel saatle -Türkiye’den 8 saat farkla- 6:30’da Peru’nun başkenti Lima’ya inen yolcular yorgun Airbus’ı terk eder, ülkeye giriş işlemleri için mahmur bir kuyruk oluşturur. Görevlinin işaretiyle bir direk üzerindeki düğmeye basması istenen “abla” ışığın yeşil yanması üzerine atlanırken, rast gele seçimle kırmızı ışığa yakalanan katılımcılardan bir kaçının bagajı kontrol edilir.
28 Ağustos 2011 Pazar sabahı, gezinin ilk günü; havaalanı dışında esmer güzeli yerel rehber Elisa’nın güler yüzle karşıladığı grup minibüse yerleşir, incecik yağmur bulutlarıyla sarılı Lima’ya yollanır. Gruba Ica ve Paracas’ta eşlik edeceğini söyleyen Elisa, “asla yağmur yağmaz yılın bugünlerinde, yağmur mevsimi Aralık, Ocak, Şubat” der şaşkınlıkla, “burası And’ların yağmuru kestiği bölgede… Havaalanı bölgesi Callao, Lima’dan ayrı bir idari bölge, Lima Pizarro’dan sonra ağırlıklı yerleşim yeri oldu. Trafik korkunçtur, metro yok, toplu taşıma doğalgazlı otobüslerle, pazar ve erken saat olduğundan yol boş...”
Bazı sokakların girişlerindeki barikatlara dikkati çekilen grup hırsızlığın yaygın olduğunukonuşurken, grup rehberi parmaklıklara elektrik verilen Paracas’da kuş kalmadığını söyler. Kuzey Lima’da, iki yanına bir-iki katlı binalar sıralı geniş sokaklardan geçerek San Miguel alanını geride bırakan grup, çimen, kaktüs bahçeleri arasından okyanus kıyısına iner, Pasifik’e paralel ilerlemeye başlar.
Bir yanı kentin üzerine yayıldığı –Elisa, tsunami tabelasının gösterdiği gibi şiddetli dalgalardan koruduğunu söylese de kum görünümlü dokusuyla hiç güven uyandırmayan- dik yarla, diğer tarafı okyanus boyunca spor sahları, gereçleri yayılmış geniş çimenlikle kaplı yol 1980’lerde yapılmış; halk spora teşvik ediliyor, Elisa’nın demesine göre göbekli insan istemiyorlarmış. Yarın üzerinden denize bakan zengin evlerini gösterip “Barranco, Miraflores zengin semtleri… Nem yüksek ama yağışa dönüşmez genelde hava hep bulutludur.”
Grubu taşıyan minibüs, merkeze doğru irileşen kolonyal binalar arasından geçer, Miraflores’te Kennedy Parkı’nı geride bırakır, gezi boyunca ağırlı olarak konaklayacakları Casa Andina otellerinden biri önünde durur.
Dört katlı otelin asansörü yok, güler yüzlü personelin neşeyle taşıdığı bavulları ardından üstlerini bir kat kalınlaştırmak için odalarına dağılan grubun ilk gözlemi, elektrik de yok, masa üzerinde yanında bir kutu kibritle mum durmakta. Kıştan bahara geçmekte ülkede, sabah serinliğinde, koka çayı, papaya, mango ve –“abla”nın pek beğenip gezi boyu favorisi olan- soğanla kavrulmuş lezzetli patatesle kahvaltı eden grup minibüse doluşur şehir turu için yola koyulur.
Yerel rehberden, –tümü gürül gürül İngilizce bilip konuşabilen grubun tek özürlüsü- “abla” için grup rehberinin yaptığı çeviriye göre, “Miraflores’teyiz, ilk cazibe noktası Aşk Parkı, burası terörün bitişi adına, devlet önerisiyle savaşma seviş sloganıyla yapıldı. Lima 43 bölge, 10 milyon nüfuslu, Peru 30 milyon, olanakları barındıran başkentler gibi göç alıyor, nüfusun %54’ü kıyıda balıkçılıkla geçiniyor. Güney kutbundan gelen Humboldt Akıntısı suyu soğutuyor, soğuk su fazla oksijen barındırdığından balıklarda çeşitlilik fazla… Lima İspanyolların kurduğu en eski şehir, Pizarro altın, gümüş, bakır için işgal ettiğinde burada yerleşim vardı, 1535’te Kralların Şehri adını verdi… 1900’lerin başında yazlık olarak kullanılırken 1940’tan sonra yaz-kış yerleşildi. 60 yılda 800 bin kişi eklendi.”
Plajda çocukların yaptıkları kumdan kalelere benzeyen yarla ilgili, gruptan gelen “tehlike oluşturmuyor mu?” sorusunu Elisa “gayet tehlikeli, yarın 70 m. gerisinde olması gereken yerleşim çok beride” diye yanıtlar, şu ana kadar bir şey olmamış.
“Abla”ya Karadeniz yaylalarını hatırlatan bulut içindeymiş duygusuyla ilgili, “nem %100’dür,”der Elisa, “ciltte bir tabaka hissedersiniz”. Pueblo Libre Caddesi’ni süsleyen üç tekerlekli mototaksiler arasından yol alırken 1600’lerden kalma kiliseyi gösterip ekler, “nüfusun %81’i Katolik...”
Grup, Ulusal Arkeoloji Antropoloji Müzesi’ne girer. Elisa anlatır, Reyhan çevirir, “abla” yetişebildiğince gerçeği “yeniden, kendince” not eder: “Humboldt Akıntısı, Andlar’ın etkisi, 8 farklı kategoride 28-30 ayrı iklim özelliği gelişmesine neden olmuş… Homo Sapiens Kuzey Amerika’dan geldi 25.000-15.000 arası burada yaşadı”
Bir İspanyol soylusunu yazlığından müzeye dönüştürülmüş kolonyal avlunun sütunları altında camekânlarda maketlerle canlandırılan tarihi gelişim: “Büyük yapraklı bitkilerle beslenen armadillo, mamutlar… İÖ 9000’e dayanan ilk insan izleri, yüksek mağaralara ölülerini Şamanların yönettiği törenlerle gömüyorlar, avcı-toplayıcı toplumun yerleşik düzene geçişi, İÖ 8000 tarım hayvancılık, fasulye biber ilk ekilenler… İÖ 2500 Andian kültürden, ying yang gibi denge ifadesi bilekten çaprazlanmış eller… İÖ 2000’e ait Raimondi Stelası; yemek için davet edildiği çiftçi evinde masa niyetine kullanılan granitin alt yüzünde kabartmalar fark eden Raimondi, yılan saçlı, puma başlı, akbaba ayaklı, eli –Şamanların özel şartlarda transa girip dönüşüm geçirmelerine yardımcı olan halüsinojen- kaktüslü, gök, yer, yeraltını sembolize eden, –“abla”nın ilk kez Daniken kitaplarında rastladığı- Tanrı figürü, ritüellerde kullanılan dokuma, kap kacak, İS 1500-2000’e tarihlenen mısır birası chica kapları, Chavin kültürü buluntuları, Raimondi Stelası’ndakine benzeyen, elindeki deniz kabuğuyla yağmur sezonunu haber veren Tanrı kabartması, 1919’dan sonra buluntuları düzenlediğinden –grubun, Peru’nun Osman Hamdi’si diye adlandırdığı- Julio Tello, yuvarlak bir alanın ortasında yer alan kabartmalı bir tür tarım takvimi Tello Obeliski, Paracas’ta 428 mumyanın bulunduğu ölüler şehrinde şişe kesitli mağara mezarlarında bulunan, yukarıda sahibine –öldürülerek- eşlik eden hizmetkârlarıyla aşağıda değerli tekstille sarmalanmış oturur vaziyette bir grup soylu*, Puno Titicaca buluntuları, sıkıştırılıp bantlanarak deforme edilmiş kafatasları, obsidyenle yapılmış kafatası ameliyatları, Andları aşan nehir boylarında tarım yapan, olağanüstü seramik ve metal işçiliğiyle Moche kültüründen pepino, balık, asker, müzisyen, lama… formlu içki kapları, hastasını tedavi eden deforme yüzlü adam heykelciği, 11 renkli Nazca seramikleri, gözyaşları yağmuru davet eden figürle süslü davul… Kolonyal dönemde altın saf olmadığından sömürü gümüşe yöneliyor. Altın törensel, kulak memelerine çocuklukta takılan altın diskler giderek büyütülür. Inca öncesi en etkili topluluklardan Wari süsleri, büyük tekneler yapan tüccar Chincha’lar.”
Elisa, Kuzey-Güney akslı ızgara planlı Inca şehir planlarını gösterirken “şehircilik” der, “bize Pizarro ile gelmedi.” Dokumalardaki işçiliğe dikkat çeker; “tören giysileri incelikli geometrik kırmızı motiflerle süslenir, törenlerde değişik ürünlerin konduğu küpler kırılıp toprağa gömülür, en güzel şeyler Tanrı’ya sunu… Inca’lara kadar, asıl altın gümüş üreticisi Chimu’lar, Chimu Capac Almighty diye anılırdı.”
“Yazı yok, 400 figürle kendileri ifade ediyorlar.” Ve vitrin önüne çakılıp, sanki yüzlerce yıl önce rengârenk iplere düğümler atarak kendi yazmış da sonra unutmuş, okumaya çalışır gibi bakan “abla”nın yıllardır merak ettiği Quipu** karşısında!
Geniş, zengin müzenin alçakgönüllü bir köşesi de, Elisa’nın övünçle gösterdiği Quechua İspanyol melezi antropolog, romancı, şair Jose Maria Arguedas’a ayrılmış.
Toz gibi yağmurda arabaya binen grupta, 1890’da yapılan Brasil Caddesi’ni izleyerek tarihi merkeze inerken, 1 TL’nin 1,5 Sol (S/.), 1 USD’nin 2,7 Sol, 650 ml pet şişe suyun 1 Sol –yaklaşık 61 kuruş- olduğu konuşulur. “Ciddi boyutta işsizlik var” der Elisa, “%40 taksicilik, tezgâh açma türünden işler yapıyor, 1.200.000 arabanın 300.000’i taksi… Rimac Nehri yakınında, okyanustan 12 km içerdeki eski kent Unesco koruması altında.”
Başkanlık ofisi, Belediye türünden binalarla çevrili meydanın -Plaza de Armas- bir kenarını işgal eden 1535 tarihli Evangelist Lima Katedrali girişinde sağda, parmaklıklı süslü girintide bir rafta ufak kırmızı kadife sandık içinde Pizarro’nun külleri.
Çıkışta “abla”nın önünde merdivenlerde, en alt basamağa ulaşacağı şüpheli, çok yaşlı pembe şallı bir kadın eşlikçisinin kolunda yavaş yavaş inerken Jose Maria Arguedas Folklor Okulu öğrencileri, Amazon, Andlar ve sahil kesimini resmederek dans ve müzikle geçmeye başlar: Bir kısmı boyalı bedenleriyle yalınayak, sandaletli, kürk ayakkabılı, işlemeli yelekli, rengârenk kabarık etekli, bazısı küçük kurukafa bir grubu renkli küçük balonlarla süslü her biri başka, şapkalar, maskeler, şallar, pırıltılar ve artık grubun sıkça karşılaşacağı türkuaz mavi, narçiçeği kırmızı, ördekbaşı yeşil, safran sarısı parlak renkler içinde, oynayarak geçerler.
Sokak arasında, ardındaki iki polisin sessizce kolladığı, fosforlu sarı yeleğinin arkasında koca harflerle USD/Cura yazan gezici döviz büro/adama para bozduran, fotoğraflayan grup, İtalya’dan Fransiskenlerin, İspanya’dan Dominikenlerin gelip, ilki ile Evangelistlerin hala aktif olduğu kentte adım başı rastlanan bir Aziz ya da Azize gezdirme kalabalığına karışır. Her ayın 28’inde iş bulmak isteyenler Aziz Judas’a dua eder, eş için Yalnızlığın Azizesi’ne–“abla” son festivallerden birinde izleyip çok beğendiği Peru filmi Ekim’de gördüğü kadını, dikkatle baksa, beyaz dantel başörtülü kadınlar arasında göreceğinden emin- başvurur, belli zamanlarda tütsüler, ilâhilerle kiliseden çıkarıp sokaklarda dolaştırırlarmış.
Otoritelerini güçlendirmek isteyen Fransiskenlerin, Moorish – Arap etkisiyle ortaya çıkan İspanyol Emevi- tarzında yapıp, Sevilla’da üretilmiş seramiklerle bezeyerek, alttaki üç katlı katakompta gömülü 25 bin ölü üzerine kondurdukları Asisili Francis (Katakomplu) Kilisesi’ni gezen gruba Elisa’nın anlattıkları: “Bağışa göre hiyerarşik düzende yapılan gömüler, zamanla şehir suyuna karışıp veba salgınına neden olur, 1808’de başka mezarlık açılınca burası 1821’de kapatılır. En alt katta femur ve kafataslarıyla dolu yuvarlak çukur ile kemerler depreme karşı esneklik amaçlı.”
Katakomp girişindeki süslü, dört kollu sedyeyi geride bırakan grup, aralarında St. Leon’un koltuğu altında kendi başıyla resmedilmiş bir tablosunun da bulunduğu, duvardan duvara resim dolu, rahiplerin hazırlandıkları odayı gezer.
Hırsızlık, kaçakçılıktan uzak tutmak için Fransisken gönüllüler dışında koruması olmayan, manastırlardan toplanmış 25.000 kitabın bulunduğu kütüphaneye geçerken bahçede harika şakıyan kuş, Elisa’nın “abla”nın defterine yazdığı şekliyle Peruvian Cook of the Rocks (İsp: Gallito de la Rocas). Bir bölümü el yazması hantal görünüşlü, çok değerli kitaplardan en eskisi 1571 tarihli.
Arabayla güneye inerken Elisa anlatır; “Kadın belediye başkanı, sol partiden Susana Viaran aktiviteye önem verir. Sağda Ulusal Stadyum, elçilikler… Deprem korkusuyla fazla yüksek bina yok; 2007’deki, 7.9 şiddetindeki depremde, %45’le yerli nüfusun en yoğun olduğu Ica’da binaların sadece %20’si ayakta kaldı.”
Öğle yemeğini –kuşkonmaz çorbası, balık- Miraflores’te yiyen grup, serbest akşamüzeri saatlerini değerlendirmek üzere, öncelikli olarak, el işlerinin satıldığı, otel karşısındaki pasaja dağılır. “Abla”nın boyuna çizgili bir pantolon (20 S/.), magnet (10 S/.), dokuma şerit yumağı (5 S/.) aldığı alışveriş sonrası grup, 20 dakika yürüyerek kentin deniz kıyısıLarcomar’a varır. Okyanusa bakan kum yalıyarda üç beş katlı açık kapalı alanlarıyla yayılmış alışveriş merkezi parmaklıklarına dizilen gruba, rehberlerinin karşı tepede sis pus içinde parlayan haçı göstererek anlattıkları; “1983-1992 arası Aydınlık Yol gerillalarıyla yaşanan, geride 69.000 ölü bırakan terör olayları, Papa’nın gelip o noktadan yaptığı takdis töreni ve sonrasında savaşma seviş sloganıyla oluşturulan Aşk Parkı…”
Yorgun ve 8 saatlik fark yüzünden şaşkın bedenlerinin dayattığı 21:00’de uyuma ihtiyacı üzerine taksiye binip, otelin adını söyleyip, yaklaşık 5 dakikalık yol sonunda elle, parmak hesabıyla yapılan ödeme -10 S/.- sonrası, “abla”, adım başı buenos dias diyen güler yüzlü insanlar ülkesinde olmaktan çok memnun uykuya varır.
*http://www.youtube.com/watch?
1 yorum:
"Abla" dördüncü paragraftaki, "abla duymaz uydurur" anlamına gelebilecek düzeltmeyi sevgili rehberleri Reyhan'dan gelen mail aracılığıyla, aynen aktarmayı borç bilir:
"Merhaba Fatmacım,
Geçen hafta Likya yollarını da yürüdüm. Kemaliye, Likya derken Peru sonrası İstanbulda'yım diyebiliyorum şimdi. Derken bir konsantrasyonla okumaya başladım keyifli yazılarını. Fark ettiğim bir yanlış var. Kuş kalmayan yer Venezuela Caracas, Paracas değil. Kariyerim riske girmesin:-)"
Yorum Gönder