23 Eylül 2011 Cuma

Peru’da ikinci günlerinde “abla” grubu, Paracas’ta gezerler.

29 Ağustos 2011, Pazartesi sabahı 06.30’da Elisa ile buluşup şoför Jose ile “buenos dias”laşan grup, Lima eyaletinden ayrılıp, güneye Ica Eyaleti’ne gitmek üzere 3,5 saatlik yola koyulur. Okyanus kıyısında yol alarak Lima’yı geride bırakırlarken “Balıkçılık küçük teknelerle yapılıyor, çok riskli” der Elisa, “geceleri yüksek dalgalar yüzünden ölümler yaşanıyor, bu fiyatları etkiliyor, iyi günde 40-50 S/. kazanıyorlar ama para aracılara gidiyor. Tavuk 4-5 S/., balık 9-10 S/. Kabuklular ve ançuez ihraç ediliyor. Bir balıkçılar birliği var ama etkin değil. Güney bağların olduğu yer, yüksek sayıda kuş varlığı barındıran 60 özel doğa alanı var.”


Bir gün önce, Katakomplu Kilise’de gördükleri kütüphanedeki değerli eski kitapların korunması gibi, devletin, balıkçılığı da desteklememesi grupta hayretle karşılanırken, günler geçip de ülkenin gerçeğine –yoksulluğuna- vakıf oldukça “abla” için durum aydınlanır.


Kıraç araziye yamanmış, şehirden uzaklaştıkça çöp evlere dönüşen gecekondu mahalleleri –Favela- ile beneklenmiş toprak rengi panoramada, dümdüz yolda ilerlerken Elisa’nın,“Amerikan Yolu olarak da adlandırılan, Alaska’yı Patagonya’ya bağlayan yoldayız. Tepelerde gecekondular, deniz tarafında bazen koy kapatıp parti düzenleyen zenginlerin evleri. Favelalardan kente gelip işgaller yapıyorlar, hatta La Paz’daki bir gecekondu yerleşimi zamanla ayrı bir kente dönüşmüş. Zengin fakir arasındaki fark çok büyük, nüfusun %30’u yoksulluk sınırı altında…” diyerek anlattıkları, gruba, “abla”nın da bu konuda en iyi filmlerden biri olduğunu düşündüğü La Zona’yı hatırlatır.


“Fabrikalar gecekondulaşmayı engellemek için tepeleri ağaçlandırıyor.” Tepeler üzerindeki hasırdan barakalar “buraya ev yapılacak, legal anlamına geliyor, soldaki arkeolojik kazı alanı Inca öncesi ve sonrası güneş tapınaklarını barındırmakta. Nehir boyunda ve kanallarla sulama yapılarak kuşkonmaz, pamuk, üzüm tarımı yapılıyor.”


Kadın ve erkek ilişkileri, kadının yeri sorusunu, “aileler tutucu, kız evlâdın evlenmeden evden ayrılması hoş karşılanmıyor” diye yanıtlayan, sokaklarda öpüşülmesini yakışıksız bulan 31 yaşındaki Elisa, “ben evimden ayrı yaşıyor, çalışıp seyahat ediyorum ama biz çok küçük bir grubuz” der. “Amazon’da evlilik yaşı 14-15, yüksekte biraz daha büyük, kıyıda 20-25’i buluyor”. Maçoluk? “Oo evet, çok, erkekler kadınları aşağılıyor”


Altı ve üstüyle Peru toprakları, tarih öncesi ve sonrasıyla bu topraklar üzerinde yaşayanlar hakkındaki ilk bilgileri Daniken’in bir solukta okuduğu araştırmalarına dayanan “abla”nın,“Incalar’da da Mayalar’ınki gibi bir zamanların sonu bilgisi var mı?” sorusu, -daha sonra karşılaştığı rehberlerde de gözlediği spekülasyona pabuç bırakmama tavrı yüzünden- beklediği yanıtı almaz.


“Ica’nın ilk kenti, 1600’lerden beri yerleşim bulunan, siyahların en çok olduğu Chincha bağlık; köleler, 1854’te devlet tarafından sahiplerine para ödenerek özgürleştirildi. Afrikalıların kıyı müziğine etkileri büyük…”


Minik teknelerin beneklediği körfezin çevresi, altlarındaki beyaz evleri gölgeleyen palmiyelerle kum, çöl, Paracas.


Depremde tümüyle denize giden, bahçesi, bilimkurgu tasarımlarına benzeyen tuhaf çiçekler bitkilerle dolu güzel otelin iskelesinden, can yeleklerini kuşanıp kaptan Benny’nin sürat teknesine yerleşen grup Paracas’ta ilk olarak, rehber Johan’ın dağıttığı broşürlerde tek tek gösterdiği, Peru’daki 1780 balık, kuş, plankton türünden canlının, endemik 200 adedini barındıran Ballestas Adaları*’nı ziyaret eder.


Amerika’ya tuz ihraç edilen liman sonrası yolda ilk duraklama, Candelabro** hatırına: Kuma tepesi üzerine işlenmiş muhteşem şamdanın kim için neden yapıldığı bilinmiyor; Nazca çizgileri civarındaki dokuma ve çanak çömlek parçaları gibi materyal barındırmadığından Karbon testi de yapılamayan çizimle ilgili, hiç biri öne geçmeyen, Nazca ya da Paracas kültüründen halüsinojen kaktüs sembolü, Arjantin’li general mason San Martin anısına, korsanlar için yön belirleyici, deniz tanrısı Poseidon’un asası ve “abla”nın en aklına yatanyıldızlar, uzaylılarla bağlantılı olabileceği türünden birkaç teori var.


Hiç bitkinin görünmediği kayalık adalar çevresinde tekneyle dönenerek, gübresi çok değerli Guanay Cormorant, -yaklaşık 12 yıl yaşayıp günde 4 kg balık yiyen- Peru ve Humboldt Pelikanı, şans getiren Peruvian Booby ile dişisi 130 kilo gelebilen denizaslanlarını siesta sırasında, bıyıklarını sayacak kadar yaklaşarak gözlemleyen yolcular, 8 yılda bir toplanan çok değerli gübrenin beyaza boyadığı, mağaralarla delik deşik tepelerin kuytusundaki minik plajda, 11 ay karınlarında taşıdıkları bebelerini doğurmak üzere gün dolduran denizaslanlarını, tepelerinde de, dölyataklarını yemek için dolanan And Akbabaları’nı görür, rehberlerin, gelen tepkilere pek eğlenerek “Peru parfümü” dedikleri yoğun gübre kokusu içinden, sonra da dilekler tutularak bir kayalık kemer altından geçirilerek karaya dönerler.


Uzaktan denizin göründüğü, ince uzun dümdüz yolun ikiye böldüğü çöl ortasındaki birkaç yapıya, Paracas Ulusal Parkı hakkında bilgi edinmek için giren grubu, altında 4000 yıl yazılı cam, 1000 yıl yazılı pet, 30 yıl yazılı tetrapak, 0,5 yıl yazılı çiklet, 0,1 yıl yazılı sigara izmariti yapıştırılmış koca bir pano karşılar.


İçindeki bölmelere konmuş, incecikten mercimek görünüşünde olana kadar, gri, füme, bej, hardal, kahverengi toprak ile depremler sayesinde ortaya çıkmış 11, 36, 300 milyon yıllık kaya kesitleri ve fosiller arazi yapısı hakkında, Nazca ve Güney Amerika Platoları’nın birbirlerine yılda 2.5 cm. hızla yaklaşmalarını anlatan panolar ülkenin depremselliği hakkında bilgi verir.


Zaman zaman saatte 50 km. hızla esen rüzgâr yüzünden, -para Quechua dilinde yağmur, acca kum- “kum yağmuru” anlamında Paracas, 117.000 metrekare alana deniz yaşamını koruma amacıyla 1975’te kurulmuş. Humboldt soğuk su akıntısının sağladığı 1070 tür balık ile planktonlardan beslenen ançuezin bolluğu, küçük ekranlarda deniz dibi yaşamı, Peru “suşisi” ile ilgili The Ceviche Road panosu, açık kamyonların -özellikle Nazca Platosu’nda-neden oldukları hasar, Hong Kong’da batan konteynerden dökülüp akıntılar boyunca yüzmekte 29.000 plastik ördek… konulu panolar müzenin kuruluş amacına pek uygun.


Bir sonraki durak, Playa Roja***: Yanı başındakinin sesini duymayı engelleyen şiddetli rüzgârda, sarınıp, zahmetle ulaştıkları kıyıda gözleri önüne serilen, beride sonsuz görünen sarı çöl, -katılaşmış magma- kırmızı sahil, beyaz köpüklü dalgalar, lacivert deniz; grup sanki fovist bir tablonun içinde!


Deniz kıyısında bir lokantada, flüt, gitar ve oturduğu kutuyla müzik yapan üç delikanlıdan CD alışverişi yapan grup, öğle yemeğinde de, çok ekşi limon ve tuzla “pişirilmiş” çiğ deniz ürünlerini süsleyen soğan, marul ve yuka ile servis edilen ceviche yer, memnun kalır.


Giderek şiddetlenen rüzgârla vuruşarak ulaştıkları, çölün denizle çok yüksek yarla buluştuğu iki ayrı noktadan görünen, son depremde karayla kayaları bağlayan kemerin koptuğu söylenen, patlayan dalgalarla köpük köpük Catedral.


Sağlı sollu birkaç şamar yemişcesine sersemlemiş grup arabaya biner; burçdaşı katılımcının, “abla”yı çok eğlendiren yaklaşımla “bu yol hiçbir yere varmayacakmış gibi gözüküyor”dediği, çölü dilimleyen düz ince uzun yol, hava karardığında iki yamaç arasından kıvrılarak, temiz göğün hediyesi muhteşem yıldızlar altında, konaklayacakları Nazca’ya varır.


Palmiyeli çiçekli güzel bahçeyi çevreleyen odalarına dağılan grup, akşam yemeği sonrası kasaba meydanına yürür, parkın bir kenarına kurulu sahnedeki hiç bitmeyecekmiş görünen halk danslarını izler, havai fişek gösterisi için elinden geldiğince sabır gösterirse de, saat farkının izlerini taşıyan bedenleri gecenin serinliğiyle işbirliği edince dirençleri kırılır.


"Abla"nın burçdaşı Sema'nın objektifinden:
https://picasaweb.google.com/101792565612279317346/PeruBolivyaGezisi2Gun29Agustos2011#

Hiç yorum yok: