30 Eylül 2011 Cuma

Peru’daki dördüncü günde “abla” grubu, Kutsal Vadi, Pisac ve Ollantaytambo’da.

31 Ağustos 2011, Çarşamba sabahı 05:00’de uyandırılıp kahvaltıda buluştukları masadaki mahmur sohbet sırasında “abla”, teyzeden, ölümünden 21 yıl sonra, annesinin 70’li yıllarda Kocaeli Üniversitesi’deki hukuk kürsünün kuruluşu için kendisine yapılan teklifi reddettiğini öğrenir. Bir anlamda bu, Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı”ndan sık sık alıntılar yapan annelerinin, ortancanın kariyerine gösterdiği özenin açıklaması olmuştur.

And’ları ilk aşan pilotun adını -Jorge Chavez- taşıyan havaalanında Elisa ile Türk usulü sarmaşıp öpüşerek ayrılan, 9:15’te havalanıp bir saat sonra 3350 m. rakımlı Cuzco’ya konan grup Melbin Hanım tarafından karşılanır. Annesinin kendisine koyduğu ismi beğenmediğinden kızına “güzel ışık” anlamına gelen bir Quechua ismi koyduğunu anlatan Melbin, “yüksek irtifa baş ağrısı, uyku hali yaratabilir, sindirim yavaşladığı için fazla yememek, sık sık su içmek gerek” der, “ancak unutmayın Tanrı’ya daha yakınsınız… Orijinal Quechua okunuşuyla gırtlaktan Qosqo, Latin Amerika’nın kalbi; merkezin merkezi, göbek deliği anlamında, İspanyollardan sonra Cuzco olmuş.”


Grubun, Kutsal Vadi’ye gitmek üzere Cuzco’dan ayrılırken, 1821’de bağımsızlıklarını aldıkları caddede anıtı önünden geçtikleri “Pachacutec 9. ve en önemli kral. 380.000 kişinin yaşadığı Cuzco’nun bulunduğu eyalet 1 milyon nüfuslu.”


Çocukların uçurtma uçurduğu düzlük geride kalırken, “kış sonundayız, güneşli olması beklenirken, hava kadın gibi, aynı günde güneşli, yağmurlu, rüzgârlı der Melbin,“tepelerde kurulan kentlerde gezeceğimiz için şapka, yağmurluk, güneş kremi bulundurun, yüksekte güneş daha yakıcı…”


“Okaliptüs, kökeni Avustralya olmasına karşın, yüksek irtifaya uygun sert ağacı tercih ediliyor, mısırı rüzgârdan koruyor, yakacak olarak kullanılıyor, çok arsız olması ve suyu çekmesi olumsuz yanları… Mavimsi olanlar bebek okaliptüs ağaçları.”


İçinden geçilen köyün kuru otlarla örtülü çatıları üzerinde duran, bir haçın iki yanındaki boğalarla ilgili soruyu “İspanyol etkisiyle gelmiş olmakla birlikte bozulmuş, küt burunlu, şişman ve domuzumsu…” diye yanıtlar Melbin, “iyi şans getirsin diye, koruma amaçlı, bir evin çatısında bunlar yoksa ev metruktur. Bu köylerin bazılarında, çiftçilere eşlik eden, barınan turistlerin katılımıyla sürdürülebilir turizm uygulaması yapılıyor.”


“Incalar İspanyol dayatmasına karşın direnç gösterip inançlarını korudular, halen %20’si saf Inca inancı taşır. Ağustos’ta –doğa, toprak ana- Pachamama’ya sunular vermezseniz, alamazsınız. Tarım iki boğa ve sabanla yapılır, topraklar küçüktür, makineleşmeye ihtiyaç duymazlar.”


Peru’nun kuzeyindeki 3. yüksek zirvesi (6.768 m) Huascaran ile And Dağları’nın başında yer alan Kutsal Vadi’ye yukarıdan bakan bir noktada verilen fotoğraf molasında teyze, Ege’de yol üzerinde satılan, ağzından üflendiğinde öten küçük toprak testilerle paralellik kurduğu kuş biçimli seramik düdükten bir tane (3 S/.) alır.


Ağırlaşıp yağmura dönen havada yeniden yola koyulan gruba Melbin anlatır “Orijinal Pisac tepede, vadideki yerleşim, yerli halkı daha kolay gözaltında tutabileceklerini düşünen İspanyollar zamanında. Taraçalar Inca döneminde tarım amaçlı, şimdi arkeolojik… Incaların yaptığı sulama kanalları yüzlerce yıldır vadiyi suluyor. Evlerini Adobe denen briketlerle yapıyorlar. Topraktan taşı ayıklayıp çamur haline getiriyorlar, imeceyle, dans edip şarkılarla çiğniyorlar, şarap için üzümü de aynı şekilde… Her yüzünü güneşte iyice kurutup kullanıyorlar.”


Yağmur altında turistleri beklerken, parlak renkli dokumalarını, seramik, gümüş, ahşap el işi ürünlerini sergiledikleri yer tezgâhları yanı başında kaynayan mısır tencerelerinin buharında bir köşede besledikleri bebeleriyle, yerlilerle göz teması kuracak kadar bile zaman bulamayan grup, taraçaların tepesine konuşlanmış ören yerine, Melbin’in peşi sıra, incecik patikayı izleyerek girer.


Pisac, orijinal Quechua ismi, kuş demek, Machu Picchu değil mesela, zamanında yaşayanların oraya ne dediğini bilmiyoruz” Elindeki şeffaf dosyadan hiyerarşi üçgenini göstererek anlatır; “en üstte Sapa Inka vardır, kraliyet yetkililerini soylular izler, en altta Ayllu denen köylüler, işçiler, savaşlarda esir alınanlar.”*


Yağmurla iyice serinleyen havada kaybolan satıcılardan son bir ikisini geride bırakıp vadiye inişe geçen grubun tuvalet molası için durduğu iki göz binanın girişinde, sağlık görevlisi iki genç kız, yanında oksijen tüpü, maskesi, düzeneği duran yatak ile ufak bir masanın bulunduğu odadaki katalitik ısıtıcıyı yakmaya çalışmakta…


“Santa Rosa hiç yağmur yağmazken yağan bir yer, adını mucizeler yaratan rahibeden alıyor. Bu hafta boyunca onun adına kutlamalar yapılır” derken Melbin alışverişle de ilgili bir iki tüyo verir “malzemesinden şüphe etmeyeceğiniz tek şey gümüş, saf alpaka 80-100 USD, karışımlar daha ucuz…”


Cuzkenia Beer, %3 alkollü Chica, mor mısırdan limon şekerle kaynatılıp üç gün fermente edilerek yapılan Chica Morada, Piscosour yerel içecekler. Chica evlerde üretilir, kapıdaki direğe bağlanan değişik renkli bayraklarla duyurulur. Bayrak, bar işareti… Kırmızı bayrak çocuklar da içebilir demek, mavi bayrak daha sert içkiyi işaret eder.”


İspanyolların yerlileri yerleşime zorladığı –aşağı- Pisac’da bir gümüş atölyesi gezilir; kullanılan malzemenin %90’ı gümüş, %2’si bakır, ana figürler Pachamama spirali ile Chakana. İncecik gümüş şeritler döşenmiş plakalar -yerel- türkuaz, -yerli ya da Bolivya’dan- sodalit, -Machu Picchu’dan enerji veren- serpentinle ve Incaların altından değerli sayıp sunular için kullandıkları, en değerlisi mor, kırmızı, portakal renkli sedefle renklendirilmekte. Raflar dolusu gümüş arasında “abla” ile kız kardeşleri, ala ala, 100 S/’e serpentinden oyulmuş küçük birer kurbağa, lama ve alpaka alırlar.


Geleneksel toprak sıvalı Anadolu fırınlarının bir benzeri önünde buluştukları rehberleriyle, kendilerine, kürekten aldıkları sıcacık, Arjantin’de tanıştıkları empanadas –peynirli ya da kıymalı bir tür poğaça, 3 S/.- ikram ederler.

Geniş, zengin pazarda alışveriş bir yana, her bir tezgâhı layığıyla gözden geçirmek ne mümkün! Renkli dokuma bir pet şişe askısı, arkalardaki tezgâhında uyuklayan,fotoğraflayalım derken uyanan yaşlı kadından çorap alınır; turist araçları, dağın eteklerine dayanmış pazarın önündeki küçük alana girer girmez, annesinin ardından iteklediği 5-6 yaşlarındaki yerel giysili küçük kız, kucağındaki bebek lama ile –küçük bedel karşılığı-fotoğraflanır.


Öğle yemeği için yola koyulan grup 50 dakika boyunca, And Dağları’ndan çıkıp Kutsal Vadi’de yanı başlarında gürüldeyerek akan, geçen yıl taşkınlara neden olduğu söylenen Urubamba Nehri ile yol alır.


Vadiye dik inen dağlar; “göründükleri kadar dik değil,” der Melbin, “tarlalarda sulama olanağı olmadığından arpa yetiştiriliyor. Arpa güçlü bir bitki, qui’lerin beslenmesinde de kullanılıyor. Ürün fazlası yerleşimlerde tepede depolanıyor. Burası mısırın altın vatanı, 2000’in üzerinde tür var, Ağustos’ta ekilir, yağmur yağmasa da buzul suyuyla Mart’a kadar 2 m’ye ulaşıyor. En iri taneli mısır burada…”


Grubu taşıyan minibüs, bahçeleri avokado, şeftali ağaçlı evler arasında “cazip yer”anlamında, havasının güzelliği yüzünden zamanında Inca’ların saraylarını yaptıklarıYukay’dan sonra, Kutsal Vadi’nin merkezi, 20.000 kişinin yaşadığı, güzel otel ve lokantaların bulunduğu Urubamba’dan geçer, Muna Restaurant bahçesine girer.


Naneye benzeyen yaprakları, kekikle nane arası kokusuyla muna, bakımlı bahçenin patikaları boyunca yayılmış. Öğle yemeği, işine âşık aşçının saygıyla takdim ettiği, mısır çorbası, iri taneli çok lezzetli bir kaç çeşit mısır, bakla boyutunda Lima fasulyesi, kızartılmış muz, alpaka eti, sütlaç ve “abla”nın sert bulduğu yerel içki –yöre üzümlerinden mamul çok sert likör pisco’ya, limon suyu, şeker, yumurta akı ve buz ilavesiyle yapılan- pisco sour


Grubun yemek sonrası gittiği Ollantaytambo girişinde, iri taşlarla örülü hafif eğimli cepheleri, ikizkenar yamuk kapılarıyla evlerle bir kenarında şıkır şıkır temiz su akan ince kanal bulunan aynı dokudaki cadde için, “tipik Inca caddesi…” der Melbin, Ollantaytambo bir diğer önemli Inca şehri, her biri gibi özgün ve ruh taşımakta… Ollanta İspanyolca komutan demek, Tambo ev, şehir. -Pachacutec’in kızına âşık olan- İspanyol komutanın yeri anlamında…”


Rüzgârlı, soğuk havada yükselen taraçalar boyunca tırmanan gruba, Melbin’in ilk taraçada anlattıkları: “Buranın Pisac’tan farkı, o, İspanyolların sürgününden önce tepedeydi, burada yarısı tepede yarısı tabanda. İspanyolların yaptıkları kiliseler Inca mekânlarıyla iç içe. Kiremitler kalksa, eski sistem otla örtülü çatılar konsa görünüm 1000 yıl öncesi gibi olur. Dağlarla çevrili stratejik bir nokta, bir kale. Son 10 yılda kalıntıların %40’ı restore edilmiş. Teraslama, toprağı korumaya yönelik, tümü doğuya bakıyor.”


Melbin, ikinci taraçada soluklanan grubun dikkatini, karşıdaki dağ üzerindeki -Viracocha- yüz ile ardına düşen odacıklı görüntüye –Viracocha’nın sırtında, bereketi taşıyan çuval- çekerek“önceleri cezaevi sanılan yer tahılların depolandığı binalar, uzak görünüyor ama onlar buraya sürekli çıkıp inmişler. Cezaevi uygulaması yok, üç tip ceza var, ilk ikisi kötü davranışın düzeltilmesi için zor ve ağır çalışma, itaatsizlik en ağır suç, cezası yakılmak.”


Üçüncü taraçada “zamanında sıvalı” tapınak duvarları önünden geçerken grubun sorusu üzerine Melbin, iri taş bloklar üzerindeki çıkıntılarla ilgili teorileri sıralar; “blokların yerleştirilmesi için kullanılıp sonradan ufaltılıyor, bir şey bağlama amaçlı ya da bir tür şifre…”


Rüzgârın iyice şiddetlendiği dördüncü taraçada, altında rampa işlevi gören taşların bulunduğu pembe renkli yarım işlenmiş blok önünden geçip, 40 km ötede Machu Picchu’nun bulunduğu, buzulların beyazladığı dağlar fonu önünde, küçük alanda bir araya gelen grup, her biri tonlarca ağırlıkta, üzerleri Chakanalar işli yan yana 6 blok, Güneş Tapınağı önünde Melbin’i dinler: “Din çok karışıktı Inca sadeleştirdi. Ortasında yaratıcı tanrı Viracocha bulunanChakana, ateş, su, hava ve toprak elementleri dışında üst, yaşadığımız orta ve alt dünyayı sembolize eder, üç temel ahlaki prensibi tekrarlar; çalma, tembellik etme, yalan söyleme.”


Kasabaya inen, bazıları giysili güzel cins köpeklerin gezindiği -Melbin’in demesine göre her birinin evi varmış-, sokaklar arasında gezen grup, havanın kararmasına yakın meydana döner, yerel giysili kadınlarla –birkaç kuruşa- fotoğraf çektirir. Kendileri sıcacık otellerine dönmeye hazırlanırken, kabarık etekleri altında ayakları çıplak ya da sandaletli kadınların bebelerini sırtlarına bağlayıp alacakaranlıkta, akşamın soğuğunda –yine Melbin’in demesine göre- köylerine yürüyecekleri gerçeği “abla”nın içini burkar, yüreğini üşütür.


Yukay’daki otel 18. yy.dan kalma, bahçe içinde bir manastır. Girişinde iri bir mısır figürü olan sakin şapel çiçeklerle süslü. Ahşap oda kapılarını ellerine verilen uzun saplı eski tip anahtarlarla nasıl açıp kapayacaklarını çözmeleri epey zaman alan kız kardeşler önce bunu, sonra, biri beyaz diğeri siyah iki lamanın huzurla otladığı bahçenin bir köşesindeki domates ağacını hayretle, şömine üzerine dizili pek çok kömürlü ütüyü de teyzenin hayranlığı üzerine fotoğraflarlar.


“Abla”nın burçdaşı Sema’nın objektifinden:

https://picasaweb.google.com/101792565612279317346/PeruBolivyaGezisi4Gun31Agustos2011#


*http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nka_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu

Hiç yorum yok: