Bir gece önce, internet cafe'de yazısını yazarken atıştıran yağmurla sır olan neşeli sokak kalabalığının sırrına, içinden geçtiği parkın ardındaki yokuşa sarıp pansiyona yürürken, önü sıra, yerde zıplayan küçük şeylere basmamaya çalışıp en az onlar kadar hoplayıp zıplayan, eğilip baktığında, en büyüğü başparmak boğumunu kadar küçük kurbağaları görünce vâkıf olan "abla", açıklamayı, ertesi sabah kahvaltıda pansiyon sahibinden alır.
"Abla"nın, aman ezmeyeyim! özeniyle 20 dakikada aldığı 5 dakikalık yolu örten kurbağalar, pansiyonun girişini de kaplamışlar; öyle ki karı-koca, bir saatlik mesaiyle, süpürge-faraş marifetiyle, gece yarısı bir kova hayvancık toplarlar. "Gökten kurbağa yağması" fikrine alışmaya çalışan "abla"ya, "geçende bir profesör çıktı televizyona, o anlattı" der adam, "hava akımları, su birikintilerinin yüzeyinden bunları topluyor, bulutların üzerine taşıyormuş, sonra aynı dolu gibi..." Ardından, babasının yamacında oturan, iki yıl önceye göre bir karış uzamış oğlanın, "abla"nın çilek reçeline bayıldığı anası ekler "bir seferinde de çekirge yağmıştı Selçuk'ta." Yuvarlak ahşap yer sofralarının olduğu odaya, göbeği kendinden çok önce giren iri yarı sarışın adamla, yerel halk hırka düzenindeyken yarı çıplak oluşundan turist olduğu belli karısının çarpık "günaydııın!"larıyla bölünen sohbet arası'nda sokağa çıkmaya yeltenen "abla"nın hızı, "fotoğrafçı gelecek, bizim kartlar bitmiş, yeni fotoğraf çekecek, az oyalan" bilgisiyle kesilir.
"Abla"nın ilk hedefi, bankaya yatan maaşından destek almak üzere -Vakıflar Bankası'nın en yakın ulaşılabilir noktası orada olduğundan- Kuşadası. Yola, yarı dolu çıkan dolmuş, Pamucak'tan sonraki otellerden birinden binen yanık, neşeli turistlerle dolar; yirmi dakika sonra az eğimli, barışsever eğilimli tepeleri aşıp denize, oradan da kent kılıklı Kuşadası'na varır. Bankomat aranarak merkeze yürüyen "abla", bir kargo kamyonetinin kasasında oturan adamı gözüne kestirir, yanaşır: Selâmsız sabahsız küt! diye lâfa girip kurduğu, yargısız, savunmasız, dürüst, masum ilişkinin muhteşem sonuçlarını defalarca denediğinden, "adamım sensin!" der, "bir banka şubesinin yerini senden iyi kim bilir?" Sen'li ben'li direkt soruyla afallayan ilk ifadesi, gülümseyince yumuşayan adam "şu caddeyi devam et abla" diye yanıtlar, "Adliye'nin yanında."
Selçuk'a, solunda oturan, "bu sezon işsiz olduğunu" söyleyen turizmci genç kızla ve sağındaki terliyken soğuk kola içtiğinden yataklara düşmüş yorgun kadınla söyleşerek dönen "abla", günün ikinci hedefini gerçekleştirmek üzere, Hans takma isimli taksiciyle gidiş-geliş 50 TL'ye anlaşır, yola koyulurlar. Meryemana'nın, kozmik bir merkez olduğunu bilen, orada olmanın bedenine sağladığı dinginliği neredeyse ölçebilen "abla", elinden gelse orada yatacak; "en geç ne zaman gelebilirsen o zaman" der, kartını veren Hans'la "18:30..." diye kararlaştırırlar.
Yavaş yavaş, adım adım, ulaşabildiği her köşeyi gezen, arada, biri turistlerle, diğeri bir rahiple iki rahibenin tesbih duası sırasında olmak üzere iki kez huzura çıkan "abla", kendisiyle ilgili, farkına vardığı değişiklikleri beyan ettiği içsel görüşmeler yapar; bulunduğu yerle ilgili, -"size şah damarınızdan yakınım" diyen Tanrı'nın bir parçasını içinde taşıdığı fikrine varalı- yönü pek net olmayan şükranlarını sunar.
Siyah beyaz küçük kediyle oynar, çamları dinler, sincapları gözler, dünyanın her yanından gelen insanları izler. Biri aşk, diğeri para, sonuncusu sağlık dileklerini karşıladığı söylenen kaynak suyundan içer, dileğini yazdığı kâğıdı, tıklım tıkış panoda ite kaka bir yere bağlar, dışarıya alınmış camlı kabinlerde, kumu örten suya diktiği mumlarını yakar, genç bir çiftin video ve fotoğrafını çeker.
Ve nihayet, yarım gündür dolanıp gelip tünediği banklarda, Meryemana evinin girişinde kalabalığın akışını düzenleyen görevlinin dikkatini çeken "abla" uzaktan seslenerek "iki yılda bir" diye açıklar "yarım gün!.." Ortalığın tenhalaştığı ara, genç görevliyle tutturduğu, okumakta olduğu, Atatürk'ün çevirttiği Kayıp Kıta Mu, Maya takvimine göre zamanların sonu, ezoterizm... konulu sohbete dahil etmeye çalıştığı, arkasında 83 yazılı t-shirt'le sıradan bir genç iken, üzerine giydiği yanık kahve cübbeyle bir anda boyutlararası bir değişiklik sergileyen genç rahibe, "abla" sorar; "elbette, bana anlatacağınızı sanmıyorum ama" der, "sizinkiler yaklaşan kıyamet meselesine nasıl yaklaşıyorlar?" Kısacık saçlı, temiz yüzlü genç rahip "abla"yı yanıltmaz ve "ne olacaksa" der "yaşayıp göreceğiz".
"Abla", çocuklarıyla akran, bayağı okuduğu anlaşılan konuları konuşmaktan zevk aldığı belli, yaşına göre epey birikimli, içten görevliden, kendisini almaya gelen Hans olmasa, hiç ayrılmayacak, sabaha kadar bir o, bir kendi, konuşacak da konuşacak!...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder