6 Ekim 2010 Çarşamba

"Abla" grubu, Japonya'daki son günlerinde, Narita Havaalanı'nda bir macera yaşar.

14 Eylül 2010, Salı sabahı, otel görevlilerinin, sağa sola koydukları mesajlarla günler öncesinden belirttikleri, Dünya Judo Şampiyonası'nın sona ermesi dolayısıyla, oteli terkedecek ekiplerin sebebiyet vereceği sıkışıklık'tan pek de etkilenmeden kahvaltılarını yapan grup, yerel rehber Takao Nakazato'nun, otobüsün kapısı dibine dikilen patronu tarafından, -bademciklerinden rahatsız olmasına karşın-, tek tek eğilip selamlanarak uğurlanır.

Türk Havayolları uçaklarının kalktığı Narita Havaalanı'na yollanan gruba, rehber, "İngiltere, Oxford'ta sanat tarihi eğitimi alan Prenses Akiko'nun arkadaşları prenses olduğunu bilmiyorlar" diye anlatır, "öğretmen, öğrencilerin yaşamlarını anlatmalarını istediğinde prenses, 6 köpeğiyle, bahçeli bir evde oturduğunu söyleyince, Japonya şartlarını bilen öğretmen şaşırmış. ... Prens çok mütevazi, yılda iki kez Türkiye'ye gelir, derneğe* bağışta bulunur, kendisi ekonomik uçarken yanındaki en yaşlı misafiri business class'ta yolculuk eder, Beyoğlu'nda yürümeyi, balıkekmek yemeyi sever."

"...Şimdi Takao bizlere bir şarkı söyleyecek, 1985'te düşen Japon uçağında ölen Sakamoto'nun, Sukiyaki şarkısı çok meşhur oldu, onu söyleyecek, iyi dilek, sağlık dileyen bir şarkı..."
Sempatik Takao'nun, ülkenin köklü karaoke geleneğinin izini taşıyan güzel yorumu güçlü alkışları hakeder.

Havaalanında işlemlerini tamamlayanlar, Takao ile vedalaşır uçuş öncesi alışveriş için sağa sola dağılırlar. Ahşap, lâke, ipek kimono türünden hediyelik eşya satan dükkân, "abla"nın görüşüne göre daha çok sanat galerisi statüsündedir.

Son dakikada, memlekete yen döndürmeyeyim fikriyle, minik bir çanta almak üzere tezgâha yanaşan küçük kızkardeşin yaşadıkları; topladığı tüm bozuk parası 20 kuruş kadar kısa kalır; bozdurmak üzere kağıt para önerdiğinde tezgâhtarlar, kasanın yanında içinde bozuk paralar bulunan kutudan 20 kuruş alıp ekler, satış işlemini böylece tamamlarlar!

Dakik Japonlardan ziyade, zamanında kalkmadıklarında yüklü paralar ödeyen THY, yolcularını zamanında alır; son dakikada, iri kıyım bir kaç adamla gelip yanlarına oturan ufak tefek Azerbaycan'lı spor yazarı jurnalist dahil, kalabalık uçağın yolcuları, rahat bir yolculuk için hazırlanırlarken kendilerini salona davet eden** anons üzerine fora ettikleri ayakkabılarını giyer, toparlanır ve üzerinde koca harflerle Manchester United Partneri yazılı uçaktan inerler.

3 saat 15 dakika süren gecikmeyle yeniden uçağa binilir, 12 saat süren sorunsuz bir yolculuk sonunda Yeşilköy Atatürk Havalimanı'na konulur. Yeni edinilmiş ahbaplarla vedalaşılır, değişik yönlere doğru dağılınır.

Sonradan anlaşılır ki, yolculuk o kadar da sorunsuz değildir: -İşgüzar "abla"nın damada vereyim de CD'ye aktarsın diyerek alıp bel çantasına koyduğu-, küçük kızkardeşin emek emek çektiği 1000'e yakın fotoğrafı depoladığı hafıza kartı, ikinci x-ray taraması sırasında epey hasar görmüş. Uzun çalışmalar sonucu, -pil yetersizliği yüzünden aldıkları üç kullan at makineden çıkanlar dahil-, ancak, 400 civarı resim kurtarılır.

"Abla" ile telefon konuşmasında teyze, açılıp kontrol edilen bavulundaki tansiyon cihazı arızasından çok, çekilmemiş görünen film makarasından yana, acı acı dert yanar "bahçede çekmiştim," der, "hasta ağacı sargı bezleriyle sarmışlardı, bir de enjektör saplamışlardı, dayına gösterecektim, o fotoğraf da silinmiş..."

*Japonya'nın desteklediği Kaman kazılarıyla ilgili bir yazı:

http://www.kaman.bel.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=64&Itemid=91

**Türk Havayolları uçağının aranışı ile ilgili haber:
http://www.haber2b.com/2010/09/14/japonyadaki-narita-havaalaninda-thy-ucaginin-kalkistan-once-polis-tarafindan-aranmasinin-sebebi-ortaya-cikti/

5 Ekim 2010 Salı

"Abla" grubu, Japonya'daki onuncu günlerinde, Kamakura'ya gider, Tokyo'yu gezerler.

13 Eylül 2010, Pazartesi sabahı, otobüse yerleşmiş katılımcılara "günaydınnnnnnnn!" diyen rehber hanım kısa bir şaşkınlık ardından, "dün otobüste Japonlar vardı herhalde, karaokeyi çok severler, mikrofon öyle kalmış. ...Tokyo'nun güneybatısındaki Kamakura'ya gidiyoruz, ilk askerî başkent, küçük entelektüel bir kasaba, yolumuz 1 saat 15 dakika sürecek."

Dünya Judo Şampiyonası nedeniyle otelde kalan -Türkiye dışında- 51 ülkeden sporcuları kastederek, "dün gece parti vardı benim kaldığım katta, çok gürültü yaptılar." der, "memleketten gelen haberlere göre, Kılıçdaroğlu, ikamet değişikliği bildirmediği için oy kullanamamış."

Otobüs, üstü beyaz altı siyah kalabalığın düzenli biçimde akmakta olduğu sağlı sollu kaldırımlar arasında uzanan geniş caddede sakince yol alırken, yolcuların dikkatini, spor salonları, alanları, Rainbow Köprüsü, Kenzo Tange tasarımı TV binası, denizin üzerine yapılan havaalanına (KIX)* çeken rehber, "iki büyük havayolları var," der, "ANA (All Nippon Airways), JAL (Japan Airways), o kadar büyükler ki, havaalanları bile ayrı ayrı... Yokohama limanı çok önemli, 1853'te Amerikalı Amiral Perry buraya geldi, limanlarınızı açın, bu bir uyarıdır dedi, ertesi yıl 8 siyah gemiyle geliyor, böylece Japonya 1854'te yeniden dışarı açılıyor; batan Ertuğrul Denizaltısı da bu limana gelmiş."

Sade bir mezarlığın kıyısına iliştiği ağaçlar arasından dönerek yükselip Kamakura'ya varan otobüsten, bir fotoğrafçı vitrinine gözü takılan "abla", kimonolu küçük kız, samuray oğlan fotoğraflarına, -Anadolu'da bir kasaba fotoğrafçısı vitrinindeki çocuk fotoğraflarının uyandırdığı duyguyla- bakar.

Japonya'nın ikinci büyük Buda'sını görmek üzere Kotoku-in'e varan grup, Budist tapınakların -artık öğrendikleri, geleneksel düzeni- kapının iki yanında duran, kötülüklerin içeri girmesini engelleyen tanrı heykelleri, muhafız köpekler ve arınma yalağını geçer geçmez, bahçenin ortasında tefekküre dalmış koskoca Buda ile karşılaşırlar!

Rehberin, "1243'te önce ahşaptan oyulmuş, bu bir fırtınada dağılmış, bronzdan yapılıp yerine konması 14.yy'ın yarısını buluyor. Yüksekliği 13,35 m., kulaklar 2.35 m, gözler 1'er m., dizler arası 9 m., ağız 82 cm.; ayaklar çapraz, dizler üzerinde Zazen oturuşunda, nefes asker gibi kontrol ediliyor, Hintli bir rahibin bu şekilde 20 gün oturduğu söyleniyor." bilgisi verdiği huzurlu Buda'nın önünde zambakla dolu bir vazo, kaplar dolusu meyve, sırtında, kapakları açık iki pencere, yerde lotüs yapraklarına yazılı kutsal metinler ile 20 yen ödenerek girilen içinde, kafa kısmında, heykelin yapılış bilgisi veren panolar var.

Elektrik mavisi ortancalarıyla meşhur bahçenin kenarına kurulu tezgâhta gözüne ilişen, güçlü ayaklar muskası, "abla"ya kalırsa, çoğunlukla ayakları içe basan, -bunun, yüzlerce yıl süren, yerde oturup dizler üzerinde hareketin genlere işlemiş sonucu olabileceğini düşündüğü- Japon kadınları için en anlamlı muskalardan olsa gerek...

Hasedera Tapınağı'nda rehber, "...hani bir rahip nehirde bulduğu parlayan odundan iki Buda oyup nehre atmıştı da, ilki Senso Tapınağı'nın yapıldığı yerde kıyıya vurmuştu, ikincisi karaya burada çıkıyor. ...Çok tapınak çok dindar demek değil, gençler arasında Ateizm yaygın..."

Benten denen, doğal kadın güzelliğine adanmış tapınak, bambu bahçesi, nilüferli havuzu, kayaya oyulmuş arınma yalağı ve duvarlar boyunca dizili, boynu kırmızı mama önlüklü yüzlerce minik Buda heykeliyle süslü. "Geleneğe göre burada, küçüklerin cehenneme gittiğine inanılır" diye anlatır rehber, "çocukların koruyucu Buda'sı Jizo-san, onları eteği altına saklar cehenneme gitmekten korurmuş"

Önlerinde çiçeklerin yanısıra oyuncaklar bulunan önlüklü ufak Buda'ların ardında rastladıkları, ışıl ışıl altın varak Güneş Buda'sı Amida Buda hakkında bilgi veren rehber, "bu, kutsal metinlar anlamsız, Amida Buda ismini tekrarlayarak Nirvana'ya ulaşabilirsiniz diyen tarikatın Buda'sı" der. (Google yazılışları kontrol eden "abla", Japonya'da uzun süre kalan bir Türk öğrencinin, ziyaret ettiği rahibin, "Amida Buda" sözcüğünün, bizdeki "Allahüekber" anlamına geldiğini söylediği bir blog yazısına rastlar.)

Yekpare ağaçtan, çok büyük tören gongunu geçip vardıkları tapınaktaki, başında kafalarla süslü tacı, göğsünde çark kolyesiyle ayakta duran 11 yüzlü Buda, doğal kadın güzelliğine adanmış.

Arkada Kamakura manzaralı teras yine küçük Jizo-san'larla dolu; bahçede 3 yaşlı Japon, suluboya resimler yapmakta. Bir sıraya serilmiş güneşlenen, iri gri-beyaz kedi, çok uzun süredir kedi görmemiş "abla" grubunun ilgisini ve şevkatini çekmekte gecikmez.

Kamakura'dan Tokyo'ya dönerken gördükleri geniş, uzun kumsallarda, sereserpe güneşlenen, yok! denecek kadar az, dalgalar arasında sörf yapan ise bol...

Öğleden sonra Tokyo'da serbest zamanı iyi değerlendirmek amacıyla, ailenin seyahat gurusu küçük kız kardeşle ortancanın, rehberden alınan tüyo ile çizdikleri rota uyarınca, yürüyüşe, Omotesando'da Anniversaire Cafe'de -rehberin methettiği kadar var!- soğuk sütlü kahve (ıced cafe au lait, caramel flavour) içip başlayan "abla" grubu, mimarî harikası binalarla süslü caddeyi bakınarak, enine boyuna arşınlarlar.

Bir ara önlerine düşen, yüksek topuklu ayakkabı, siyah çorap, pembe jartiyer, pembe dantelli babydoll ile dikkatleri çeken kız, rehberin, Harajuku'nun emsalleriyle dolu olduğunu söylediği, "abla"nın, meraklısına, Google'da Harajuku ile ilgili görsellere göz atmasını önerdiği güzelliklerden...

Konuşa söyleşe yürürlerken kendilerini teşhis eden, yakındaki T.C. Tokyo Büyükelçiliği çalışanı Ayşegül, "...sâkin ülke..." diyerek durumdan memnuniyetini belirtti.

Herşeyin satıldığı, çok eğlenceli alışveriş caddesi Takeshita Dori, bir başka Harajuku, bir âlem!

Yürüyüş sırasında "abla"yı en sevindiren rastlaşma, çocuklarına aldığı çatalkaşık, kıvrak üçayak türünden
-aralarında bir Türk tasarımcının da adına rastladıkları-, ilginç tasarım ürünleri gördükleri MoMa Design Store olur.

20:00'de, akşam yemeği için otelde buluşmadan önce, "abla" grubu, bir de, beyaz eldivenleriyle pek şık, güleryüzlü, kibar şoförün, arka kapısını tam önlerinde otomatik olarak açtığı, kliması çalışır halde, beyaz dantelli koltuklu, tertemiz taksiye biner, daha önce dışarıdan gördükleri Tokyo Tower'a gider.

2012'de bitirmeyi planladıkları 632 m. yüksekliğindeki -telekomünikasyon- kule inşaatı sürerken, 1958'de Eiffel'e nazire olarak, ondan 13 metre yükseklikte yaptıkları 330 m'lik Tokyo Tower'ın, 160 m. ve 250 m.lik gözlem katlarından 250 m.lik olanı seçer, adam başı 1450 yen ödeyerek kuyruğa girerler. Çevrelerinde, hiç rahatsızlık vermeden, gölge gibi dolanarak ellerindeki biletleri kontrol eden görevlilerin yönlendirmesiyle asansöre biner, birkaç basamak merdivenle 250 m.'ye ulaşırlar. Dört yön ile, o yönde görülen ("abla"nın da candan gönülden katıldığı fikir, ruhları olduğuna inandıkları) binaların adları yazılı tabelalar yanında, örn. Fujiyama, 94 km. türünden bilgilendirmeler, "sergileme ustalığı, becerisi ve inceliği"nin üstün örneklerinden sayılsa gerektir.

Kulede, grubun yüreğini en oynatan deneyim, bakanı, havada duruyormuş ya da düşerken donup kalmış dehşetine uğratan, zemindeki pencereden bakmak! Ailelerin, minik bebeklerini yere bastırarak çektikleri fotoğrafların bir benzerini yapar, -yolculuklarının diğer duraklarında gördükleri, yönlerle cadde isimlerini gösteren, döküm, baskı vs. kanalizasyon kapaklarına basarak poz verdikleri gibi-, boşluğun kıyılarına basarak fotoğraflamayı ihmâl etmezler.

Grubun beraber yediği, "abla"nın tadını pek beğendiği (erik rakısı) ume-şu'nun keyfe saldığı son geleneksel akşam yemeği, çok neşeli geçer. Ertesi gün İstanbul'a dönüleceği için toparlanmak üzere, yürüyerek geldikleri otele dönerken rastladıkları Üsküdar Turkish Restaurant, Kiremitte Köfte 1.575, İskender Kebap 1.680, Lahmacun 1.575, Döner Kebap 1.680 yen... şeklindeki Türkçe mönüsüyle, hoş bir sürpriz olur.


*KIX Kansai Uluslararası Havaalanı üzerine detaylı bir yazı: http://www.japonya.org/haberler/4621

4 Ekim 2010 Pazartesi

"Abla" grubu, Japonya'daki dokuzuncu günlerinde, Nikko'ya gider.

12 Eylül 2010, Pazar sabahı, Dünya Mirası Listesi'nden Nikko'ya yapacakları 2.5 saatlik yolculuk için hazır grup, 8:00'de yola çıkar.

Bir gece önce izledikleri gösterinin, travesti baş kadın oyuncusunun 50 yaşında olduğunu anlatan rehber "estetik operasyonlarda çok ileriler" der, "gözkapağı estetiğine çok para harcarlar; yakuzalar 50'lerde küçük parmaklarını keserlerdi, Mr. Takasu, ayaktan aldığı parmağı buraya dikerek işe başladı, şimdi Japonya'da 60 kliniği var, çılgın bir adam, çok zengin, özel uçağıyla F1 pistine iner tutuklanır, yanında hukuk müşaviriyle gezer, Çin'e niye gittiği sorulduğunda, "her ülkenin estetik konusunda farklı yasaları var" demiş..."

"Ülkenin derin bir gece yaşamı vardır, her odası ayrı dizayn edilen Love Hotel'lerde, kalp şeklinde, döner yataklarda, evli çiftler bile birkaç saatlik oda kiralayıp... 400'lü hatlar yaygın, telefonla çöpçatma, kirli küçük kız çocuk külotu otomatları, yaşlı kadınların kolejli kız kılığında servis verdiği yerler,
güzel çocukların, orta yaşlı hanımlara hizmet ettiği kulüpler, bunlara iyi para yediren zengin hanımlar..."

Otoyoldaki, sağlı sollu, yaklaşık 2 m. yüksekliğinde, gözenekli, ızgaralı, üst ucu yola doğru kıvrık paneller, yol boyu yerleşimi, trafik gürültüsünden koruma amaçlı.

"Şimdi bakın" der, rehber, "Tokyo merkezde çalışanların %80'i burada oturur, kira, ücretin 1/3'ü, merkezde kiralar çok yüksek, ancak burada oturursa geçinebiliyor."

"Müthiş detaycıdırlar, Köprünün yapılışı sırasında, anlaşma yapılmadan,
şöyle şöyle olursa ne yapacaksınız? diye sordular, tüm olasılıkları düşünün, çözün dediler, anlaşmayı sonra yaptılar. Beraber çalışmak zordur, verici değildirler, alıcı da değil, haklarının peşindedirler."

Bir saat sonra mola verdikleri Hanyu'da "abla" grubu, şaşırtıcı bir gözlem yapar: Anne, baba, 3 yaşlarında küçük bir kız, kız boyutunda köpekleriyle, -tasmanın iki kayışından biri annenin, diğeri küçük kızın elinde- yürürlerken, köpek kakasını yapar: Baba, kolu altındaki fermuarlı çantadan çıkardığı naylon torbayla kakayı alır, ağzını kapatır, çantaya kor, aynı çantadan çıkardığı kâğıt mendille, önce hayvanın poposunu sonra yeri güzelce siler, kâğıt mendili çantaya kor, son olarak da, anne, kendi kol çantasından çıkardığı spreyi yere, -hiç bir iz görünmeyen olay mahâline- sıkar.

Yola koyulan gruba, rehber "Otoparklar en pahalı şey" diye anlatır, "tatil günlerinde çok kalabalık oluyor, bir gün önceden, varılacak yerde rezervasyon yaptırmak gerekiyor."

Yağmurla ıslak yolda gördükleri küllük piktogramlı panoda "İl sınırları içinde sigara içmek yasak" uyarısı üzerine rehber, "Anadolu Ateşi'ni getirmiştik, güzel sanatlar okulunun sahnesinde dansedeceklerdi, sürekli anonslara karşın bizimkiler bahçede, adam balkonunda sigara içemezken, fosur fosur sigara içip yerlere izmarit attılar. İstanbul'a döndüğümüzde, kasaba belediyesinden kınama mektubu aldık..." derken, otobüs yavaşlar, durur; öndeki bir çok arabayla beraber, yolun bir yanından öte yanına geçmeye çalışan bir grup maymun beklenir. "Heavy smoker derler, çok sigara içerler, Takao günde bir paket içiyormuş."

Küçük, çiçekli tabelalarda görünen, tırmanırken artan, inerken eksilen sayılarla belirtilen 48 virajlı yol, Firkete Yol adıyla anılırmış. Kıyısı, iri kayalarla baklava biçiminde örülü, bulutların sızmakta zorlandığı yoğunlukta ağaçlarla örtülü dağda yol, giderek yükselir, Çuzenji Gölü'nü geride bırakır, 100 m. yükseklikten akan Kegon Şelalesi'ne varır.

İkiye ayrılarak bindikleri, kendilerini 97 m. aşağı indirecek asansöre, 30 yerli, belirtilmeyen miktarda yabancı sığıyormuş. Nemli uzun koridor geçilerek varılan üç ayrı taraçada, gürül gürül sesi gelen su, yukarıdan düşen yaprakla karışık pus elverdiğince izlenir, fotoğraflanır. Tüm gözlem taraçalarındaki gibi, manzara önünde fotoğraf çekme seti hazırsa da, fotoğrafçı, pus yüzünden dinlenmekte...

Öğle yemeği için ulaşılan göl manzaralı, akçaağaçlı bahçe içindeki mekânın, kapısında, çok sevilen, hasretle beklenen konuklar gibi karşılanan gruba, ellerini silebilecekleri spreyle kâğıt mendiller bulunan girişten, masalarına dek güleryüzle eşlik edilir.

Yemek sonrası, Çuzenji Gölü kıyısınca gezinen, tepelere tül gibi yayılıp toplanan bulutları gözleyen grup, Firkete Yol'u bu kez tersine izleyerek Toşogu Tapınağı'na yollanır. Bir ara yavaşlayarak ardına dizilen küçük arabalara yol veren şoför, "akçaağaç yaprakları kızardığında tüm Tokyo buraya akar" diyen rehbere göre, 48 virajlı yolu 13 dakikada indiğine şaşırmış.

İki yanına geniş gövdeli, yüksek, yaşlı ağaçlar dizili, değişik duygular yaratan yol ucunda, taş fenerlerin sardığı, aşağı ve yukarı yönelen merdivenlerle ulaşılan boyalı boyasız, irili ufaklı pek çok tapınağın bulunduğu geniş Nikko Tapınaklar Bölgesi'ne ulaşan gruba, rehber, Toşogu Tapınağı'nın hikâyesini "İyeyasu adlı şoguna adanmış" diye anlatır: "Şogunlar çıkaran Tokugawa Ailesi'nden İyeyasu, Osaka Kalesi'ni yaptıran Hideyoşi ile Nobunaga'nın arkadaşı, hatırlayacaksınız. İmparatorluk ilk doğan oğula geçtiği halde, İyeyasu'nun gelini ikinci oğlunu öne çıkarmaya çalışır. Bu arada büyük oğlan İyemitsu'nun dadısı Kasuga durumu kayınpedere anlatıyor. Bir tatlı alıp torunlarını ziyaret eden dede, sohbet sırasında, şımarık, arsız ikinci oğlanın tatlıya saldırması üzerine, işe el koyuyor. İmparator olan İyemitsu dedesini unutmuyor, burada bir anıt mezar yaptırıyor."

Alnında, Kasuga'nın masallarındaki üç maymunun öyküsünü anlatan renkli oymaların olduğu tapınağın yanında, buranın koruyucu Tanrısı -belli saatlerde gösterilen- beyaz atın mekânı, yuvarlak göbekli taş fenerler, üzerinde sfenkslerin oturduğu dört sütun ardından karşılarına çıkan; sağlı sollu sekizer pencere ile üzerindeki ahşap panel boyunca, gündelik yaşamdan -ellerinde çalgıları, eğlenen adamlar..- sahneler, renkli, incelikli hayvan, bitki düzenlemelerinin bulunduğu, (arka tarafta, yapıştırma olmaksızın, aynı parçanın oyulmasıyla elde edilmiş, farklı konuları içeren) oymalarla, iki yanı muhafızlı, muhteşem kapı Kara-mon.

İyeyasu'nun ruhunun yaşadığı kutsal mekân, -ayakkabılar çıkarılarak girilen, restorasyonda bölümleri kapalı,- zemini tatami döşeli salonda Tokugawa Ailesi şogunlarının resimleri, tavanda ejderler, bitişik salonun derin su görünümü veren lâke zemini... Geçmişi 1600'lere dayanan tapınağın güzellikleri.

205 basamakla, anıt mezara çıkmaya hazırlanan grubun dikkatini, kapı üzerindeki kedi resmine çeken rehber, "1600'lü yıllardan başlayarak, 250 yıl boyunca dışarı kapatılan ülkede, Tokugawa Ailesi sanata büyük yatırım yapar" der, "huzurla uyuyan kedi motifi bu dönemi anlatır."

Turna ve kaplumbağa heykeliyle süslü anıt mezarın önünde, İyeyasu'nun ölüm tarihi 1615 ile, -ölümsüzlüğe kavuşmuş olsa da- uzun ömür ve mutluluk dileği yer alıyor.

Tokugawa Ailesinin üç yapraklı armasının başaşağı işlendiği
, Hollandalıların hediyesi büyük demir feneri gören grup, geniş merdivenlerden iner kalabalığa karışır. "Abla" ile kızkardeşleri, minik pınardan su içer, yarısı kahverengi beyaz ata, 200 yen'e havuç ikram edip fotoğrafını çekmek üzere girişe yönelirler.

Herşeyin çok düzenli olduğu yolculukta; en fazla 10 dakika süren beklemelerden biri ardından, camları tertemiz beyaz bezle silinmiş otobüse binilir, yola çıkılır.

"Geleneğe göre kötülük kuzeyden gelir,"
der rehber, "Ueno bir, çay üretimiyle tanınan Shizuoka iki, Nikko üç; bu üçü Edo (Tokyo) başkent olduğunda, onu kuzeyden gelecek tehlikeden koruyor"

Grubun, uzaktan gördüğü turuncu parmaklıklı gözalıcı, güzel köprü, "Tanrıların bölgesine giriyorsunuz" bilgisi veren Shinkyo Köprüsü.

Yine Hanyu'da verilen moladan sonra gördükleri, 16-70 yazısı, 16 km. sıkışıklık var, 70 dakikada geçebilirsiniz anlamına geliyormuş.

"Enerjiyi,"
der rehber, "hidro, nükleer yolla ve bir de çöpleri yakarak elde ediyorlar. "...Önümüzdeki yıl göbekli TV üretimini sonlandırıp ülke çapında plazma TV'ye geçeceklermiş. ...Marmaray'ı yapan firma, kazdıkları yerden tarihî eser çıktıkça, sigorta şirketleriyle sorun yaşadığından, zor durumda..." imiş.

Otelde, -çok özel Japon mutfağıyla karşılaştırıldığında, kendilerine kuru-pilâv mertebesinde aşina- Çin Lokantası'ndaki akşam yemeği ardından yürüyüşe çıkan "abla" grubu, metro istasyonları girişlerinde, şaşırtıcı "evsiz" manzaralarına tanık olur. Daha da tuhafı, cafe vs. mekânlar girişindeki "last order 18:30" uyarısıdır.

20. yy başından güzel Japonya görüntüleri: http://www.imagesofasia.com/japan.php

1 Ekim 2010 Cuma

"Abla" grubu, Japonya'daki sekizinci -bayramın son- günlerinde, Tokyo'yu gezer.

11 Eylül 2010, Cumartesi sabahı, -katılımcıları Tokyo'ya dek, otobüse binişi kolaylaştıran halı kaplı ahşap basamak koyup karşılayan, beyaz eldivenli, her gelene eğilip selamlar veren güler yüzlü şoför yerine- direksiyonu başında, elindeki bir dolu evrakı inceleyen "metropol şoförü"nün kullandığı otobüs, Tokyo turu için, Shinjuku'dan Omotesando'ya yollanır.

Rehber "Tokyo merkezde nüfus 14 milyon" der, "23 bölgenin toplam nüfusu 34 milyon," koşanları, jimnastik yapanları gösterek "yeşil alanlar, parklar korunmuş, ...1964 Olimpiyatları Stadı..."

Meiji Tapınağı: "Meiji, şimdiki imparatorun büyük dedesi, şogunluğu kaldıran; 1868'de, atkuyruğunu kesip kravat taktı, amaç Batı'ya yetişmek..." Girişte, geniş çakıllı yolda, sağlı sollu taraçalarda, altında bağışçısının adını taşıyan büyük şarap ve sake fıçıları, 90. yıldönümü kutlamaları sırasında bağışlanmış ve ikram edilmiş. "Bahçede 120.000 ağaç var... Tokyo'da İkinci Dünya Savaşı'nda yangın bombalarıyla 2 milyon kişi öldü, 1923'teki depremde 3 milyon ev yıkıldı, 140.000 kişi öldü. ...Ülkenin çiçeği imparatorluk armasında da görülen 18 yapraklı kasımpatı..."

Bahçedeki uzun kuyruğun ne olduğunu
merak eden gruba, Takao'nun yanıtını çeviren rehber, TV'de verilen, Meiji bahçesinde, şogunlardan birinin yaptırdığı bir kuyu bulunmuş, suyu şifalıymış haberi üzerine -birkaçı geceden beri- beklediklerini... söyler.

Tapınağın önünden turuncu beyaz giysili, görevli gençkızlar -bir demet çiçek gibi- geçerken rehber, buranın, Tokyo'nun en önemli tapınaklarından biri olduğunu, bazı günde 3 milyon kişinin ziyaret ettiğini, odalarının nikâh, vaftiz gibi çeşitli amaçlarla kullanıldığını anlatır. Bahçenin bir köşesindeki, geleneksel tören giysileri içindeki gelin ve damadı fotoğraflamak üzere, birkaç kişinin yaptığı teknik hazırlığa tanık olan gruba rehber, "burada düğün töreni," der, "İstanbul Çırağan'da düğün yapmak gibi..."

Bir köşesine çok büyük bir davul konmuş tapınağın geniş mekânına, dua etmeden önce para atılan sandıklardan, beş adet dizili. Urganla çevrili, önü para kutulu yaşlı kutsal ağacın gölgelediği çakıl bahçesinin öte yanında kutsal emanetin konduğu oda var.

Grubun, çok yüksek ağaçlı, çakıllı yoldan otobüse giderken rastladığı, şevkatle kucaklanmış bir karış boyundaki bebekle tapınağa yürüyen aile, sevgiyle izlenir.

Klima, otobüse binen ilk yolcuyla birlikte çalışmaya başlar, çevrenin korunması amacıyla bazı yerlerde böyle bir uygulama yapıldığını anlatan rehber, "tapınaklar devletten yardım almaz, çevrelerindeki işletmelerden çok para kazanırlar, öyle ki, eğlenirken bir yakuza mı, bir rahip mi anlaşılmaz."

"Meclis Binası, geleneksel biçimde yapılmış Ulusal Tiyatro Binası, İmparatorluk Sarayı, tahmini 9-10 girişi var, çevresi 8 km. ...Pakistan hakimiyetinde bir cami var, Türk imam, Türklerin devamsızlığından şikâyetçi..."


Şehrin göbeğinde yeralan Yasukuni (Barış) Tapınağı'na, geleneksel Şinto kapısı, aslanlar ve giderek -boyları- büyüyen bol fenerli, ağaçlı bahçede, mistisizm dozunu artırma amaçlı ikinci kapı, ardından 16 yapraklı altın kasımpatıyla süslü üçüncü bir kapıdan daha geçerek giren grup, rehberden, girişteki heykelin 13. yy'ın sonlarında, halkın lehine hakemlik eden üst düzey polis Omura'ya ait olduğunu... öğrenir.

Üzeri iri kasımpatı motifli yarım perdenin asılı olduğu tapınak içinde, beyaz giysili, başlıklı rahip, kenardaki davulun arada bir vurulduğu törenle, içerideki grubu kutsamakta...

"Kamikazeler, operasyondan sonra Yasukuni Tapınağı'nda buluşalım diye sözleştiler, burada buluştuklarına inanılır." diye anlatır rehber, "Bu tapınak Japonya tarihindeki tüm şehitlere adanmış, savaştan sonra pekçok savaş suçlusu ölüm cezasına çarptırıldı ama onlar da bu ülke için en iyisini yaptıklarına inanıyorlardı, bu yüzden onlar da şehit sayıldılar."

"Tokyo'nun eski ismi, haliç anlamına Edo", diye anlatır rehber, Sumidagawa (gawa=nehir) kanal/köprü ağı üzerinden, kültürel merkez Ueno'ya yollanan gruba, "Ueno İstasyonu genelde çok kalabalıktır, sıcak yüzünden tenha, bugün de ısı 34-35 derece..."

"Hayvanat bahçesinde, çok zahmetle sun'i döllemeyle doğan bebek panda, annesi üzerine yatınca öldü, bakıcıya epey zaman sonra, soğuduğunda verdi, ertesi sabah 1 milyon öğrenci kapıda, oyuncak üreticileri sabaha dek panda yaptı, anne, izleyicilere 15 gün boyunca yüzünü dönmedi..."

"Sakuranın tarihini izlerler, Clinton'ın geleceği zaman, geçeceği caddelerdeki sakuraları dondurup açmasını geciktirdiler"


Sade avluda, biri Japon, diğeri Avrupa tarzı iki binadan oluşan Tokyo Ulusal Müzesi'nde "eserler değişir" diye anlatır rehber, "öyle tıklım tıkış doldurmazlar, herbirinden bir tane ama çok güzel sergilerler."

Arada, rehberin açıklamalarıyla gezilen müzede, 12. yy'dan kalma resimli rulo, İran'dan gelme eserler, pastel mandalalar, 15. yy. çini mürekkep paravan... "Nara'da halâ bir iki atölye var mürekkep taşı yapan, isi katılaştırıp sonra tükürükle eritilerek...", yazı takımları, çay seremonisi düzeni, -80 m. sonra kadınlar tuvaleti tabelası-, az süslü zarif kılıçlar, çok süslü tören başlıkları, zırh ve giysileri, üzengiler, sedef kakma makimono kutusu, büyük boşluklar arasında, geride bulutların çöktüğü dağ başları, beride özel yaşama ilişkin detaylarla zengin, içten, daha renkli panolar, "16. yy'dan sonra... gündelik hayatı anlatır", el dokuması, muhteşem güzellikte kimonolar, Noh kostümleri, "Kurosawa, filmlerini eskizler yaparak planlar; gece çekimindeki 17 saniyelik görüntü için bir tarlayı altın rengine boyatmış. ...Bu, Ran filmindeki derebeyi karakteri için esinlendiği resim..."

"...rolünde aktör..." şeklinde, bir dizi 18. yy resmi, heykel bölümünde, Kamakura döneminden Çin etkili, ahşap, Buda ve eşlikçileri heykel grubu... "Kakma ustalığı Hakone'de başlamış."

Tüm yolculuk boyunca ilk kez, "her milletten insan bulunur, çantalarınıza dikkat edin" diye uyarılan grup Senso-ji (ji= tapınak) önünde buldukları ağaç gölgesinde rehbere kulak verirler: "7. yy'da Budizm-Şinto çatışmasının ortasında bir adam nehirde parıldayan bir ağaç görüyor, bundan iki Buda oyuyor ve nehre atıyor, biri burada karaya vuruyor, bu tapınak yapılıyor." Rüzgâr ve yıldırım tanrılarının koruduğu tapınağın girişindeki, şık, kocaman Japon feneriyle süslü kapı için, "Yıldırım Tanrısı kapısı" der, "Kaminarimon".

Miki Maus'un kız arkadaşı
Mini kılığına -ayakkabılar üzerine giyilmiş iri kumaş patikler dahil- girmiş üç kızın "V" işareti yaparak, tapınağın önünde yaşlı bir hanımla fotoğraf çektirdikleri avludan Nakamise-dori'ye geçen "abla" grubu, yiyecek dahil, şemsiye, yelpaze, geiko perukları, takunya, kimono..., "yok, yok!" çarşıyı gezerler.

Tapınaktan ayrılıp, rehberin "-İstanbul- Eminönü, Mahmutpaşa kokulu" dediği, eski Tokyo Asakusa'da, evlerdeki kutsal niş (butsudan) ler için kutsal malzeme, ucuz erkek ayakkabısı, giysi vs. satan dükkânlar arasından öğle yemeğine giderken rastladıkları Saray Kebap'ta, koca dönerin ardındaki Kastamonulu delikanlıyla bayramlaşılır.

Kavun dilimi üzerinde sunulan suşi, herşeyi kendilerine göre yorumlayan Japonların, İtalyan yemeğine kendi tarzlarında yaklaşımları olarak değerlendirilir.

Otobüsle, İmparatorluk Sarayı Doğu Bahçesi'ne yollanan gruba rehber, "Pachinko, (slot makinesi) en büyük sektörlerden biri," diye anlatır, "bir kadının, oyuna dalıp arabada unuttuğu çocukları ölünce çok konuşuldu."

Otemachi kapısı'
ndan Doğu Bahçesi'ne giren grup, iri taşlarla örülmüş 1600'lerden kalma duvarların arasındaki geniş ve sert kavisli yolda ilerlerken rehber, "eskiden burada büyük bir şogun sarayı vardı" der. Gölet kıyısı boyunca iris, ortanca ve morsalkım bahçeleri arasından, çay seremonisi odası, aralarında zeytin ağacının da bulunduğu 47 eyaletten bitkiler bahçesi, karın ağrısına iyi gelen, her yaşlı Japon hanımın çantasında bulundurup sabahları bir tane yediği, turşusu, rakısı (ume-şu) yapılan zerdali erik arası açık turuncu, ume ağaçları, şogun sarayından kalma taş duvarlar... "İmparator, uzun sade bir binada oturuyor, doğumgünü dolayısıyla Aralık'ta saraya belli sayıda ziyaretçi alınıyor, nüfus cüzdanıyla bir ay önceden başvurmak gerekiyor, 20 Ocak'ta, ailece, balkondan halkı selamlıyorlar."

Pastel mozaikli, güneş ve müzik aletleri kompozisyonlu cephesiyle Müzik Odası önünden geçerlerken, devriye arabasının dolandığı sıra, kapanışı haberleyen anons üzerine çıkışa yönelinir. Rehberin demesine göre, "ilkokula başladığında, bir oğlan, prensesi dövünce kız okula gitmek istememiş..."

Elektronik semti
Akihabara, çok katlı binalar arasında, kaldırımlara konmuş ekranlardan animasyonların parlayıp çaktığı çok hareketli, gürültülü bir yer. Gençlerin oluşturduğu uzun kuyruk ise, anime manga seslendiren sanatçıdan imza almak içinmiş.

Mağazada, yolculuğun başından beri, -katılımcılardan elektronik mühendisi beyin, incelikle verdiği aparat desteğine karşın- "abla"nın kızkardeşinin, digital fotoğraf makinesinin, 110 volt elektrikten hazzetmeyen pillerine bir tane daha eklesek mi, arayışı sırasında, "günaydın, biraz Türkçe anlıyorum" diyerek yaklaşan Kazak tezgâhtar Orukenn, "kullan at makine en ucuz burada 819 yen, 1000'den çok dışarıda... Pilin pahası da bu... (konuşmalara kulak verip) hah, fiyatı bu..." der; "abla" grubunu, ayrılırken "konuştuğumuza memnun oldum" diyerek uğurlar.

Üst katlardaki, hediyelik eşyanın satıldığı bölüm, "abla" grubuna daha hitap eder niteliktedir; müzik CD'leri, seramik demlik ve fincan, anahtarlık, magnet vs. arasında en çok ilgiyi, dükkânların girişinde görüp, -ne işe yaradığını anlamaları zaman alan kedi biblosunun- havada salladığı sol pençesi, işletmeye müşteri ve para, sağ patisi ise sağlık ve mutluluk daveti anlamına gelen, maneki neko çeker.

Otobüsle önünden geçtikleri, şıkır şıkır kırmızı ışıklı Tokyo Tower için "1958'de Eiffel yapıldığında," der rehber, "burası ona nazire olarak yapıldı, ondan 13 m. uzundur."

Gecenin son güzelliği, yukarı-aşağı hareket ederken birbirine geçen platformlarla ustaca genişletilen daracık sahnede, tüm rolleri travestilerin oynadığı ışık, dans, ve müzik içeren, bir saatlik güzel bir gösteri. Grup gösteriye gider-dönerken metroyu kullanır, böylece Tokyo macerasına bir de metro deneyimi ekler.


İmparator Meiji hakkında güzel bir yazı:
http://indigodergisi.com/54/ee.htm