12 Ekim 2011 Çarşamba

“Abla” grubu, gezinin sekizinci gününde, Bolivya başkentlerinden La Paz’a geçer.

4 Eylül 2011 Pazar sabahı, bir gün önce aldığı dokuma deri karışımı Cats tabanlı iki çift bot siparişi otele getiren, deneten, ödemesini alan ayakkabıcının ardından toparlanıp, Melbin Hanım’a yokluğunda vekâlet eden Maria ile vedalaşan grup Bolivya’ya geçmek üzere havaalanına yollanır.

Bolivya, “abla” için, -bilincin dönüşümünün en önemli göstergelerinden- “yerli başkan” ve ardından yaptıkları “sularını geri alma” mücadeleleriyle çok önemli; 30. Film Festivali’nde izleyip, Festivalin en iyisi ilân ettiği filmle ilgili yazdıklarını bu nedenle, bir paragrafla tekrarlama gereği duyar.


“İspanya-Fransa-Meksika 2010 yapımı Yağmuru Bile: Yönetmen Icíar Bollaín, oyuncular Luis Tosar, Gael García Bernal, Juan Carlos Aduviri. Muhteşem senaryosunu Ken Loach'un senaristi Paul Laverty'nin yazdığı, İspanya'nın 2011 Oscar adayı film, Kolomb ve işgalcilerin aç gözlülüğünü anlatan bir film yapmak üzere Bolivya'ya gelen sinemacıların, Kolomb'dan 500 yıl sonra, bu kez altın değil suyun peşindeki egemenle çatışan yerlilerin trajedisine tanık ve ortak oluşlarını anlatır.


Günde 2 dolarla yaşamlarını sürdürmeye çalışan yerel halkın, kendilerinden yılda 450 dolar su vergisi ödemelerini isteyip, “yağmur suyunu bile” biriktirmelerini yasaklayan Amerikan şirketine direnişinin, işbirlikçi iktidarın taşa karşı mermi kullandığı çatışmalarda ölümlere, sakat kalmalara neden olan, Kolomb'unkiyle iç içe örülmüş harika hikâyesinin, Cochabamba Kasabası Belediye binasında geçen muhteşem sahnesi, filmin, "abla"nın, yıldız listesinin -tartışmasız- birinci sırasına oturmasını sağlar.”


Havaalanında pasaport kontrolünden sonra bir sürpriz; x-ray olmayan kapılarda arama, el ile yapılmakta. İki sıra halinde yanaştıkları bankoda bavullar açtırılıp eşelenirken “abla”nın şansına mülâyim bir görevli denk gelir. Adamın sorularını en masum pozuna bürünüp, kırık dökük İngilizcesiyle “…three sisters and aunt… travel…” falan diyerek yanıtlayan “abla” bavulunu açmaktan kurtulur.


Ortancanın yeşil pasaportunun epey ilgi uyandırıp uzun uzun incelendiği etap maceranın sonu değildir; el bagajlarının kontrolü sırasında içlerinde krem olup olmadığı sorulur, temizlik jelleri ellere sürdürülerek test edilir; açık yiyecek paketlerine el konması söz konusu olunca, içeriği bir seri ikramla, mümkün olduğunca o noktada tüketilir.


El bagajlarını da döküp yeniden toplayan grup, Bolivya’ya geçmeye niyetli kalabalıkla beklerken ortaya çıkıp dolanan köpekli polise hemen hiç iş kalmamıştır. Salonun dibinde duvar genişliğindeki Machu Picchu panoraması önünde fotoğraf çektirenler, bir ihtimal buna fırsat bulamayanlar.


Karlı And Sıradağlarını geride bırakıp Dünya’nın, “üzerinde tekne yüzebilen en yüksek gölü” Titikaka üzerinden geçerken, adet olduğu üzere uçakta dağıtılan formları dolduran grup, -4.150 m rakımlı, Dünya’nın en yüksek- El Alto Havaalanı’na iner.


Puslu havada, yükseklikten kafaları havadan puslu, çakırkeyif gruba kendisini tanıtan, gezinin tek erkek rehberi Ivan’ın, araba hareket eder etmez dağıttığı birer şişe su övgüye değer bulunur.


“Kentin konumlanışını anlamak için El Alto’ya gidiyoruz” der, yolların ortasından yürüyenleri kastederek, “bugün yaya günü ama bizim iznimiz var. Senede bir gün, geçen yıllarda da vardı, bu yıl kanunlaştı.”


Yüzlere krem sürülmesini öneren Ivan anlatır; “Doğuda And Sıradağları, batıda volkanik And sırası, Altiplano*nun doğu kenarında La Paz ortada düzlükte, burada deprem riski sıfır, Nazca bölgesi hareketli ama burada volkanik faaliyet yok, andezit zemin sağlam. Ülke toprağının %40’ı plato, %60’ı Amazon; halkın %60’ı platoda gerisi Amazon’da yaşıyor. 10 milyon nüfusun %60’ı -%20 Qechua, %20 Aymara, gerisi 37 diyalekt konuşan- yerli, %40’ı İspanyol, Aymara, Qechua karışımı mestizo. İlkokulu Aymara diliyle bitiriyorlar İspanyolca sonra, iki dilli yaşıyorlar… Yüzlerine fotoğraf çekmeyin, hoşlanmazlar, tepki verebilirler.”


Grup, pazaryeri kenarına parkeden arabadan iner. Kabarık etekleri üzeri önlüklü, şapkalı yerli kadınların, şemsiyeler altına yayılmış tezgâhlarında yok yok; tuvalet kâğıdı, CD, parfüm, yün, kutuda meyve suları, sabun… Tropik ve tanıdık meyveler yanında sert kabuklu lezzetli maracuja ile, 7 Boliviana karşılığında 1,5-2 kg muz alan grup, kendilerini, 300 çeşit patatesin bir kısmını bir arada görebilecekleri, bazısı mekik şekilli, çizgili, siyah, koyu mor rengârenk patates sergisine götüren Ivan’ın ardı sıra ilerler. “Kırmızı lekeli olan papalisa, coca çayıyla yenirse mide problemlerine şifa…” Bembeyaz, kireç taşı görünümünde olanı göstererek “önce nehirde tutup sonra kurutuyorlar, böylece 5 yıl saklanabiliyor, suya konduğunda şişer... Oca isimli kök, acı ama güneşte tatlanır.”


Kadınların, İspanyol tarzı şalları, kabarık etekleri ile tepeye dik konmuşsa evli, kaykılmışsa dul ya da bekâr anlamı taşıyan -tipik İngiliz- melon şapkalarını hiç tasvip etmediği her halinden belli Ivan, “özgün giysi” der, “kulakları örten bere, tunik, kemer…”


Pazaryerinden ayrılıp arabayla kasabanın tenhalaştığı bir tepeye varan grubun gördüğü manzara gerçekten çok etkileyici: Tam karşıda 6.768 m ile And’ların Bolivya’daki en yüksek zirvesi Nevado Huascaran, önündeyse baktıkları noktadan döne dolana inen, varacağı bir yer yokmuş görünen yolun üzerine, çevresine dizili binalarla sıvalı devasa bir çukur; 3660 m rakımlı –resmi başkent Sucre olmasına karşın Bakanlar Kurulu burada olduğundan- yönetimsel başkent La Paz.


Kenarından baktıkları çöp alanı için özür dileyen Ivan “Şubat’ta yarım saatlik şiddetli tropik yağmur sonunda heyelan oldu, 5000 ev aşağıdaki evlerin üzerine kaydı” der, erken uyarı sayesinde ölen olmamış.


Aydınlık sıcak havada, sağlarından sollarından yürüyenleri kollayıp dolanarak La Paz’a inerken gruba “Kentin en alt ile en yüksek noktası arası 1000 m., ısı farkı ise 6-8 derece; kış kuru geçer ama bu yıl çok yağışlı…” diye anlatır Ivan; “La Paz 1.300.000, El Alto bir milyon nüfuslu, ikisi ayrı şehirler. Buradaki tüm madenlerin sahibi üç aile… Ekonomi iyi, doğal gaz, maden ve gümüş ulusallaştırılıyor. Petrol, Çok Uluslu Şirketler elindeyken 1 USD idi, şimdi 7 USD, millileşince 10 kat büyüme sağlandı, aradaki farkı devlet 60 yaş üzerine, çocuklara, hamilelere destek olarak yansıttı. Halk ilk yerli başkan Evo Morales’den çok memnun, %53 oy aldı, %50’yi geçemezse seçim tekrarlanıyor.”


Grup hilâl şeklinden ötürü Ay Vadisi Milli Parkı’nda iner; “La Paz nehrinin taşıdığı alüvyon ve nehrin aşındırması sonucu oluşmuş vadi, toprak killi, volkanik değil, zenginler buralarda oturuyorlar, ev yapanlar toprağın yumuşak yapısı nedeniyle risk alıyorlar. Alttan erozyonla gelen toprak birikiyor ama deliklerden de yeraltına çökerek batıyor. Zamanında çöple dolduralım denmiş ama dolgu alan üzerine yapılan evlerle birlikte çökmüş.”


Üzerinde iri bir kaya ile Hanımın Şapkası adlı dikiti geçip gezi için düzenlenmiş ahşap patikada yol alan grup, bir çeşit, “narin Kapadokya” denebilecek yapılarla dolu vadinin hâkim noktasından, nehrin iki yanında yükselen La Paz’daki, biri golf sahası az sayıda düzlüğü, Ivan’ın “ciddi hata!” dediği, tepede gün geçtikçe eğrilen çok katlı apartmanı, karşıda, tırmanılan Şeytan’ın Dişi denen dağı… görür.


Fotoğraf çeke çeke indikleri vadi tabanını, “kış sonu çeşitlenen hayvan ve bitki örtüsüyle zengin ekosistem” diye tanımlayan Ivan’ın, dikkatlerini çektiği noktada, yol boyu rastladıklarına benzer ürkütücü deliklerin birinden tabanda akan suyun şırıltısı, nemin kokusu gelir.


Üç kemer altından geçerken dilek tutan grup arabaya biner, Ay Vadisi’ni geride bırakıp şehir turuna devam eder.


Uzaktan ağaçlar içinde bayraklı konutu görünen Aymara –mestizo- Morales yüksek öğrenimli değil. Yardımcısı Alvaro Garcia ise, Meksika ve Belçika’da matematik, felsefe, sosyoloji okumuş bir mestizo, terörist hareket içinde bir ideolojist.


“Bu semte Florida denmesinin nedeni, ev sahiplerinin bir de Florida’da evlerinin olmasından” der Ivan, üstleri kırık cam örülü yüksek bahçe duvarlarını göstererek “eskisi kadar kazanmıyorlar.”


“Bolivya daha çok doğal kaynaklarından gelir sağlar, onun dışında ufak tefek gereçler üretilir. 1979’da bir haftada üç başkan değişti, ardından ilk kadın başkan işbaşına geldi, o da kuzenini ordunun başına getirdi, kuzen ihtilâl yaptı. Enflasyon 1980’lerde %23.000’di. Karşı hareketleri, sosyalistleri, komünistleri 1980-82 arası kurduğu polis teşkilatının başınaLyon Kasabı diye tanınan Nazi Klaus Barbie’yi getirip bastırma yoluna gitti. ‘82’de devlet başkanı Brezilya’ya, Barbie Amazon’a kaçtı. ‘84’te seçilen başkan Barbie’yi yakalattı ve uluslararası mahkemede yargılanmak üzere Fransız Guyanası’na yolladı, bu tek yargılamadır.”


“Enflasyonla mücadele için doğal kaynaklar satıldı, Bolivya Haiti ve Nikaragua’dan sonra Latin Amerika’nın en fakir ülkesi... Fakirlik ciddi boyutlarda, nüfusun %80’inin %40’ı günde 1 USD ile geçiniyor. 2003’te 2 aylık grev yapıldı, havaalanı dâhil olmak üzere kimse çalışmadı, devlet 80 direnişçiyi öldürdü ama bu kez ordu savaşı durdurdu, başkan ABD’ye kaçtı. Yiyecek ve iş için sürekli göç halindeler, Morales de ailesiyle aşağılara inmek istiyor, coca kuzeydoğuda 1000-2000 m arasında yetişiyor, Morales hem çiftçi hem müzisyen, şu ara La Paz’da yaşıyor. Meclise girmek üzere seçime katılıp %20 oy alıyor, söyleyip yaptıkları dolayısıyla ABD’den uyarı alınca oy oranı önce %40’a, sonra da %53’e çıkıyor.”


Tıp Fakültesi ile hastane önünden geçerken “yatak bedava” der Ivan, “tedavi paralı… Miraflores’teyiz, eskiden zenginler otururken, orta sınıf geldikçe zenginler Florida’ya taşındılar. Peru/Bolivya mutfakları popüler ama çok baharatlı ve acı… Sağda 45.000 kişilik stad, son olarak Arjantin’i 6-1 yendik… İngilizlerin yaptığı saat kulesi, İngilizler bir de madenlere tren hatları döşediler... Yoksullara ait adobe evler… İlk İspanyol evleri; 1550’lerde Pizarro ile Almagro arasındaki savaşın ardından buraya gelmişler, 1547’de barış burada sağlandığı için kentin adı La Paz (İspanyolca barış)…” Salkım saçak elektrik tellerine dikkat çekerek, “bazısının işe yarayıp yaramadığı bile bilinmiyor, elektrik sonradan geldiğinden…”


Katedral, meclis binası gibi görkemli, güzel, binalarla çevrili, bağımsızlık hareketine öncülük eden Pedro Domingo Murillo’nun adını taşıyan meydan, gençlerle cıvıl cıvıl; karşılarındaki Başkanlık Sarayı’nın kapısında akranları askerler nöbet tutmakta, ilk kez 1870 Şili savaşı sırasında giydikleri İngiliz, Fransız karışımı üstü kırmızı altı beyaz üniformanın sırt çantası yemek üzerindeki rulo şekilli matara da su için. “1 yıl askerlik zorunlu. Güvenlik çok sıkı değil, Evo seviliyor, gençlere emanet…” Grup askerlerle yan yana fotoğraf çektirirken başları üzerinde sallanan Bolivya bayrağı yanında, ilk kez Aymara kökenli gökkuşağı renkli kareli, -meclisin çoğunluğu gibi- yerli bayrağı Wipala.


Şehrin ortasına çakılmış gibi duran 16 katlı otel binası, buralarda uzun zaman kalmayı planlayan iri kıyım Amerikalının keyif standardına göre yapılmış; yataklar devasa, banyo ev büyüklüğünde. Nadiren kullanıldığından, başta bir zaman paslı su akıtan armatürler, takırdayan asansörlerle, bir de elektrik kesilse, boş görünen otel muhteşem bir gerilim filmi mekânı olacak.


Peru’nun doğusuna düştüğünden Bolivya’da zaman bir saat farklı; otel çevresinde bir tur atıp dinlenmeye çekilen teyze dışında grup, akşamüzeri, araç trafiği yasağının orasından burasından delindiği, Bolivya futbol takımı renklerini taşıyan alt üst eşofmanlısı dâhil, giysili köpeklerini dolaştıran La Pazlılar’ın da gezindiği geniş bulvar boyunca yürüyüşe geçer.


Kaidesindeki şeffaf mermer içten ışıklı, ölmekte bir askerin boylu boyunca uzandığı Emiliano Lujan Anıtı, cadde köşelerinde açık tezgâhlarında yığınla, kek, kurabiye ekmek satan kadınlar, su dolu şişme ufak havuzdaki iki şeffaf balon içinde debelenen çocuklar, gruptan birinin fotoğraf çekmeye niyetini anlayınca şapkalarını yüzlerine indiren kadınlar, Cristoforo Colombo heykeli, caddede asfalt üzerine seksek, zebra çizimleri, pişmiş et satan çevresi kalabalık bir başka satıcı kadın, ferforje cephesi fotoğraflanmayı hak eden güzel bina…


Yolları üzerine çıkan modern sanat sergisini gezmek üzere grup, küçücük bahçesini tüylü geniş başlığıyla doldurmuş demirden, müzisyen yerli heykeli yanından sarmal merdivenle çıkıp bilet alır bakımlı eski binaya girer.


“Abla”nın oya gibi döküm demir-ahşap merdivenlerini beğendiği binanın üç katına yayılmış yerli Meryem tabloları, bir oda dolusu -Bolivya’da öldürülen- Che, tüneyip poz verdikleri tüm mobilyası, duvarlar boyu müzisyenleriyle, demirden mamul şık bar, heykeller… Grubun, anı defterlerine “Türkiye’den sevgiler” taşıyan birkaç satır yazmadan çıkamadığı sergi, yerli bakışının daha özel kıldığı Bolivyalı sanatçıların, çağdaşlarıyla boy ölçüşebileceğini göstermekte.


Dönüşe geçtiklerinde, çok geniş bir binanın üst katından gelen müzik sesi üzerine orada ne olduğunu araştırmaya giden gruptan bir kaçı, ilk bakışta sınıflandırılamayan kalabalığın, ekrandan okuyup eşlik ederek canlı ürettiği, çekimleri de yapılan müziğin kiliseye bağış toplama amaçlı olduğu bilgisiyle dönerler.


“Abla”nın burçdaşının, çocuklukla gençlik arası, -tam olarak 13 yaşında- birkaç kızla kurduğu beden dili iletişimiyle, kızların, kucaklarında, yanı başlarındaki çocukların anneleri olduğunu öğrenirler.


“Abla”, yolculuğun başından beri dikkatini çeken gözlemini bu fırsattan yararlanıp not eder; bu coğrafyada bebeleriyle çok sevecen, yumuşacık ilişki içindeki anneler arasında bağırıp çağıran, çocuğunu itip kakan yok.


Yerleştikleri 11. kattan, -“abla”nın daha önce gezdikleri Şili, Arjantin, Brezilya ve Peru dâhil içini en çok buran- yoksulluğu pırıl pırıl ışıklar ardına gizli La Paz’ı çepeçevre görebildikleri 16. kata akşam yemeği için çıkan öncüler, bir süre büyük sessizlik ve yalnızlık içinde fark edilmeyi beklerler.


Tüm gezi boyunca, rehberlerinin, birkaç gün önceden grubu etrafına toplayarak seçenekleri okuyup sabırla düzenlediği yemek listelerinden birinin daha beceri ve estetikle sunulduğu yemek, sessiz geniş salonda, sekiz kadının sekiz ayrı roman yaşamlarına eşlik eder.

“Abla”nın burçdaşı Sema’nın objektifinden:

https://picasaweb.google.com/101792565612279317346/PeruBolivyaGezisi8Gun4Eylul2011#

*http://tr.wikipedia.org/wiki/Altiplano

Hiç yorum yok: