16 Ekim 2011 Pazar

Peru-Bolivya gezisinin dokuzuncu gününde “abla” grubu, Tiwanaku’da.

5 Eylül 2011 Pazartesi iş günü; sabah, otelin önündeki E’sine çarpı konmuş Estasion tabelası gibi, yanı başındaki trafik polislerini de ciddiye almayan çığırtkanların feryatlarıyla uyanan “abla”, 11. kata dek gayet canlı biçimde ulaşan sesin kaynağına bakar; aralarında, tombul gövdesi girişi tümüyle örtmüş kadın muavinlerin de bulunduğu minibüsler, adaşı Fatima semti dâhil pek çok yere yolcu taşımakta. Rehberlerinin ilk gelişinde, 10 dakikada yürünebilecek mesafeyi arabayla 1.5 saatte aldıklarını anlattığı trafik bu olsa gerek.

Arabaya yerleşen grup, köşede domates, peynirli sandviç satan üç yerli kadının önünden geçer, birkaç sokak ötede, La Paz’ın en eski, yuvarlak irice taş döşeli zemini desenli Müzeler Sokağı başında iner.


“La Paz’ın eski kolonyal evleri Moorish stilindedir” der Ivan, “daha sonra evler başka aileler tarafından da kullanıldığından orijinal değil. İspanyol kölelerin evleri… Murillo’nun evi; özgürlük dışında asıl derdi İspanyollara vergi ödemek istemiyordu, Bolivar’ın da özgürlük için 16 yıl mücadele etmesinde asıl etken vergi vermemek. Peru’da Tupac Amaru, Bolivya’da Tupac Katari, sadece yerliler özgürlük için savaştılar. Bu sokak aynı zamanda kolonyal dönemde at eşek pazarıydı.”


Sokağın çıkışında, köşedeki üzerinde koca bir haç bulunan evi göstererek, “İspanyollar bu sokakta o kadar çok insan öldürmüşler ki, ruhları rahatlatmak amacıyla La Cruz Verde (Yeşil Haç) buraya konulmuş.”


“İspanyolların Afrika’dan getirdiği köleler bu yüksekliğe alışamadı, coca da çiğneyemedi; sonunda Amazon’a yollandılar, burada madenlerde yerliler çalıştırıldı.”

Merdivenlerle bir alt caddeye inip arabaya binen grup, serince güneşli sabahta, çevresine sıralanmış insanların sokak kahvaltısı yapmakta olduğu şenlikli küçük meydanı geride bırakırken Ivan’a kulak verir;“Vergisiz, taklit ürünler bu sokakta saat 6:00-10:00 arası üreticiden alınır, 10:00’dan sonra da aynı yerde satılır, atölyeler Alti Plano’da.”


Arabayla başında durdukları yokuşun bir yanı, şifa, büyü gereçleri satan dükkânlarla dolu: Kapı önündeki, adam boyu yükseklikte raflarda, chakana, yılan, kaplumbağa, kurbağa, ve güneş bedenli, üç başlı Pachamama başta, yerel Tanrıların figürleri yanında, tütsü öbekleri, kurutulmuş şifalı otlar, rengârenk şekerlemeler, çingene sobası cezve karışımı tütsü yakma kapları, çömlekler, en üstte de boyunlarından asılmış salkım saçak beyaz lama düşükleri; “toplayıp kurutur 2-3 dolara, canlı bulduklarını ise 30-40 dolara satıyorlar. Condor kanatları da satılıyor. Evlilik, çocuk, işini tutturma neye ihtiyaç duyarsa… Ben inanmasam bile işçiler evi yaparken dört köşesinde tütsü yakıyorlar, kaza olursa daha fazla sunu...”


“Abla” küçücük toprak tabaktaki kirpiye benzer şeyi soruşturur; mıknatısın çektiği demir tozlarıdır,“cüzdanda taşınırsa parayı çekecektir. Çocuk isteyen birbirine sarılmış çift figürü, iyi lider olmayı dileyen condor, zekâ gereksinimi olan ise baykuş figürü alır.” Tanıdık at nalı da tezgâhlarda birer küçük yığın olarak durmakta.


Alışveriş için, kapı önleri renkli dokumalarla çok çekici sokak aralarına dağılmadan, Aymara müziğini utangaç, hüzünlü ve ağır olarak niteleyen Ivan’dan aldıkları özgün müzik önerileri –Avrupa’da da konserler veren Savia Andina**** ile Kjarkas***** açık CD’lere güven duyulmadığından göz ardı edilir. (“Abla” sonradan bulup yazının altına eklediği adresten dinlediği müziğe bayılır!)


Peru’da arayıp bulamadığı, yazlıktan yaz-kış komşusu hanımın siparişi şapka, “abla”nın karşısına, burada çıkar. Aman ezilmesin deyip başına takar takmaz ayrı bir karizmaya bürünen, Lima’dan aldığı çizgili pantolonu üzerine omuzdan çapraz bağladığı yerel şalla çakma Bolivyalı “abla”, duvar diplerine oturmuş yerli kadın grupları başta, geçtiği her yerde söz konusu karizmanın etkisini, grup arkadaşlarının beğenisi dâhil, bol bol gözlemler.


Bano Publico tabelalarıyla belirlenmiş hamamları bol kentin, mandalina, papaya, muz, ananas yığılı kaldırımlarını geçip arabayla döne dolana yol alırken hedefleri 72 km. kuzeybatıda yer alan Tiwanaku.


La Paz Nehri’nin oyduğu, 1000 m. derinliğindeki vadinin alt ucu Ay Vadisi’nden, sadece köylere varan bozuk yollar dışında, ulaşımın tümü El Alto’dan geçen yollarlarla sağlanır. Grubun El Alto’dan çıkmadan, 1’er Bolivian (1 USD=6,84 BOB) ödeyerek yaptığı tuvalet ziyareti, yaşlı yerlinin, kokuyu değiştirme niyetiyle içeri dalıp oda spreyi sıkmasıyla renklenir.


Yola çıkar çıkmaz, “Aymaralar özgürlüklerine çok düşkün” diye anlatmaya başlar Ivan, “Inkaların hâkimiyetine en geç giren halk, o da kısmen, öyle ki İspanyollar geldikten sonra bile kontrol edemedikleri bölgelerde özgür yaşamlarını sürdürmeye devam etmişler. Trinidad önemli bir şehir, La Paz’a 22 saat mesafede, yolu 12 saate indirecek yolu istememişler.”*


Ölüm Yolu** denen yol da çok dar, La Paz’dan And’ları aşıp Amazon’a iniyor. Bu yoldan pazarın zenginliği, Amazon’un meyve sebzesi geliyor, en geniş birkaç noktada iki araba dokunarak geçebiliyor; 3.5 saate alınan 90 km’lik yol 5000 m yükseklikte, kazalarda çok ölüm olunca devlet, km’sine 2 milyon Dolar harcayıp dağı delmiş. Eski yolda bisikletliler 6 saatte 5000’den 1000 metreye iniyorlar, orada paralel bir de Inca rotası var.”


Aralarına inek, koyun, eşek yayılmış ev grupları dağılmış platoda yolculuk sürerken Ivan “Patates, fasulye ve quinoa yetiştirilir” der, “Andlarda başta kalay 20 maden çıkarılır. 1000 yıl önce Güney Amerika tabakası Nazca tabakası altına sıkışınca yükseliyor Titicaca Gölü oluşuyor, başlangıçtaki tuzlu deniz suyu yukarılardan gelen suyla beslenerek tatlanırken, aşağı akan tuzlu su, tuz gölleri ve çölleri oluşturuyor. Göllerden birinde tuzun kalınlığı 20 m; alttaki tuzlu sudan lityum elde ediliyor, Japonların, ürettikleri elektrikli otolar için ilgilendikleri kalitede zengin lityum.”


“Abla” yol boyu sıkça gözüne takılan, adobe duvarlar üzerindeki, halkın sevgisini ifade eden Bien Venido Evo! yazısını not ederken, bir gün önce El Alto’da pazardan alınmış kabuklu fıstıkları ayıklayıp ikram eden ortanca tarafından özenle beslenir.


“15 çocuk varsa ve devlet öğretmen yollamıyorsa, halk hemen yolu kapatıyor, yol çok ticari olduğundan etkili oluyor; iki hafta kapatıldığı oldu.” der, Aymara baba ile Qechua annenin oğlu Ivan “Aymara dili kıtanın eski dillerinden, Qechua’dan da eski, görmek fiili grm diye geçtiğinden cümleler bir kelimelik. Kısaltmaların en üst düzeyde yapıldığı dil Windows ile çok uyumlu, İbraniceyle de paralelliği var, Morales başkan olduğunda talebi üzerine Windows, İspanyolca + Huaorani + Qechua + Aymara versiyonu üretmiş.”


Kolonyal kiliseli küçük yerleşimden geçip, bölge, yerli ve Bolivya bayraklarının yan yana dalgalandığıTiwanaku (Tihauanaco)’da arabadan inen grup, kazı alanından öğle yemeğine giden yerlilerin ardına yayılmış, -buranın zamanında bir liman kenti olabileceğine dair fikirle bakınan “abla”nın en küçük iz görmediği- harabelere ilerlerler.


“Abla”nın yola çıkmadan bitirdiği Galaktik Gen isimli kitapta (Will Hart, Sınır Ötesi Yayınları, s.191, 2. paragraf) “Aslında Tihauanaco’nun sahip olduğu birçok özellik de burasının bir liman olma olasılığına kuvvet kazandırmaktadır. “Tanrıların Parmak İzleri” adlı kitabında yazar Graham Hancock burası hakkında şunları söylemektedir: “Büyük liman yapıları, iskeleler ve setler (hatta su altında bulunan muhtemelen bir gemi kargosuyken batmış olarak bulunan büyük taş bloklar) burasının bir liman olduğuna dair hiçbir kuşkuya yer bırakmamaktadır” denilmekte, yerleşim planının astrolojiyle olan bağına dayanarak kentin 17.000 yıl önce liman olduğunu düşünen Posnansky’ye göre (s.192, 3. paragraf), “…Göl bundan 15.000 yıl önce Buzul Çağı’nın sonlarında tarihinin en yüksek seviyesindeydi ve karanın çok büyük bir kısmını kaplamaktaydı. Gölün o dönemdeki uzunluğu 800 km kadardı, dolayısıyla bir liman şarttı. Ancak muhtemelen bundan 5.000 yıl önce göl su miktarı en düşük seviyesine inip, mevcut iskelenin suya uzaklığı 30 km’ye çıkınca, Tiahuanaco da bir liman olma özelliğini kaybetmişti.”


Şimdilerde Titicaca Gölü’nün 20 km güneyine düşen, -Incaların verdiği adla Viracocha’nın evi, dinlendiği yer anlamına- Tiwanaku, gölden 30 m. yüksekte yer almakta. Ivan, %20’si kazılmış, 7 terastan oluşan 15 m. yüksekliğindeki tepeyi Akapana- geçerlerken anlatır: “Tiwanaku, 200-900 arası 40 km öteden gelen kumtaşı ve 100 km öteden andezit taşlarla inşa edilmiş. Granitin pırıltısı İspanyolları hayran bırakmış, 1580’de burasının taşlarıyla La Paz’ın kurucu azizine adanmış kiliselerini, yerlileri çalıştırarak yapmışlar. 1904’te de İngilizler demiryolu yapımında buradan taş kullanma izni almışlar.” Incaların, puzzle diye adlandırdığı geçmeli taş tekniğini, kendilerinden 700 yıl önce yapılmış buradan aldığına dikkat çeken Ivan,“ilk seviye dikey kolon küçük taş, ikinci daha iri bloklarla, üçüncü seviye ise kesme taşlarla… İnşaat 600-700 yıl boyunca sürmüş” diye anlatır, Pachamama’ya, yağmur için adak, geyik, lama ve kalça diz arası insan kemikleri çıkan yeri gösterir.


Çok sayıda mumyanın bulunduğu tapınak kuytusunu, yetkin kanalizasyon ağından kalanlar izler; “ısı -10, -15 dereceye düştüğünden, İÖ 1500’e dayanan bir teknikle kumtaşı iki sıra duvarın arası çimli toprak doldurularak evlerde ısının korunması sağlanıyordu… 1984’te bir mühendis tapınağın duvarlarını bulup restore ederken planı bozmuş.”


Grup, Ivan’ın deniz tarafından gelme olduğunu söylediği taş bloktan oyulmuş rahip giysili bir adam heykeli önünde duraklar, kış ve yaz dönümlerinde –Morales’in ruhanî lider olarak iki kez katıldığı törende- dört köşesine, kurban ettikleri lamanın kanını koydukları platoyu geçer, bir başka andezit bloktan yontulma, bir önceki gibi göğsünde sıkı sıkı bir şeyler tutan heykel önünde durur: “Hakkında ileri sürülen pek çok tez var, yazıyı okuyamıyoruz: Boynu yok, yüzünde bir mask var, kemeri süslü, ayak bilekleri halhallı, dış giysilerinin orijinalinde değerli metallerle kaplı olduğu düşünülüyor, şapka çevresi, omuz ve kulaklarında insan motifleri var, uzun saç örgüleri güç ifadesi.”


Kalasasaya’da “abla”nın, ezoterik okumalarda adına, son enerji ayarlamalarından birinde rastladığı, tek parça andezit, muhteşem Güneş Kapısı: Ön yüzünde üstte ortada Intiviracocha ile alt sıralarda, condor veya puma yüzlü adamların yer aldığı 48’er adet küçük figür ile güneş figürleri üzerindeki incelikle işlenmiş insan yüzlerinin her birinin farklı yöne baktığı kabartmalar, bir takvim. Küçük kız kardeşin, boşluğunda durduğu sıra resmini çektiği “abla”nın, Machu Picchu’da altardakine benzer biçimde, -genç kızlığında TV tamir ederken fişi prizden çekmenin yetmediğini statik elektrikle çarpıldığında öğrendiği zamanki gibi-bedeninde enerji akışı hissettiği Güneş Kapısı’nın arka yüzünde de dört küçük niş var.


“Hep kötü düşünce içindeyseniz, fakir bir ruhsunuz,” demekte Ivan, “…öldüğümüzde bir parçamızı kaybederiz, o gider dağın bir parçası olur.”


Birkaç basamakla inilen geniş, yağmur tutmadığı söylenen dikdörtgen seremoni çukurunun çepeçevre alçak duvarlarına belli aralıklarla konmuş, aralarında kafatasının da bulunduğu kafalar “…krallara ait başlar”diye anlatır Ivan, alanın ortasındaki, kaidesini iki kedinin süslediği heykelin sakalına dikkat çekerek, “o bir yabancı, Kon-Tiki…***”


Girişe dizili üç beş tezgâhtan alışveriş yapılır, ören geride kalır; elektrik olmadığından müze gezilemese de, bazısı açık baraka dükkânlar ziyaret edilir, coca çiğnemekte genç yerliden, Incaların sonuyla Fatih’in İstanbul’u fethinin aynı bantta yer aldığı çizelge alınır. “Abla”nın yanından iki püskülün sallandığı şapkası, alışveriş sırasında yerli kadınlardan yine epey sempati toplar.


Öğle yemeği için gittikleri ufak lokantanın, coca çiğneyen yanağı şişkin yerli, sivri dişli hasır Puma başı türünden zengin süsü yanında en önemlisi, bir duvarı tümüyle kaplayan, şafak ya da günbatımı renginde-“abla”ya kalırsa, resmedenin en eski atalarından devraldığı genetik anı arşivinden- su kıyısındaTiwanaku resmi!


Peru’ya geçiş için, Bolivya ile kara sınırı Desaguadero’ya gitmek üzere yola koyulan gruba Ivan anlatmaya devam eder; “Bolivya 9 bölge, 20’şer vilâyet… Başarıyla uygulanan teraslama ve kanallar kazıp sera etkisi yaratarak elde ettikleri +5 derece ısı bu yükseklikte yüksek verim sağladıysa da, topraklar bölündükçe uygulanamaz oldu.”


Yanı başlarında Titicaca, 42 km yol alan grup, minibüsü “bir şey unutulmasın” uyarısıyla terk eder, Ivan’la vedalaşır; bavullar, bisikletlere bağlı bagaj sepetlere yüklenir, hep birlikte Desaguadero Nehri üzerindeki köprüde oturmuş, şapkalı, şallı “abla”yı gördükçe, önden eksik, tek tük altın - gümüş dişli ağızlarını elleriyle kapatarak gülen yerli kadınlar önünden, Peru kara geçişi macerasını bolca fotoğraflayarak yürürler.


Alçak binaya giren grup birer form alır, doldurur, sıraya girer, banko ardındaki –bunca ilgiden sonra kendisini iki ülke fahri kültür ataşesi ilan eden “abla”nın tepesindeki şapkaya, bıyık altı gülerek kaçamak bakış atan- görevlilere teslim eder, rehberin demesine göre, “ilk defa rekor sürede!”, -20 dakika- Peru’ya geçerler.


Yol boyu yarattığı etkiyi izleyen ve bu mucizede en önemli etkenin “şapka” olduğundan emin “abla”, rehbere akıl verir; “altı üstü 13 USD, al bir tane yanında bulunsun, buradan geçerken koy birinin kafasına, huzurla geçip gidin!”


Bolivya’da bir saat ileri alınan saatler geri alınırken, grubu Peru’da, bu kez bir Aymara rehber karşılar; Sülema Hanım’ın ismi, babasının hayranlık duyduğu öğretmeninden gelme imiş. 2.5-3 saatlik Puno yoluna koyulur koyulmaz “genelde Katolik isimler veriliyor, aile isimleri ise doğadan alınıyor” diyerek anlatmaya başlar Sülema, “21 Eylül’de kuru sezon, 21 Mart’ta da sulu sezon bitiyor, tarım bölgelerinden yol alıyoruz, önümüzdeki ay ekim ayı, yüksek ve soğuk, sadece patates ve quinoa. Teraslar Incadan bu yana kullanılıyor, yılda bir kez, 21 Mart sonrası hasat ancak yöre halkını besliyor. Alan açısından Puno 4. büyüklükteki eyalet, Puno Kenti de çevresiyle birlikte 2 milyon, göl çevresi 1.200 nüfuslu, neredeyse sadece turizmle geçinirler, göl kıyısında lüks otelde geceleme 1000 USD.”

Yolda görülen tek tük kiliseler üzerine “buralara devam yok, Katolik şaman rahipler, bir elinde İncil, diğerinde coca, sokakta birine dağlıktaki törenleri sorsanız, sesinizi alçaltmanızı isterler. And insanının dini doğa ile alışverişine dayanır. Çünkü burada yaşamaları için gerekli her şeyi Pachamama’nın verdiğine inanılır, biz de doğaya saygı gösteririz.”


“Altiplano’da yol alıyoruz. Ne deprem ne toprak kayması, dağlar kayalık kaymıyor, yükseklik 3820 m. Ocak, Şubat’ta burası yemyeşildir… Puno’nun %70’i yüksek düzlük, %30’u Amazon’da… Pan Amerikan otoyolu Peru için çok önemli, Atlantik’ten Şili’ye Kuzey Amerika ile bağlantılı… Bu bölgede Puno’ya kadar Aymara’lar yaşıyor, burada okullar İspanyolca, çok zor öğreniyorlar, iki yıl dil, ilkokul 9 yaşında başlıyor. Amazon ve Andlarda bir milyon kişi okuma yazma bilmiyor.” Büyükannesi de imza atamayıp parmak basan Sülema “Toplum erkek egemen” derken önünden geçtikleri stadı gösterir “birinci dinimiz” der, “futbol!”


“Gölün ötesi Bolivya, ‘30’lara dek savaş vardı ama şimdi komşuluk ilişkileri iyi, Şili gibi değil, Şili bu bölgede sevilmiyor.”


“Abla”, yine Galaktik Gen’den (s. 194, 2. ve 3. paragraf) edindiği, kendisini çok etkileyen, “…Efsaneye göre Titicaca Gölü’nün derinliklerinde bir batık şehir bulunmaktadır. BBC tarafından “Arkeologlar Gizemli Gölü Araştırıyorlar” şeklinde haber yapılan yakın zamanlardaki keşfin sonuçları da, bu efsanenin gerçek tarihsel bir kayıt olabileceğine dair kanıtlar ortaya koymaktadır:

“16 Ağustos La Paz, Bolivya– Bilim adamlarının açıklamalarına göre Güney Amerika’da bulunan Titicaca Gölü’nde yapılan araştırmalar sonucunda gölün derinliklerinde, tapınak olduğu düşünülen 1000 yıllık devasa bir yapının içinde taş bir gemi çapası ve hayvan kemikleri bulundu.

Titicaca’nın temiz sularında 18 gün süren dalışlar sonunda bilim adamları Salı günü 200 x 50 m boyutlarında bir tapınak, tarım alanları, Inca medeniyetinden önceye dayanan yollar ve toplam 800 m uzunluğunda da duvar kalıntısı buldular. (Monica Vargas, “Peru Finds Pre-Inca Ruins Beneath Lake Titicaca,” Reuters, Ekim 30, 2002)” bilgisi hakkında -rehberleri aracılığıyla sordurduğu- Sülema’nın ne söyleyeceğini merak eder. “Gölün uzun zamana yayılan yükselip alçalmaları dolayısıyla, kıyılardan toplanmış birkaç buluntu müzede; göl Cousteau’nun gözde yeri, çok daldı ama kafasından büyük kurbağalardan başka bir şey bulamadı.”


İçinden geçtikleri dört kiliseli kasaba için Sülema, “İspanyollar bir kilise kendileri için, bir köleler, bir yerliler, bir de mestizolar için yapmışlar” der, “Birçok kilise Inca tapınakları üzerine kuruldu, yerlilerin mantığını değiştirmenin zor olduğunu görünce böyle yaptılar, yerli kiliseye değil, tapınağa geldi. Yerlilerin %85’i İspanyollar geldikten sonra ya öldürüldü ya da hastalıktan öldü. İspanyol turistler şaşırıyorlar, kendilerinden daha aktif izler bulmayı umuyorlar, hayal kırıklığına uğruyorlar.”


Açık alan serpilmiş evler arasında farklı renklerde tek göz barakalar tuvalet, “dolunca kireç ve kül atarak kullanmaya devam ediyorlar. Bu bölgede 100.000 kişi yaşıyor, erkekler başka yerlere çalışmaya gidiyor, kadınlar yalnız. Toprak ailelere ait, doğan çocuklarla ufalıyor.”


50.000 kişinin yaşadığı, içinden geçen akarsuyla aynı isimde Illaves geride kalırken, “Herkes birbirini bildiğinden suç yoktur, olursa cezayı elleriyle verirler, ufak tefek suçlara kafayı kazıyıp dikenlerle döverek, tecavüzcüyü yakarak…” Duvarlardaki KEIKO President yazıları üzerine, “Fujimori’nin kızı, buralarda çok popüler, Uros’u ziyaret etti, seçimi kaybetmesi de babasının yüzünden.”


Sülema “Bölgede kireçtaşı yaygın, bu da buranın milyonlarca yıl önce deniz olduğunu gösteriyor… Gölün sıcaklığı sığlıkta 15-16 derece, güzel kumsalları var” derken, minibüs yolun iki yanından birbirine bakan iki Inca başı arasından geçer. Sınır karakolu “kaçakçılığı gözlüyor, Bolivya daha ucuz olduğundan, bu yana sürekli akış var. Puno’nun tepelerdeki gecekondu mahallelerinde yol yok, arazi ucuz, ev yapan yürüyerek inip çıkıyor. Kentin 342 yıllık tarihi var, altın gümüş madenleri tükenince ilk kurulduğu dağın ardından buraya taşınmış.”


Meydana dört blok uzaklıktaki otelleri önünde inen grup, eşyalarını odalarına koyar koymaz kent şenlikli gece yaşamına dâhil olur; önünde haçı giydirilmiş katedral, adliye, polis ve belediyenin ışıklı şık binalarıyla süslü meydan Plaza de Armas’a çıkan bir sokakta da mavi kapılı ferforje balkonlu, eski kolonyal evler. Küçük kız kardeş otele dönerlerken, trafiğe kapalı uzun cadde zemininde yerli kültürünü resmeden mozaikleri fotoğraflamayı ihmal etmez.


Akşam yemeği öncesi, üzerindeki minik kazanda güzel kokulu otların kaynadığı mırıl mırıl yanan soba çevresinde toplandıklarında konuşulan, zincirin tüm otellerinde gördükleri “çok tanıdık” kilimin Türkiye’den olup olmadığı…

“Abla”nın burçdaşı Sema’nın objektifinden:

https://picasaweb.google.com/101792565612279317346/PeruBolivyaGezisi9Gun5Eylul2011#

*http://www.yesilgazete.org/blog/2011/09/27/evo-morales-amazon-otoyolu-projesini-askiya-aldi/

**Death Road

http://www.youtube.com/watch?v=_KKaQscc2cE

***Yazının 8, 9 ve 10. paragraflarında, “abla” Kon-Tiki’nin izini sürer:

http://senbilirsinablaseyyah.blogspot.com/2009/01/16-aralk-2008-gezinin-son-gn-kahvaltda.html

****Savia Andina

http://www.ustream.tv/recorded/5842521

*****Kjarkas

http://www.youtube.com/watch?v=-W1d9GHcJnQ

Hiç yorum yok: