8 Ekim 2011 Cumartesi

Peru’daki yedinci günlerinde “abla” grubu, Cusco’da serbestçe gezerler.

3 Eylül 2011 Cumartesi sabahı Cusco’da hava kapalı. Kalınca giyinen “abla” ile ortanca, kapı pencere camları, ahşap mavi boyalı kepenkli bir başka odada kalan küçük kız kardeş ve teyzeyle, şöminenin yandığı odada buluşur kahvaltı ederler.

Peru’ya varalı beri “sık sık su için” önerisi üzerine her daim taşıdıkları -Peru standardı 650 ml, sin gasnormal, con gas mineralli olmak üzere iki ayrı formatta ve bildik cola markası etiketli- pet şişelerini kuşanır, grubun diğer yarısıyla birlikte yürüdükleri iki sokak ötedeki, Inca krallarından birinin gömülü olduğu tepeye kurulmuş San Blas Kilisesi’nin alçakgönüllü kapısını süsleyen, cephenin yarı boyu yükseklikteki kumaşlar giydirilmiş haçın önünde duraklarlar.


Yerlilerin resim, çanta, şapka, müzik aletleri, taş, gümüş, ahşap ürünleri, el örgü, dokuma ve giysiler yayılı tezgâhları arasına dağılmaları bir dakika bile sürmeyen grup, pazarın üst kenarında müzik yapanlarla, Santa Rosa ile ilgili olabileceğini düşündükleri şenliğin ortasında kalır.

Tezgâhı başında bezden bebekler üreten kadından alışveriş yapan ortanca, ürkütücü bulduğu yan yana dikilmiş dört bez bebek yerine, kucağında bebeleriyle -fark etmese arkasına saplı ip takılı yorgan iğnesi ile alıp götüreceği- birini seçer. “Abla”, 30 S/.’e el örgüsü bere ile yarım parmakları ceple kapanan bir çift eldiven alır.

Fotoğraf makinesine davranana baş ve işaret parmaklarıyla “para” işareti yapan, gösterişli takılarıyla daha bir görkemli Inca savaşçısı ile lama besleyen kadınların işgal ettiği ortası oluklu, dar kaldırımlı sokak aralarına giren “abla” dörtlüsü, küçük bir kapı üzerindeki “Döner Kebab by Mr. Giros” yazılı tabelayı altında poz verip fotoğraflayarak yoluna devam ederken, beyaz bina cephelerine yapıştırılmış gibi duran mavi boyalı balkonların -meydandakilerin aksine- giderek daraldığını gözler.

Qorikancha Müzesi’ne giderken bir cadde köşesinde rastladıkları yaşlı yerlinin önündeki örtüye serdiği meyvelerden, el kol işaretiyle hesaplaştıkları, muz, mandalina ve zor kesilen sert kabuğu içinde zahmete değecek lezzette, jelle sarılı minik çekirdekli maracuja alırlar.


Geçtikleri küçük meydanın ortasındaki anıttan bakan iki iri güzel yüz, Incaların ataları Manco Capac ile kız kardeşi, eşi Mama Ocllo birlikte fotoğraflanmayı hak eder.


Yolları üzerine çıkan Centro de Textiles Tradicionales del Cusco*, grubun dikkatini çekmekte gecikmez. Girişte ortada yerel giysili birkaç yerlinin tezgâhlarında dokuduklarıyla dolu duvarlar; dokuma tezgâhı, iplik, kök boya bilgisi, mankenler üzerinde yöresel, törensel ve detaylı açıklamalarla gelin damat bebek giysileri, coca ile ilgili bir diğeri daha, iyi düzenlenmiş vitrinlerin doldurduğu labirent gibi müzeye açılır.


Teyze, “elindeki aynı annemin örekesi!” dediği Pisac yerlisi giysili bez bebek, ortanca kız kardeş yelek alırken ailenin seyahat gurusu küçük kız kardeş, üzerindeki etikette dokumanın teknik bilgisi yanında, dokuyan 17 Nov. 1981 doğumlu Victoria Ylla Puclla’nın ip eğirirken güler yüzlü bir fotoğrafının bulunduğu, Chahuaytire - Pisac orijinli poncho alır.


Grup müzeye girmeden önce, ara sıra hareketlenen bulutların gölgelediği güneş altında sağa sola yayılmış, Qorikancha Tapınağı’nın yeşil geniş bahçesine bakan Cuscolular gibi banka oturur, yaptıkları meyve alışverişini tüketir. Ayakkabı boyacıları, annesinin ardından iteklediği bebek lamalı küçük kız “gracias!”denince, -Çinli sokak satıcılarının tersine- ikiletmeden çekilir. (Uysal Peruluların, “abla” grubuna hatırlattığı; Çin seyahati sırasında indikleri her noktada satıcıların taarruzu altında bunaldıklarından yerel rehber Li, satıcılardan kurtulmak istiyorsanız “pu yau!” demeniz yeterli, önerisinde bulunur. Her ne demekse bu, çok etkili olur.)


Qorikancha Müzesi’nin, beyin ameliyatı geçirmiş ya da bebeklikte tahta ve bandajlarla sıkıştırılarak–“abla” E. Von Daniken’in bir kitabında bunun, değişik nedenlerle gelip giden Dünya dışı’lara öykünen yerel halkın, onlara benzemenin çocukları için parlak baht sağlayacağı düşüncesiyle uygulandığını okumuştur- deforme edilmiş kafataslarıyla dolu vitrinleri dışında ilk oda Qorikancha’da gördükleri altın renkli tablonun -Ana Altar- Hıristiyan, ezoterik, astronomik, filozofik yorumlarıyla dolu.


Ziyaretlerini oturan mumyalar, metalürji ile ilgili panolar ve örenlerin 1935’teki fotoğraflarına bakarak bitirip birkaç merdiven çıkan “abla” dörtlüsü kendilerini çim Qorikancha bahçesinin ortasında bulur.


Serbest günde grubun ikinci hedefi Tarih Müzesi: Taşların motifler oluşturduğu bahçe zeminine, ikinci kattan bakan kolonyal balkonları, çepeçevre iri küpe çiçeği saksılarıyla süslü müzenin bir kıyısından gelen kadın seslerinden yerel şarkı, ziyaretçileri karşılamakta.


Yerlilerin resim eğitimi alıp katedrali donattıkları tabloların yapıldığı Cusquenian School sanatçılarındanDemocrito Bitti tablolarıyla dolu odayı, konuları çoklukla Hıristiyanlık olan kabartmaların sergilediği oda izler. 25 kuruş iriliğinde taneli olanı yanı sıra, bildiğimiz tek rengi sarı dışında beyaz, krem, kahverengi, kızıl, siyah renkli mısır, cin biberi, sarımsak, coca, yine rengârenk patates, tarla faresi iriliğinde tahılla beslenen, eti az guinea pig (qui) ile mutfak gereçlerinin sergilendiği bölümde, “abla”nın hamaratça not tuttuğu gören Cusco’lu yaşlıca bey gelir, -ne yazık kendi dilinde, anlaşılmamayı pek dert etmeden-gayretle bir şeyler anlatır.


Ahşap zemini gıcırdayan müzenin ikinci katında, kendisine özel bir köşe ayrılan Pisco sour tarifini, bu işlerden anlayanın kolayca deşifre edeceğinden şüphesi olmayan “abla” not etmese olmaz: 3 once Pisco Qebranta, 1 once limon, 1 once Goma, 6 adet buz küpü, 1 adet yumurtanın beyazı shaker’la 10 dakika çalkalanacak, 2 damla Angostura Bitters eklenecek.


1781 tarihli bağımsızlığın ilk metal ve kâğıt paraları ardından karşılarına çıkan, İspanyollara karşı direnişin sembolü Tupac Amaru’nun, yaşamına mal olan isyan konulu büyük tablonun bir yanındaki “o ölmedi, Amerika’nın kalbinde yaşıyor” sözlerini kanıtlayan, halkın acısını aktardığı, dokumalardaki, ortadaki Tupac Amaru figürünün, dört köşedeki atlarla parçalanışını anlatan motif.


İspanyol tarzı yaşamdan izler; çekmeceli tuvalet masası üzerinde seramik sürahi, kâse, perdeli beyaz işli örtüleriyle yatak, ayakucunda işleme kösele deri sandık…


Yarı Inca, yarı İspanyol tarihçi Garciloso de la Vega’nın tablosu önünde annesi Inca prensesi ile babası İspanyol soylusu karşı karşıya durmakta. Odanın öte yanında, 1539 Cusco’da doğup 1616’da Cordoba’da ölen, yüzü 10.000 S/. değerindeki kâğıt parayı süsleyen tarihçi, boynunda Inca güneşi madalyonuyla masası başında; çizimleri yanında bir not “annesinin anılarını onurlandırmak için yazdı”.


Ahşap deri kanepe, koltuk, dibekler, altın, gümüş objeler, oturur vaziyette sergilenmekte birkaç mumya… müzenin değerleri arasında.


Plaza de Armas’ın ardına düşen otel çok yakın ise de grup yorgun; adım başı turizm polisine rastlanan caddede durdurdukları taksi ile 5 S/. ödeyerek 5 dakikada vardıkları otel, bir de, hatırı sayılır -Cusco karakteristiği- yokuşlardan birinin başında.


Yemeklerdeki -bol- tuz yüzünden bir ara tansiyonu yükselen teyze, otele geldiklerinde oksijen desteği ister; 3000-4000 m. rakıma alışık olmayan turistler için ülkenin tümünde hazır bulundurulan ufak, tekerlekli tüp yanına park edilir, şeffaf maske yüzüne yerleştirilir, o sakince beslenirken operasyon yeğenlerince fotoğraflanarak belgelenir. O dakikada, kendilerine bir türlü ulaşamayan -teyzenin kızı-kuzenine mail yazmakta olan “abla” oksijen tüpünden elbette hiç söz etmez.


Akşam yemeği için otelde buluşan sekiz hanım, bayrakları bulunan masaları çevresinde değişik milletlerin buluştuğu, dans gösterisinin de olduğu restorana gider. Uzun sıcak yemekler masasının ucunda parçalanmış servise hazır haliyle pek masum, fareye benzeyen guinea pig (qui) deneyen “abla” grubu, daha çok kemikleri sıyrılarak yenen hayvancığın, sosunu fazla sarımsaklı bulurlar.


Mekânların tümünde bulunan, orada kaç kişinin bulunabileceğini belirten sayı ile koca bir S harfi altında ZONA SEGURA EN CASOS DE SİSMOS yazılı tabela, Perulu’ların depremle yaşamayı öğrendiklerini göstermekte.


Yemek sırasında ardı ardına sahneye çıkan dansçılar önce Flamenko giysileriyle Afrika müziği, sonra Nazca yerel giysileriyle bando tınılı Flamenko eşliğinde dans ederler. Ardından çene kemiğinin enstrüman olarak kullanıldığı dansı izleyen, puma benzeri maskeli dört adamla pırıltılı giysiler içindeki kız ve Amazon yerlilerinin dansları; deniz, çöl, yüksek plato, Amazon türünden çok farklı yeryüzü şekillerinde yaşarken, Peruluların, Afrikalılar ile -bir dönem birlikte yaşadıkları Arapların izlerini buralara kadar taşıyan-İspanyollardan aldıklarını, kültürlerine eklediklerini göstermekte.


Japonların büyük sempati gösterdiği kâğıttan kuyruk yakmaca oyunu ardından programın sonunda sahneye gelen, siyah ponçoları değişik renkli uzun saçaklarla süslü beş adam, aralarında Beethoven’in 5. senfonisinin alkış alan yorumunun da bulunduğu And şarkıları çaldıkları minik konserlerini, “abla”nın bayıldığı Simon ve Garfunkel’dan tanıdığı El Condor Pasa** ile tamamlarlar.

“Abla”nın burçdaşı Sema’nın objektifinden:

https://picasaweb.google.com/101792565612279317346/PeruBolivyaGezisi7Gun3Eylul2011#

*www.textilescusco.org

Hiç yorum yok: