1 Aralık 2009 sabahı erkenden, karanlıkta uyandırılan üçlü, bir gece önce yatmadan hazırladıkları bavullarına, son bir iki parçayı da tıkıp, kapıyı tıkırdatan gence teslim eder, odalarına son bir göz atar, kahvaltı için evler önünden sessizce geçerek, iskele bitimindeki cafe'ye varırlar.
Alacakaranlıkta yaptıkları alçakgönüllü kahvaltı ardından uzun iskelenin ucundaki mini limandan tekneye biner, kendilerini bekleyen deniz uçağının havalanacağı platforma ulaştırılırlar. Saat 05:51'deki gündoğumunun öncesi ve sonrasında, biri beyaz, sarışın, spor ayakkabılı, diğer ikisi esmer, kuzgunî siyah saçlı, yalınayak pilot takımı, uçağın paletlerindeki suyu, bir kaç deliğe taktıkları bisiklet pompası kılıklı seyyar bir tulumbayla, teknede küpeşteye sıralanmış uykulu yolcuların izlediği uzun bir operasyonla boşaltırlar. İş bitiminde, ahşap platodaki denizcilerden birinin başlattığı (yolcuların sevinçle katıldıkları) alkış, teknik ekibin performansı için mi, "abla" gibi sabır özürlü yolcuların sabrı için mi, belli değil...
Deniz uçağının aynı -tek koltuklu- tarafında oturup, 111 km.lik Male yolculuğunda, bu kez diğer taraftaki -yine muhteşem!- mercan adaları manzarasını gözleyen "abla" grubu, 45 dakika sonra havaalanının olduğu adaya iner, yolcuların indiği taraftaki pervane bir kuşakla bağlanır, menteşelerle eklenmiş hareketli iskelelerden yürüyen yolcular, bindikleri servis aracıyla terminale ulaştırılırlar.
Male Havaalanı'nda, alaturka, alafranga tuvaletlerde, hortumlu taharet muslukları yanında, sıvı sabun dispenserleri!
Dönüş yolculuğu boyunca bambu rainstick'le şıngırdaya şarıldaya, kalabalıkta bir kazaya meydan vermemek için dikkat kesilen "abla" ile kardeşlerinin, Dubai'ye ulaşan, inen, bir-iki saat sonra da İstanbul yolculuğuna çıkan, güzel servisi, çok zengin müzik ve film arşivi... yanısıra, her kalkış ve inişi, aşağı ve ileri bakan kameraları aracılığıyla izledikleri, pilotun "Bismillahirramanirrahim" diye başlayıp, bir kaç kez "...selametikum..." sözünün geçtiği konuşmasıyla bitirdiği uçak yolculuğu, batıya yol alışları yüzünden -gidişlerine kıyasla yaklaşık- iki saat daha uzun sürer.
Yine, batıya yol alışları yüzünden çooook uzun süren günbatımından bir zaman sonra, güneşle yarışır görünen uçak, Dünya'nın muhteşem güzellik ve çeşitlilikteki doğasının taze anılarını taşıyan yolcularıyla, Yeşilköy Atatürk Havalimanı'na, gidiş ve dönüşte dört kez yaptığı gibi yumuşacık, tüm zarafetiyle konar.
13 Aralık 2009 Pazar
12 Aralık 2009 Cumartesi
Maldiv'lerdeki son günlerinde, "abla" ve kızkardeşleri, yağmurda yüzerek eve vardıklarında dehşetle görürler ki, deniz en az iki karış çekilmiş!
30 Kasım 2009 sabahı, kahvaltıdan sonra kardeşler, sokak köşelerinde ayaklı kurnalarda suya döşenmiş, dayanıklı, beş kırmızı, pembe, eflatun, beyaz renkli türleri bulunan, Hatmi'ye benzeyen, uzun dişi organı ile ilginç Hibiscus (Saima) öbeğini fotoğraflayarak yürümekteyken, yerel halkın "müziğimiz" dediği özel bir sesle birbirleriyle konuşan, kargaya benzeyen siyah ile, onun beyaz beneklisi iki kuşun resmini ve ismini barındıran tabela da kayıtlara geçer: Asian Koel.
Derken, ilk gün ellerine tutuşturulmuş ada krokisini bir kez daha incelemek isteyen ortancanın işaret ettiği, üçlünün hayretle farkettiği, bir gün önce sonuçsuz şnorkel takibi yapmalarına neden olan, haritada Little Mermaid Dive Center adıyla belirtilen su sporları merkezi, adaya geldikleri gün tekneden indikleri yerde değil mi? Uzun iskeleyi katederek vardıkları geliş noktasında, önce İtalyan Lokantası dibinde, iri yengeçlerin güneşlendiği kayalar çevresinde şnorkelle dalış yapanları izleyen üçlü "orada her zaman şnorkel bulursunuz" dedikleri yere, -nihayet- ulaşır, duvarlarında sıra sıra balıkadam giysileri asılı odaların birinden, alçakgönüllü bir seçim yaparak, deneme amacıyla 10 USD'na bir takım (şnorkel, gözlük, palet) kiralarlar.
Evlerine dönüp, mayo giyip şnorkel ve su altı tek kullanımlık kamera ile kuşanıp, banyo önünden merdivenlerle denize inmeleri yarım saati aşmaz. Kurşunî renk ve ağırlıktaki havada, 3-4 karış derinlikteki suda, verandanın altına denk gelen öbekten başlayıp, kıyıya dek batıp çıkarak gözlem yapan, bir yandan şnorkel kullanmayı öğrenip, diğerine öğreten, arada da su altında, tuhaf tropik balıklardan Allah ne verdiyse fotoğraflayan üçlü, kıyıya yakın derinlikte bir zaman yüzer.
Yağmur altında dönüşe geçip, yüzerek eve vardıklarında dehşetle farkederler ki, deniz (dolunay nedeniyle olsa gerek) en az iki karış çekilmiş; giderken su altında fotoğrafladıkları mercan öbeği yarı yarıya su üstünde! Verandadan, okyanus dalgalarının gümbürdediği uzaktaki kıyıya dek turkuaz deniz, insanların dizlerine dek suda, aralarında dolaştığı kayalıklarla beneklenmiş.
Öğleden sonra, -bisiklete binmeyi öğrenmeye ikna edemedikleri- ortanca kardeşi yine sorumluluklarıyla başbaşa, evde, okyanus manzaralı verandada bırakan "abla" ile küçük kız kardeş -ağaçlardan halâ incecik serpiştiren- yağmurun yarattığı taze, temiz, çiçek karışımı kokuların yayıldığı yollarda bisikletle gezerler.
Akşamüstüne yakın, bisikletlerini ve şnorkeli teslim eder, bir gün önce niyetlendikleri, broşürde, beden zihin ruh birlikteliği sağladığı iddia edilen, ("abla"nın masözü) Balili Ariani ile, Bangladeşli, Hintli... kızların, kokulu yağlarla, beden düğümlerine usta parmaklarıyla basınç uygulayarak yaptığı (Healing aroma massage) masaj için, yeniden spa.'ya giderler.
Akşam yemeği sonrası, ertesi sabah çok erken saatte yola çıkacak kardeşlerin, lobiye uğrayıp, -odalardaki TV'den de yayınlanan- yola çıkış talimatlarını alıp, ödemelerini yapmalarıyla geçer. Turizmin önemli gelir kaynağı olduğu ülke, bu konuda hataya izin vermeyecek biçimde uzmanlaşmış: Lobideki ekranda ertesi sabah yola çıkacakların, uçuş numaraları (ya da deniz yoluyla transfer bilgileri), oda ve kalan kişi sayısı, minibarın kapanışı, ödemelerin yapılacağı zaman, uyandırma, bagaj alım, kahvaltı ve lobiden hareket saati... incelikle, tek tek belirtilmiş.
Son gece verandadaki yatağına uzanan "abla", sabaha karşı uyandırılmadan, "ne kadar yıldız rasatı yapsam, dolunaya baksam kâr!" dese de, uykuya yenilmesi fazla sürmez.
Derken, ilk gün ellerine tutuşturulmuş ada krokisini bir kez daha incelemek isteyen ortancanın işaret ettiği, üçlünün hayretle farkettiği, bir gün önce sonuçsuz şnorkel takibi yapmalarına neden olan, haritada Little Mermaid Dive Center adıyla belirtilen su sporları merkezi, adaya geldikleri gün tekneden indikleri yerde değil mi? Uzun iskeleyi katederek vardıkları geliş noktasında, önce İtalyan Lokantası dibinde, iri yengeçlerin güneşlendiği kayalar çevresinde şnorkelle dalış yapanları izleyen üçlü "orada her zaman şnorkel bulursunuz" dedikleri yere, -nihayet- ulaşır, duvarlarında sıra sıra balıkadam giysileri asılı odaların birinden, alçakgönüllü bir seçim yaparak, deneme amacıyla 10 USD'na bir takım (şnorkel, gözlük, palet) kiralarlar.
Evlerine dönüp, mayo giyip şnorkel ve su altı tek kullanımlık kamera ile kuşanıp, banyo önünden merdivenlerle denize inmeleri yarım saati aşmaz. Kurşunî renk ve ağırlıktaki havada, 3-4 karış derinlikteki suda, verandanın altına denk gelen öbekten başlayıp, kıyıya dek batıp çıkarak gözlem yapan, bir yandan şnorkel kullanmayı öğrenip, diğerine öğreten, arada da su altında, tuhaf tropik balıklardan Allah ne verdiyse fotoğraflayan üçlü, kıyıya yakın derinlikte bir zaman yüzer.
Yağmur altında dönüşe geçip, yüzerek eve vardıklarında dehşetle farkederler ki, deniz (dolunay nedeniyle olsa gerek) en az iki karış çekilmiş; giderken su altında fotoğrafladıkları mercan öbeği yarı yarıya su üstünde! Verandadan, okyanus dalgalarının gümbürdediği uzaktaki kıyıya dek turkuaz deniz, insanların dizlerine dek suda, aralarında dolaştığı kayalıklarla beneklenmiş.
Öğleden sonra, -bisiklete binmeyi öğrenmeye ikna edemedikleri- ortanca kardeşi yine sorumluluklarıyla başbaşa, evde, okyanus manzaralı verandada bırakan "abla" ile küçük kız kardeş -ağaçlardan halâ incecik serpiştiren- yağmurun yarattığı taze, temiz, çiçek karışımı kokuların yayıldığı yollarda bisikletle gezerler.
Akşamüstüne yakın, bisikletlerini ve şnorkeli teslim eder, bir gün önce niyetlendikleri, broşürde, beden zihin ruh birlikteliği sağladığı iddia edilen, ("abla"nın masözü) Balili Ariani ile, Bangladeşli, Hintli... kızların, kokulu yağlarla, beden düğümlerine usta parmaklarıyla basınç uygulayarak yaptığı (Healing aroma massage) masaj için, yeniden spa.'ya giderler.
Akşam yemeği sonrası, ertesi sabah çok erken saatte yola çıkacak kardeşlerin, lobiye uğrayıp, -odalardaki TV'den de yayınlanan- yola çıkış talimatlarını alıp, ödemelerini yapmalarıyla geçer. Turizmin önemli gelir kaynağı olduğu ülke, bu konuda hataya izin vermeyecek biçimde uzmanlaşmış: Lobideki ekranda ertesi sabah yola çıkacakların, uçuş numaraları (ya da deniz yoluyla transfer bilgileri), oda ve kalan kişi sayısı, minibarın kapanışı, ödemelerin yapılacağı zaman, uyandırma, bagaj alım, kahvaltı ve lobiden hareket saati... incelikle, tek tek belirtilmiş.
Son gece verandadaki yatağına uzanan "abla", sabaha karşı uyandırılmadan, "ne kadar yıldız rasatı yapsam, dolunaya baksam kâr!" dese de, uykuya yenilmesi fazla sürmez.
Etiketler:
Asian Koel,
Healing aroma massage,
Hibiscus (Saima),
şnorkel
Maldiv Adaları'ndaki üçüncü günlerinde, "abla" ve kızkardeşleri, unutulamaz spa deneyimi öncesi, çok romantik küçük bir düğün törenine tanık olurlar.
29 Kasım 2009 sabahı erkenden kalkıp mevzuata göre giyinerek hazırlanan, kahvaltılarını yapan, saat 9:00'da yola çıkacak Island Discovery turu için, 8:30'da lobide olan "abla" ve kızkardeşlerini bir sürpriz beklemekte: 6 kişiden az -en çok 13 kişi- yapılmayan tur, yeterli katılım olmadığından iptâl edilmiş!
Hayâlkırıklığıyla kaybedecek vakti olmayan ailenin seyahat gurusu küçük kız kardeş, ertesi gün için ilanları taramak üzere, duyuru duvarına koşar. Birkaç kişinin adını yazdığı şnorkel turunu beğenseler de, bu konuda hemen hiç deneyimi olmayan "abla", etkinliği su sporları merkezinin organize etmesini kanıt göstererek, küçük de olsa bir eğitim gerektirebileceği kaygısıyla mızmızlanır.
Yüzmeye giderken uğradıkları, üstü sazlarla örtülü çardakta faaliyet gösteren su ile ilgili tüm sporların yapıdığı, malzemesinin dağıtıldığı merkezdeki genç, araya taraya iki takım şnorkel bulursa da, kızkardeşler, genlerine işlemiş, "bir fındığın içini yar senden ayrı yemem" duygusuyla, üç takım şnorkel bulabilecekleri bir adres sorarlar. Bu, yanlış anlama sonucu, adanın ucundaki dalış okuluna, esrarını ancak ertesi sabah çözebilecekleri abes bir ziyaret yapmalarına neden olur.
Ada içinde amaçlı-amaçsız dolaşmaları, birkaç gündür ağaç diplerinde gördükleri mikro dinozor kılıklı, kertenkele türü, ince uzun kuyruklu, erkekleri rengârenk, ürkek hayvancıkla tanışmak türünden pek çok keşif yapmalarını sağlar: Lizard. Ardından, bir ağaçta salkım saçak, ayaklarından asılı başaşağı, bir sağa bir sola yürüyüp duran, tabelaya göre -turuncu tatlı tropik meyve- papayayı çok seven, Flying Fox da denen yarasa: Fruit Bat.
Bir başka keşif de, girişindeki binada 1999 ve 2003'te aldıkları ödülleri övünçle sergileyen Family Town: Aralarında düzenledikleri turnuvaları ilân eden afişlerle süslü yemekhane, spor ve toplantı salonları... ile çalışanların barındıkları, -belli bir standarda uyduğunu görmenin "abla"ya çok iyi geldiği- alçakgönüllü mahallenin temiz, tek katlı evlerinin, çiçeklerle gizlenmiş kapıları önünde terlikler ve kapılar üzerinde bu konuda uyarı barındıran yazılar.
Deniz banyosuna ekledikleri havuzda, suda bar keyfi de yaşadıktan sonra kardeşler, sabahtan aldıkları Spa. randevularına giderken, benzerini geldikleri gün gördükleri bir düğün törenine tanık olurlar: İskeleden bir kaç basamakla kuma inerken, çıplak ayakları, -uzun kollu koyu mavi tünik altında pantolonlu, saçlarını ensede topuz yapılmış- iki genç kızın döktüğü suyla yıkanan gelin ve damat, siyah giysili başı kapalı bir başka kadının da katılımıyla, dibi buğday başağı demetleriyle süslü palmiye yaprağı tâk'ın altından geçerek, yolları kadınları serptiği begonvillerle renklenirken, iki sıra dizilmiş beyaz bayrak arasından uzaktaki otağa yürüdükleri sırada, iki genç darbuka benzeri birer enstrümanı hafif tıpırtılarla çalar; üçüncü genç ise, hüzünlü bir ses veren, iri bir deniz kabuğuna üfler. Maldiv Adaları turizminin, çok özel balayı seçenekleri sunmasının bir nedeni ve sonucu görünen alçakgönüllü tören, "abla"ya kalırsa çok romantiktir.
Araamu Spa, girişten başlayarak, çiçeklerin tatlı tatlı koktuğu, suların şırıldadığı, balıklı havuzlar üzerinden geçen minik köprülerle, alçak bambu duvarların ayırdığı masaj bölümlerine ulaşılan, herşeyden çok huzur üretir görünen muhteşem bir yer! Yanık tenler için önerdikleri, önce bedeni kese içinde buzla yatıştırıp sandalağacı tozu ve gülsuyu bulamacı ile sıvadıktan sonra, bir zaman bekletip ovalayarak temizledikleri, Fini Kela denen, 50 dakika süren masaj, çok yanık olmadıkları halde, rahatlatıcı. Günün son eylemi için alındıkları yüksek, geniş kameriyenin, bir pervanenin döndüğü, geçmelerle çatılmış bambudan yapılmış piramit çatısı çok ilginç; sekiz kenarı açık, sade perde, rahat koltuk ve kanepelerle döşeli. Ayaklarındaki bambu kullan at! terlikleri sürüyerek, yumuşak bornozları içinde koltuklara yerleşen kardeşlere, Uzakdoğu'lu kızları yaptığı serin, güzel kokulu havlu ve özel demliklerle servis edilen yeşil çayın yarattığı duygunun,-çok yetersiz- tek karşılığı huzur!
Karanlıkta, dolunayın ışıttığı beyaz deniz kıyısındaki palmiyeler altına yayılmış, mum ışığıyla loş ahşap masalardan birine yerleşen, geceyi birer kahve içerek kapatan kardeşler, çok yüksek palmiyeler arasından gökkuşağı renkli haresiyle büyüleyici dolunayda evlerine dönerler. Gün boyu yüklendiği huzurla, içerilere sığamayan "abla", verandadaki ahşap şezlonglardan biri üzerine serdiği battaniye ile yaptığı yatağa uzanır, çarşafına sarınır; okyanustan gelen esintide, tepesindeki, aralarında bir tek Orion'u tanıdığı, dolunayın solduramadığı ışıl ışıl yıldızları, uykuya düşene dek gözler.
Hayâlkırıklığıyla kaybedecek vakti olmayan ailenin seyahat gurusu küçük kız kardeş, ertesi gün için ilanları taramak üzere, duyuru duvarına koşar. Birkaç kişinin adını yazdığı şnorkel turunu beğenseler de, bu konuda hemen hiç deneyimi olmayan "abla", etkinliği su sporları merkezinin organize etmesini kanıt göstererek, küçük de olsa bir eğitim gerektirebileceği kaygısıyla mızmızlanır.
Yüzmeye giderken uğradıkları, üstü sazlarla örtülü çardakta faaliyet gösteren su ile ilgili tüm sporların yapıdığı, malzemesinin dağıtıldığı merkezdeki genç, araya taraya iki takım şnorkel bulursa da, kızkardeşler, genlerine işlemiş, "bir fındığın içini yar senden ayrı yemem" duygusuyla, üç takım şnorkel bulabilecekleri bir adres sorarlar. Bu, yanlış anlama sonucu, adanın ucundaki dalış okuluna, esrarını ancak ertesi sabah çözebilecekleri abes bir ziyaret yapmalarına neden olur.
Ada içinde amaçlı-amaçsız dolaşmaları, birkaç gündür ağaç diplerinde gördükleri mikro dinozor kılıklı, kertenkele türü, ince uzun kuyruklu, erkekleri rengârenk, ürkek hayvancıkla tanışmak türünden pek çok keşif yapmalarını sağlar: Lizard. Ardından, bir ağaçta salkım saçak, ayaklarından asılı başaşağı, bir sağa bir sola yürüyüp duran, tabelaya göre -turuncu tatlı tropik meyve- papayayı çok seven, Flying Fox da denen yarasa: Fruit Bat.
Bir başka keşif de, girişindeki binada 1999 ve 2003'te aldıkları ödülleri övünçle sergileyen Family Town: Aralarında düzenledikleri turnuvaları ilân eden afişlerle süslü yemekhane, spor ve toplantı salonları... ile çalışanların barındıkları, -belli bir standarda uyduğunu görmenin "abla"ya çok iyi geldiği- alçakgönüllü mahallenin temiz, tek katlı evlerinin, çiçeklerle gizlenmiş kapıları önünde terlikler ve kapılar üzerinde bu konuda uyarı barındıran yazılar.
Deniz banyosuna ekledikleri havuzda, suda bar keyfi de yaşadıktan sonra kardeşler, sabahtan aldıkları Spa. randevularına giderken, benzerini geldikleri gün gördükleri bir düğün törenine tanık olurlar: İskeleden bir kaç basamakla kuma inerken, çıplak ayakları, -uzun kollu koyu mavi tünik altında pantolonlu, saçlarını ensede topuz yapılmış- iki genç kızın döktüğü suyla yıkanan gelin ve damat, siyah giysili başı kapalı bir başka kadının da katılımıyla, dibi buğday başağı demetleriyle süslü palmiye yaprağı tâk'ın altından geçerek, yolları kadınları serptiği begonvillerle renklenirken, iki sıra dizilmiş beyaz bayrak arasından uzaktaki otağa yürüdükleri sırada, iki genç darbuka benzeri birer enstrümanı hafif tıpırtılarla çalar; üçüncü genç ise, hüzünlü bir ses veren, iri bir deniz kabuğuna üfler. Maldiv Adaları turizminin, çok özel balayı seçenekleri sunmasının bir nedeni ve sonucu görünen alçakgönüllü tören, "abla"ya kalırsa çok romantiktir.
Araamu Spa, girişten başlayarak, çiçeklerin tatlı tatlı koktuğu, suların şırıldadığı, balıklı havuzlar üzerinden geçen minik köprülerle, alçak bambu duvarların ayırdığı masaj bölümlerine ulaşılan, herşeyden çok huzur üretir görünen muhteşem bir yer! Yanık tenler için önerdikleri, önce bedeni kese içinde buzla yatıştırıp sandalağacı tozu ve gülsuyu bulamacı ile sıvadıktan sonra, bir zaman bekletip ovalayarak temizledikleri, Fini Kela denen, 50 dakika süren masaj, çok yanık olmadıkları halde, rahatlatıcı. Günün son eylemi için alındıkları yüksek, geniş kameriyenin, bir pervanenin döndüğü, geçmelerle çatılmış bambudan yapılmış piramit çatısı çok ilginç; sekiz kenarı açık, sade perde, rahat koltuk ve kanepelerle döşeli. Ayaklarındaki bambu kullan at! terlikleri sürüyerek, yumuşak bornozları içinde koltuklara yerleşen kardeşlere, Uzakdoğu'lu kızları yaptığı serin, güzel kokulu havlu ve özel demliklerle servis edilen yeşil çayın yarattığı duygunun,-çok yetersiz- tek karşılığı huzur!
Karanlıkta, dolunayın ışıttığı beyaz deniz kıyısındaki palmiyeler altına yayılmış, mum ışığıyla loş ahşap masalardan birine yerleşen, geceyi birer kahve içerek kapatan kardeşler, çok yüksek palmiyeler arasından gökkuşağı renkli haresiyle büyüleyici dolunayda evlerine dönerler. Gün boyu yüklendiği huzurla, içerilere sığamayan "abla", verandadaki ahşap şezlonglardan biri üzerine serdiği battaniye ile yaptığı yatağa uzanır, çarşafına sarınır; okyanustan gelen esintide, tepesindeki, aralarında bir tek Orion'u tanıdığı, dolunayın solduramadığı ışıl ışıl yıldızları, uykuya düşene dek gözler.
11 Aralık 2009 Cuma
İkinci gün, "abla" ve küçük kız kardeş, Büyükada'dan yıllar sonra, Maldiv'lerdeki Sun Island'da, bisiklete binmeyi "hatırlarlar".
28 Kasım 2009 sabahı ada, bir gece önceki tufan provası yağmurla yıkanmış, az da olsa serinlemiş. Kahvaltıdan sonra, bilmedikleri sokakları yürüyen, bir de düzenlenme aşamasında Biological Path keşfeden üçlü, başları örtülü, uzun elbiseli Müslüman kadın işçilerin ellerindeki süpürgelerle, bir önceki gecenin yaman fırtınasıyla yere yayılmış yaprakları süpürerek kumu temizlemelerine tanık olur. Küçük kız kardeşin gözlemi: Erkek çalışanlar ne kadar neşeli, her karşılaşmada mutlaka selam vermeye, hal hatır, hatta memleket sormaya yatkınsa, kadınlar o derece çekingen, mutsuz, herhangibir fotoğraf karesine girmeme konusunda kesin kararlı...
Lobinin arkasındaki geniş alana yayılmış küçük çarşıda, ne var ne yok diye girdikleri hediyelik eşya dükkânında, rehberli turlardaki koşuşturma olmadan, yerlilerin el emeği ahşap oyma, ağaç kabuğu, kâğıt, bambu vs. ile yaptıkları, çok uluslu şirketlerin koca bir pazar/panayıra dönüştürdüğü Dünya'nın pek çok yerinde rastlanabilecek ürünleri tek tek inceler, ufak tefeklerden küçük bir yığın yaparlar. "Abla", ortasına yakın bir yerden eklenmiş, içindeki parçacıkların, çubuğun başaşağı edilmesiyle, bir önceki akşam yağana benzeyen şiddetli yağmur sesi verdiği rainstick'i çok beğenir. Bambu yağmur çubuğunun, -dükkândaki çok şey gibi- 7 USD fiyatlı etiketi, -ülkenin MRf diye anılan, yaklaşık 12 Rufiyaa'nın 1 USD olduğu ulusal parasını hiç görmeyen- üçlünün, "...para birimi 7 USD midir, nedir?" türünden şakalaşmalarına neden olur.
Ortancayı, Bursa'dan Maldiv'lere getirdiği yazılı kağıtlarını okumaya, eve yollayan "abla" ile küçük kız kardeş, Water Bungalow -WB Special Offer- seçeneğinin sağladığı ücretsiz bisikletleri almak üzere lobiye dönerler. Belli standartlara göre yapıldığından, bankonun arkasından başı ancak görünen küçük esmer görevlilerden, bir yandan yeni gelenlerin bagajlarını izlerken diğer yandan bisiklet organizasyonuna yetişmeye çalışan başı kalabalık adam, sonunda "abla" ile kız kardeşine seçtikleri bisikletleri nasıl kilitleyip, çözeceklerini anlatıp küçük birer anahtar verir, uzun zamandır bisiklete binmemiş "abla", seçtiği bisikletin selesinin çok yüksek olduğunu anla(ya)madan, ortadan kaybolur. İki kardeş, Büyükada'dan bu yana epey ara verdiklerinden -şimdilik- binmeye cesaret edemeden, düşmek için çimenlik zemin bulmak üzere, yürüterek uzaklaştıkları bisikletleriyle lobiye döner, "abla"nın bisikletini, başı daha az kalabalık birilerini bulup daha alçak seleli olanla değiştirirler. Tüm bu gel, git, adamı bul, bir daha bul hayhuyu arasında, bir kez daha bisikletini sürüyerek gitmeyi kendine yakıştıramayan "abla", Yaradan'a sığınır, seleye tüner, sonradan kollarını ince ince sızlatan bir tavırla sıkı sıkı yapışır, yola çıkarlar. Macera, -uyarı tabelalarına göre solda kalmaya özen gösterirlerse de-, frenlere hiiiiç güvenmeyen "abla"nın arada ayakları ile yavaşlattığı, sağda solda bir-iki ağaca bindirme olayı dışında, bungalov kapısına ulaşıp bisikletlerini kilitlemeleriyle, salimen son bulur.
Öğle yemeği sonrasında, bir gün önce bungalovlara yakın bir yerde denedikleri, -şnorkelle mercanlara bakanları son derece mutlu eden- derinliği 3 karışı geçmeyen, yüzmekten ziyade alçak sürünmeye benzer deniz banyosu fiyaskosu üzerine, adanın derin deniz barındıran kıyısını keşfe çıkan üç kardeş, öteki uçta, bir basınç odası ve dalış dershaneleri bulunan, ortası frangipani isimli beş yapraklı, tatlı tatlı kokan çiçeklerle yüklü alçak ağaçlı bahçesiyle, dalış okulu önündeki tabelada inceledikleri haritadan, -derinlik uyarıları kırmızı iri toplarla belirlenmiş- yüzmeye uygun kıyıyı saptarlar.
Kabuklu hayvanların değişik incelikte ufalanmış iskeletlerinden mamûl bembeyaz kumun çok yavaş derinleştiği turkuaz su, ılık... Manzara, alışılagelenin tersine, üstte fırtına grisi gök, arada puslu yeşil gür bitki örtüsü, altta nereden aydınlandığı belli olmayan beyaz kum! Puslu da olsa, beyaz kumun yerden yansıttığı son derece yakıcı güneşten korunmak üzere, uzun kollu beyaz giysi, geniş kenarlı hasır şapka ile donanmış "abla", bunca tedbire karşın dönüşte, çok hafif bir güneş alerjisi yaşamaktan kurtulamaz.
Deniz banyosundan dönüş yollarını, ortasındaki adacıkta palmiyeler olan, bir kenarında, su içinde tabureleriyle, servisin plâstik kadehlerle yapıldığı bar bulunan, iki şelaleli havuzdan geçiren kız kardeşler, hava kararırken toparlanıp, serince esen rüzgârda, havlularına sıkıca sarınıp su üstündeki evlerine dönerler. Kahve-beyaz çizgili havlularla dolaşan ada halkı, birkaç yıl önce, mayo kataloğu için fotoğraf çekmek üzere gittikleri Maldiv'lerden, tsunamiden birkaç gün önce dönen damadın dediği gibi, "bir mayo, bir havlu, bir çift terlikle..." tatili geçirmekte.
Yemekten sonra, ilerleyen saatlerde diskoya dönüşeceği belli rahat koltuklu mekânda, Maldivian Lady'nin de aralarında olduğu birer meyve kokteyli içen; gün boyu, denizden çıkıp havuza giren kardeşler, havanın yüksek nem oranı da hesaba katılırsa su içinde bir gün geçirdiklerinden uyuklamaya eğilimli bedenlerini, bir gayret lobiye atarlar. Amaçları, katılmak isteyenlerin adlarını ekledikleri, duvar boyunca asılı, Follow the Dolphins, Sunset/Sunrising Fishing, Reef Explorer, Hello Neighbours, Blue Lagoon, Village Trip to Maamigili, Dhildho, Fenfushi... gezi seçeneklerinden, bir gün önce işaretledikleri Island Discovery listesine göz atmak.
Sayfanın altında gördükleri "Note: Nudism and topless bathing is prohibited in the Maldives, please cover up your shoulder and knees when visiting local island and use mosquito repellant." ibaresinin yanına eklenmiş, omuzları açık, şortlu kadın fotoğrafı üstündeki koca çarpıyla, yanındaki kısa kol t-shirt'lü, bermudalı kadın fotoğrafındaki check işareti, "abla" gibi dil özürlüleri uyarmak amaçlı olmalı...
Lobinin arkasındaki geniş alana yayılmış küçük çarşıda, ne var ne yok diye girdikleri hediyelik eşya dükkânında, rehberli turlardaki koşuşturma olmadan, yerlilerin el emeği ahşap oyma, ağaç kabuğu, kâğıt, bambu vs. ile yaptıkları, çok uluslu şirketlerin koca bir pazar/panayıra dönüştürdüğü Dünya'nın pek çok yerinde rastlanabilecek ürünleri tek tek inceler, ufak tefeklerden küçük bir yığın yaparlar. "Abla", ortasına yakın bir yerden eklenmiş, içindeki parçacıkların, çubuğun başaşağı edilmesiyle, bir önceki akşam yağana benzeyen şiddetli yağmur sesi verdiği rainstick'i çok beğenir. Bambu yağmur çubuğunun, -dükkândaki çok şey gibi- 7 USD fiyatlı etiketi, -ülkenin MRf diye anılan, yaklaşık 12 Rufiyaa'nın 1 USD olduğu ulusal parasını hiç görmeyen- üçlünün, "...para birimi 7 USD midir, nedir?" türünden şakalaşmalarına neden olur.
Ortancayı, Bursa'dan Maldiv'lere getirdiği yazılı kağıtlarını okumaya, eve yollayan "abla" ile küçük kız kardeş, Water Bungalow -WB Special Offer- seçeneğinin sağladığı ücretsiz bisikletleri almak üzere lobiye dönerler. Belli standartlara göre yapıldığından, bankonun arkasından başı ancak görünen küçük esmer görevlilerden, bir yandan yeni gelenlerin bagajlarını izlerken diğer yandan bisiklet organizasyonuna yetişmeye çalışan başı kalabalık adam, sonunda "abla" ile kız kardeşine seçtikleri bisikletleri nasıl kilitleyip, çözeceklerini anlatıp küçük birer anahtar verir, uzun zamandır bisiklete binmemiş "abla", seçtiği bisikletin selesinin çok yüksek olduğunu anla(ya)madan, ortadan kaybolur. İki kardeş, Büyükada'dan bu yana epey ara verdiklerinden -şimdilik- binmeye cesaret edemeden, düşmek için çimenlik zemin bulmak üzere, yürüterek uzaklaştıkları bisikletleriyle lobiye döner, "abla"nın bisikletini, başı daha az kalabalık birilerini bulup daha alçak seleli olanla değiştirirler. Tüm bu gel, git, adamı bul, bir daha bul hayhuyu arasında, bir kez daha bisikletini sürüyerek gitmeyi kendine yakıştıramayan "abla", Yaradan'a sığınır, seleye tüner, sonradan kollarını ince ince sızlatan bir tavırla sıkı sıkı yapışır, yola çıkarlar. Macera, -uyarı tabelalarına göre solda kalmaya özen gösterirlerse de-, frenlere hiiiiç güvenmeyen "abla"nın arada ayakları ile yavaşlattığı, sağda solda bir-iki ağaca bindirme olayı dışında, bungalov kapısına ulaşıp bisikletlerini kilitlemeleriyle, salimen son bulur.
Öğle yemeği sonrasında, bir gün önce bungalovlara yakın bir yerde denedikleri, -şnorkelle mercanlara bakanları son derece mutlu eden- derinliği 3 karışı geçmeyen, yüzmekten ziyade alçak sürünmeye benzer deniz banyosu fiyaskosu üzerine, adanın derin deniz barındıran kıyısını keşfe çıkan üç kardeş, öteki uçta, bir basınç odası ve dalış dershaneleri bulunan, ortası frangipani isimli beş yapraklı, tatlı tatlı kokan çiçeklerle yüklü alçak ağaçlı bahçesiyle, dalış okulu önündeki tabelada inceledikleri haritadan, -derinlik uyarıları kırmızı iri toplarla belirlenmiş- yüzmeye uygun kıyıyı saptarlar.
Kabuklu hayvanların değişik incelikte ufalanmış iskeletlerinden mamûl bembeyaz kumun çok yavaş derinleştiği turkuaz su, ılık... Manzara, alışılagelenin tersine, üstte fırtına grisi gök, arada puslu yeşil gür bitki örtüsü, altta nereden aydınlandığı belli olmayan beyaz kum! Puslu da olsa, beyaz kumun yerden yansıttığı son derece yakıcı güneşten korunmak üzere, uzun kollu beyaz giysi, geniş kenarlı hasır şapka ile donanmış "abla", bunca tedbire karşın dönüşte, çok hafif bir güneş alerjisi yaşamaktan kurtulamaz.
Deniz banyosundan dönüş yollarını, ortasındaki adacıkta palmiyeler olan, bir kenarında, su içinde tabureleriyle, servisin plâstik kadehlerle yapıldığı bar bulunan, iki şelaleli havuzdan geçiren kız kardeşler, hava kararırken toparlanıp, serince esen rüzgârda, havlularına sıkıca sarınıp su üstündeki evlerine dönerler. Kahve-beyaz çizgili havlularla dolaşan ada halkı, birkaç yıl önce, mayo kataloğu için fotoğraf çekmek üzere gittikleri Maldiv'lerden, tsunamiden birkaç gün önce dönen damadın dediği gibi, "bir mayo, bir havlu, bir çift terlikle..." tatili geçirmekte.
Yemekten sonra, ilerleyen saatlerde diskoya dönüşeceği belli rahat koltuklu mekânda, Maldivian Lady'nin de aralarında olduğu birer meyve kokteyli içen; gün boyu, denizden çıkıp havuza giren kardeşler, havanın yüksek nem oranı da hesaba katılırsa su içinde bir gün geçirdiklerinden uyuklamaya eğilimli bedenlerini, bir gayret lobiye atarlar. Amaçları, katılmak isteyenlerin adlarını ekledikleri, duvar boyunca asılı, Follow the Dolphins, Sunset/Sunrising Fishing, Reef Explorer, Hello Neighbours, Blue Lagoon, Village Trip to Maamigili, Dhildho, Fenfushi... gezi seçeneklerinden, bir gün önce işaretledikleri Island Discovery listesine göz atmak.
Sayfanın altında gördükleri "Note: Nudism and topless bathing is prohibited in the Maldives, please cover up your shoulder and knees when visiting local island and use mosquito repellant." ibaresinin yanına eklenmiş, omuzları açık, şortlu kadın fotoğrafı üstündeki koca çarpıyla, yanındaki kısa kol t-shirt'lü, bermudalı kadın fotoğrafındaki check işareti, "abla" gibi dil özürlüleri uyarmak amaçlı olmalı...
Etiketler:
frangipani,
Maldivian Lady,
rainstick,
Rufiyaa
10 Aralık 2009 Perşembe
Maldiv'lerdeki ilk gecelerinde, "abla" ve kızkardeşleri, sert rüzgârla sarsılan bungalovda, uyanır, deprem çantası hazırlarlar.
27 Kasım 2009 Kurban Bayramı birinci günü sabahı, Türkçe konuşmalar duyuldukça, kuyruklarda birbirlerini süzen kalabalık Türk gruplarla birlikte, yerel saatle 08:00'de, Maldiv Adaları Cumhuriyeti başkenti Male'nin bulunduğu adanın hemen yanındaki, sadece havaalanını barındıran bir başka adaya inen kızkardeşler, bavulların içine bakan cihazlardan biri başında, adalara dağılacak Türklerden bir hanımın bayram kutlaması olmasa, Kurban Bayramı birinci günü sabahında olduklarını farketmeyecek.
Duvarlarında, iki kişi arasındaki mesafeyi 1.8 m. olarak belirleyen H1N1 afişleri asılı mütevazi gümrüğün tüm çalışanları maskeli, eldivenli. Müslüman ülkenin başı örtülü memuresinden, damgalanan -vizesiz- pasaportlarını alıp, -rehbersiz- yolculuk ederken herhangibir aksaklığa karşı rotayı çok sıkı çalışmış küçük kız kardeşlerinin peşine takılan ablalar bavullarını alır, küçük havaalanının, açık fırın kapağı duygusu veren kapısına çıkarlar. Yanyana bankolardan birinin alnındaki Sun Island yazısına seğirtip, isimlerini bildirir bildirmez yanlarında beliren esmer ötesi ufak tefek adam tarafından girişin öte yanındaki bankoya, deniz uçağı için bilet almaya götürülürler. Küçük kızkardeşin, en uzak -ve en büyük- adayı seçerek, Male'den, üzerindeki otelin adıyla anılan 110 otel adaya ulaşımda kullanılan hızlı tekneler yerine, deniz uçağı istemesinin nedeni, atol denen mercan adalarının havadan daha güzel görüneceği -çok isabetli, muhteşem- fikri!
Bagajlar incelikle tartılır, etiketlenir. Sun Island'a gidecek, "abla" ve kardeşleriyle 11 kişi, sürücüsü sağda oturan servis aracıyla havaalanının uzak kıyısındaki binaya götürülürler. İçeride, yanyana sıralanmış odalar arasından, kapısı üzerinde, -uçuş numarası- 20A yazılı küçük odaya alınırlar, geniş ekranda tanıtım başlar. Bir süre sonra, girdikleri kapının karşısındaki kapıdan çıkarılıp, bir öncekinden daha esmer bir gencin mihmandarlığıyla, menteşelerle eklemlenmiş, su üzerinde dalgalanan ahşap patikalar üzerinden yürüyerek, üzerinde tma (trans maldivian airways) yazılı sarı mavi renkli deniz uçağının yanına gelirler. Zincirle gövdeye bağlı asma merdivenden birkaç basamakla çıkıp, arkaya yığılı bagajlar önünden geçerek, küçük uçağın solunda tekli tek sıra, sağında ikili koltuklara dağılır, yerleşirler. Can yeleklerinin yerini, acil durumlarda ne yapılacağını anlatan genç, gürültü için kulak tıkacı da dağıtır ama, ardından, turistlerden birinin "joke?" diye sormasına neden olan "arıza açıklaması" üzerine bir başka uçağa geçmeleri gerekir, çok sürmez havalanırlar.
Arada buluta da girse, 35-40 dakika süren yolculuk, mercanların çooook, çok uzun sürede birikmesi sonucu oluşan, genelde ortasında bir lagün bulunan, lacivert derinlikleri beyaz turkuaz lekelerle benekleyen, muhteşem coğrafi yapıyı görüp kavramaya, güzelliğinin tadını çıkarmaya yeter.
Haritada belirtilen Ari Atolü, Hindistan'ın güney batısında yer alan, bir çoğunda yaşam olmayan, hatta gel-git ile bir görünüp, bir kaybolan, en yüksek noktası 2.4 metreyi aşmayan yaklaşık 2000 adadan oluşan Maldiv Adaları'nın en büyük atolü... Küresel iklim değişiklikleri yüzünden, 100 yıl içinde Hint Okyanusu'na batacağı öngörülen adalar halkına Avustralya, sığınma hakkı vermiş. Türk Konsolosluğu'nun Hindistan, Delhi'de oluşu küçük kız kardeşin, pek güldükleri, "...batma konusunu ciddiye almışlar belli ki!" yorumuna neden olur.
12 yolcu kapasiteli uçak, denize yumuşacık iner, suyun ortasındaki 5-6 metrekare genişlikteki ahşap platformun yanına yanaşır, parkeder, sıkıca bağlanır. Uyku sersemi yolcular -uzakta, beyaz kumsalını gölgeleyen sık palmiye örtüsüyle yayılmış güzel adaya- bakınırken yaklaşan tekneler, adalardaki otel isimlerine göre seçtikleri yolcularını ve bagajlarını yüklenir, yola koyulurlar.
Teknenin arkasında kenara konmuş, sicimle bağlı ayakları perdeli su kuşu, uzun sivri gagasıyla kanatlarını temizlerken Sun Island'a yanaşan yolcular iner, uzun tahta iskeleyi kateder, ortasında tropik balıkların olduğu havuz bulunan, dört yanı açık lobiye girerken, esmerin esmeri, yerlere dek uzanan koyu renk eteği üzerindeki çizgilerle aynı renk gömleği ile pek şık, delikanlının uzattığı güzel kokulu temiz havlularını alır, yolculuğun tozundan arınırlar. Birer bardak hindistan cevizi sütü ikramı ardından, Türklere pek alışkın görünen personelden, "Ankara'da benim arkadaş var!" diyeni yardımıyla doldurdukları kâğıtları verir, adanın krokisinin bulunduğu haritayla, anahtarlarını alırlar.
Ailenin seyahat gurusu yine muhteşem bir plânlama yapmış; kardeşler, denize çakılı kazıklar üzerine yerleştirilmiş, gündoğumuna bakan Water Bungalow'lardan birine yerleşirler. Okyanusa açılan küçük verandanın iki yanı, gür yabanî hanımelleri ile süslü. Geniş banyonun önünden, doğruca denize inen merdivenlerin en alt basamağında güneşlenen iri yengeçle, veranda önünde, beyaz kum içinde, ağırlıklı olarak, küçük, siyah beyaz çizgili balıkların yaşadığı mercan öbeği kenarında, simbiyotik eşlikçisi ile, zemin tozlarını pofurdatarak salınan kocaman vatozun yarattığı ürküntü olmasa, "abla" ile kardeşleri hemen suya girecek!
Denizden görmeyi imkânsız kılan tropik bitkilerle sarılmış lokantada, -her zaman- Hindistan mutfağının baharatlı acılı bir-iki yemeği yanında, vejeteryanlar için seçenek de sunan açık büfede, garsonları Shiham'ın baktığı masalarında yedikleri balık ve tropik meyve ağırlıklı öğle yemeğinden sonra yürüyüşe çıkan kardeşler, en uzun kenarı 1,5 km. olan, koca bir botanik park biçiminde düzenlenmiş güzel adayı keşfederler.
Ortalama 30 derece civarındaki havanın nem oranı yüzde 80'in üzerinde seyrederken, giderek ağırlaşıp bulutlanan gökyüzü, geceyi, -"abla" ile kardeşlerinin sonradan çok güldükleri-sarsıntıyla uyanıp deprem sanarak, tsunami kaygısıyla içine pasaport ve para koydukları çantalarla tahliyeye hazırlandıkları, sert rüzgârın savurduğu yağmurla yıkar.
Duvarlarında, iki kişi arasındaki mesafeyi 1.8 m. olarak belirleyen H1N1 afişleri asılı mütevazi gümrüğün tüm çalışanları maskeli, eldivenli. Müslüman ülkenin başı örtülü memuresinden, damgalanan -vizesiz- pasaportlarını alıp, -rehbersiz- yolculuk ederken herhangibir aksaklığa karşı rotayı çok sıkı çalışmış küçük kız kardeşlerinin peşine takılan ablalar bavullarını alır, küçük havaalanının, açık fırın kapağı duygusu veren kapısına çıkarlar. Yanyana bankolardan birinin alnındaki Sun Island yazısına seğirtip, isimlerini bildirir bildirmez yanlarında beliren esmer ötesi ufak tefek adam tarafından girişin öte yanındaki bankoya, deniz uçağı için bilet almaya götürülürler. Küçük kızkardeşin, en uzak -ve en büyük- adayı seçerek, Male'den, üzerindeki otelin adıyla anılan 110 otel adaya ulaşımda kullanılan hızlı tekneler yerine, deniz uçağı istemesinin nedeni, atol denen mercan adalarının havadan daha güzel görüneceği -çok isabetli, muhteşem- fikri!
Bagajlar incelikle tartılır, etiketlenir. Sun Island'a gidecek, "abla" ve kardeşleriyle 11 kişi, sürücüsü sağda oturan servis aracıyla havaalanının uzak kıyısındaki binaya götürülürler. İçeride, yanyana sıralanmış odalar arasından, kapısı üzerinde, -uçuş numarası- 20A yazılı küçük odaya alınırlar, geniş ekranda tanıtım başlar. Bir süre sonra, girdikleri kapının karşısındaki kapıdan çıkarılıp, bir öncekinden daha esmer bir gencin mihmandarlığıyla, menteşelerle eklemlenmiş, su üzerinde dalgalanan ahşap patikalar üzerinden yürüyerek, üzerinde tma (trans maldivian airways) yazılı sarı mavi renkli deniz uçağının yanına gelirler. Zincirle gövdeye bağlı asma merdivenden birkaç basamakla çıkıp, arkaya yığılı bagajlar önünden geçerek, küçük uçağın solunda tekli tek sıra, sağında ikili koltuklara dağılır, yerleşirler. Can yeleklerinin yerini, acil durumlarda ne yapılacağını anlatan genç, gürültü için kulak tıkacı da dağıtır ama, ardından, turistlerden birinin "joke?" diye sormasına neden olan "arıza açıklaması" üzerine bir başka uçağa geçmeleri gerekir, çok sürmez havalanırlar.
Arada buluta da girse, 35-40 dakika süren yolculuk, mercanların çooook, çok uzun sürede birikmesi sonucu oluşan, genelde ortasında bir lagün bulunan, lacivert derinlikleri beyaz turkuaz lekelerle benekleyen, muhteşem coğrafi yapıyı görüp kavramaya, güzelliğinin tadını çıkarmaya yeter.
Haritada belirtilen Ari Atolü, Hindistan'ın güney batısında yer alan, bir çoğunda yaşam olmayan, hatta gel-git ile bir görünüp, bir kaybolan, en yüksek noktası 2.4 metreyi aşmayan yaklaşık 2000 adadan oluşan Maldiv Adaları'nın en büyük atolü... Küresel iklim değişiklikleri yüzünden, 100 yıl içinde Hint Okyanusu'na batacağı öngörülen adalar halkına Avustralya, sığınma hakkı vermiş. Türk Konsolosluğu'nun Hindistan, Delhi'de oluşu küçük kız kardeşin, pek güldükleri, "...batma konusunu ciddiye almışlar belli ki!" yorumuna neden olur.
12 yolcu kapasiteli uçak, denize yumuşacık iner, suyun ortasındaki 5-6 metrekare genişlikteki ahşap platformun yanına yanaşır, parkeder, sıkıca bağlanır. Uyku sersemi yolcular -uzakta, beyaz kumsalını gölgeleyen sık palmiye örtüsüyle yayılmış güzel adaya- bakınırken yaklaşan tekneler, adalardaki otel isimlerine göre seçtikleri yolcularını ve bagajlarını yüklenir, yola koyulurlar.
Teknenin arkasında kenara konmuş, sicimle bağlı ayakları perdeli su kuşu, uzun sivri gagasıyla kanatlarını temizlerken Sun Island'a yanaşan yolcular iner, uzun tahta iskeleyi kateder, ortasında tropik balıkların olduğu havuz bulunan, dört yanı açık lobiye girerken, esmerin esmeri, yerlere dek uzanan koyu renk eteği üzerindeki çizgilerle aynı renk gömleği ile pek şık, delikanlının uzattığı güzel kokulu temiz havlularını alır, yolculuğun tozundan arınırlar. Birer bardak hindistan cevizi sütü ikramı ardından, Türklere pek alışkın görünen personelden, "Ankara'da benim arkadaş var!" diyeni yardımıyla doldurdukları kâğıtları verir, adanın krokisinin bulunduğu haritayla, anahtarlarını alırlar.
Ailenin seyahat gurusu yine muhteşem bir plânlama yapmış; kardeşler, denize çakılı kazıklar üzerine yerleştirilmiş, gündoğumuna bakan Water Bungalow'lardan birine yerleşirler. Okyanusa açılan küçük verandanın iki yanı, gür yabanî hanımelleri ile süslü. Geniş banyonun önünden, doğruca denize inen merdivenlerin en alt basamağında güneşlenen iri yengeçle, veranda önünde, beyaz kum içinde, ağırlıklı olarak, küçük, siyah beyaz çizgili balıkların yaşadığı mercan öbeği kenarında, simbiyotik eşlikçisi ile, zemin tozlarını pofurdatarak salınan kocaman vatozun yarattığı ürküntü olmasa, "abla" ile kardeşleri hemen suya girecek!
Denizden görmeyi imkânsız kılan tropik bitkilerle sarılmış lokantada, -her zaman- Hindistan mutfağının baharatlı acılı bir-iki yemeği yanında, vejeteryanlar için seçenek de sunan açık büfede, garsonları Shiham'ın baktığı masalarında yedikleri balık ve tropik meyve ağırlıklı öğle yemeğinden sonra yürüyüşe çıkan kardeşler, en uzun kenarı 1,5 km. olan, koca bir botanik park biçiminde düzenlenmiş güzel adayı keşfederler.
Ortalama 30 derece civarındaki havanın nem oranı yüzde 80'in üzerinde seyrederken, giderek ağırlaşıp bulutlanan gökyüzü, geceyi, -"abla" ile kardeşlerinin sonradan çok güldükleri-sarsıntıyla uyanıp deprem sanarak, tsunami kaygısıyla içine pasaport ve para koydukları çantalarla tahliyeye hazırlandıkları, sert rüzgârın savurduğu yağmurla yıkar.
Etiketler:
Ari Atolü,
mercan,
simbiyotik,
Sun Island,
vatoz,
Water Bungalow
9 Aralık 2009 Çarşamba
"Abla "ve kızkardeşleri, Kurban Bayramı tatilinden yararlanır, bir başka Müslüman ülkeye, Maldiv Adaları'na giderler.
26 Kasım 2009 Kurban Bayramı arifesi, saat 16:00'da, Şişli'nin mahşerî kalabalığını yarıp, taksiyle kızkardeşinin kapısına dayanan "abla" iner, kardeşinin bavulunu -sıkışık trafikte, neredeyse, akraba olunan hoşsohbet şoförün yardımıyla- kendisininkinin yanına koyar, Atatürk Havalimanı yoluna koyulurlar. Ailenin seyahat gurusu küçük kız kardeşin çizdiği rota bu kez Maldiv Adaları'nı göstermekte...
17:00'de, sabahtan dersi olduğundan, öğlen Bursa'dan yola çıkan, Esenler'den -böyle zamanlarda Tanrı'nın lûtfu gibi görünen- metro ile Havalimanı'na varıp kardeşleriyle buluşan ortancanın katılımı ile (grubun ayrılmaz elemanı teyzeleri, kızı ile Frankfurt'a gitmeyi seçtiğinden) tamamlanan grup, ilk kez tur operatörü yönlendirmesi olmaksızın, gözü kara küçük kız kardeş önderliğinde vergilerini öder, biletlerini alır, bavullarını verir, havalanma saatini beklemeye başlarlar.
Aktarma yapacak olan kızkardeşler 19:10'da İstanbul'dan havalanır, yerel saatle 01:15'te, Birleşik Arap Emirlikleri başkenti Dubai'ye konarlar. İzledikleri tabelaların doğru yönlendirmesiyle, -hortumlu taharet musluklarıyla donatılmış tertemiz, geniş çelik alaturka tuvaletler ziyaret edildikten sonra- Maldiv Adaları başkenti Male'ye gidecekleri uçuş kapısını bulurlar. Doğuya yönelmiş, uykusu bölünmüş bedenlerini sürüyerek zombi edasıyla iki saat dolanıp, bir iki fotoğraf çektikleri Dubai Havaalanı'nı yerel saatle 03:25'te terkeder, yine yerel saatle 08:00'de Male'ye konarlar. 8, aktarmalarla 10 saat süren İstanbul-Male yolculuğuna, İstanbul-Dubai arası 2, Dubai-Male arası 1, İstanbul-Male arası toplam 3 saatlik fark da eklenince kafası iyice karışan "abla", küçük kızkardeşinin yaptığı incelikli hesap olmasa, mümkün değil, işin içinden çıkamayacak!
Her uçağa binişlerinde yapılan, maşayla tepsiden alınıp, şaibeli yolcu avuçlarına bırakılan sıcak, mis kokulu buharların tüttüğü havlu servisi ardından, pencere kenarında oturan "abla"nın, uyumadan önce son gördüğü, -Dünyanın şimdiden en yüksek binası- Dubai Burcu anlamında, Burj Dubai'nin, pus içindeki sarmal ışıkları...
17:00'de, sabahtan dersi olduğundan, öğlen Bursa'dan yola çıkan, Esenler'den -böyle zamanlarda Tanrı'nın lûtfu gibi görünen- metro ile Havalimanı'na varıp kardeşleriyle buluşan ortancanın katılımı ile (grubun ayrılmaz elemanı teyzeleri, kızı ile Frankfurt'a gitmeyi seçtiğinden) tamamlanan grup, ilk kez tur operatörü yönlendirmesi olmaksızın, gözü kara küçük kız kardeş önderliğinde vergilerini öder, biletlerini alır, bavullarını verir, havalanma saatini beklemeye başlarlar.
Aktarma yapacak olan kızkardeşler 19:10'da İstanbul'dan havalanır, yerel saatle 01:15'te, Birleşik Arap Emirlikleri başkenti Dubai'ye konarlar. İzledikleri tabelaların doğru yönlendirmesiyle, -hortumlu taharet musluklarıyla donatılmış tertemiz, geniş çelik alaturka tuvaletler ziyaret edildikten sonra- Maldiv Adaları başkenti Male'ye gidecekleri uçuş kapısını bulurlar. Doğuya yönelmiş, uykusu bölünmüş bedenlerini sürüyerek zombi edasıyla iki saat dolanıp, bir iki fotoğraf çektikleri Dubai Havaalanı'nı yerel saatle 03:25'te terkeder, yine yerel saatle 08:00'de Male'ye konarlar. 8, aktarmalarla 10 saat süren İstanbul-Male yolculuğuna, İstanbul-Dubai arası 2, Dubai-Male arası 1, İstanbul-Male arası toplam 3 saatlik fark da eklenince kafası iyice karışan "abla", küçük kızkardeşinin yaptığı incelikli hesap olmasa, mümkün değil, işin içinden çıkamayacak!
Her uçağa binişlerinde yapılan, maşayla tepsiden alınıp, şaibeli yolcu avuçlarına bırakılan sıcak, mis kokulu buharların tüttüğü havlu servisi ardından, pencere kenarında oturan "abla"nın, uyumadan önce son gördüğü, -Dünyanın şimdiden en yüksek binası- Dubai Burcu anlamında, Burj Dubai'nin, pus içindeki sarmal ışıkları...
Etiketler:
Burj Dubai,
Dubai,
Maldiv Adaları,
Male
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)