23 Eylül 2010 Perşembe

"Abla" grubu, Japonya'daki beşinci günlerinde, Nara'ya gider.

İstanbul'dan, damadın, -aynasına, Japonya'dan gelme safe driving muskası asılı- yeni arabasıyla Kuzey Ege'deki evine yaptıkları yolculukta, coPilot kızının, dibinden geçtikleri koskoca Balıkesir tabelasını boşlayıp, cep telefonundan aktardığı enformasyonla, nasıl yol aldıklarını gözlemek, yol boyu "abla"yı pek eğlendirir.

8 Eylül 2010, Çarşamba
sabahı, Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Nara'ya yollanan gruba rehberin anlattıkları: "Çay töreni bir ritüel, 14. yy'dan bu yana, hangi bölgenin çayı en güzel yarışmaları yapılır, 468 yabanî çay türü var, en önemli Çay Okulu Urasenke fidan bulur, izler. Maccha denen çayın, en üstteki ilk yaprağı çok değerli, imparatora gidiyor. 710-790 yıllarında aristokrasi Çin'den çok şey alıyor. Bir rahip eğitim alıp döndüğünde, "bu çay öyle bir bitkidir ki başınız ağrısa ağrısını geçirir" diyor, Şogun'un tedavisinden sonra da iyice ünleniyor. Her genç kızın çay törenini bilmesi gerekiyor. Samuraylar için çay törenleri çok özel, çayevlerinde şarkılar söylenir, şiirler okunurmuş; yaşamlarını kiraz çiçeğine benzetiyorlar, çok güzelken bir esintide kiraz yaprakları nasıl uçar, samuraylar da hiç beklemezken ölümle karşılaşıyorlar. Aileler şimdilerde, bir çayevini kapatıyor, pahalı bir hoca tutuyor, bahçeye bakarak ikram yapıyorlar, meditasyon gibi... Çay bizdeki gibi kavrulup fermente edilmiyor; su fokurdarken kapatılır, ısısı 75-80 dereceye düşünce yavaşça dökülür, 3-4 dakika demlenir."

Uji'ye varan grup, 12'şerli iki gruba ayrılarak, küçük, güzel bir bahçe içindeki eve, girişte, Japonya'da pekçok yerde -okullar, tapınaklar, hastaneler...- olduğu gibi, ayakkabılarını çıkararak girer: 90x180 cm tatami döşeli zemin üzerine, eğitimsiz dizleri elverdiği ölçüde çökerek çepeçevre dizilir, çay seremonisi amaçlı, çok sade odada, makimono denen aile yadigârı kaligrafik panonun asıldığı, dibinde ikebana ile düzenlenmiş minik bir vazo bulunan nişin önünde, eğitimi 10 yıl süren zarif hareketlerle çay servisine hazırlanan hanımı izlemeye başlarlar.

Kimonosunun kol yenlerinden, kuşağından çıkardığı -her birinin amacı farklı- bembeyaz bezlerle kapları silen hanım suyu hazırlar, yeşil toz çayı kaselere koyup özel bir fırçayla çırparken, bir başkası, daldan düşen çiçek isimli yeşil renkli, yuvarlak, lezzetli bir tatlı sunar. Takımlar 5'er kişilik, kaseler ayrı desen ve renklerde... "selamla öne konan kase sol elle alınır, avuca yerleştirilir" diye anlatır rehber, "sağdan sola iki kez çevrilerek, ikram sırasında önünüze gelen motifin dışa bakması sağlanır, kabı resimleyen ustaya beğeni ve saygı belirtilir, evsahibinin konukseverliği övülür, daha sonra çay içilir."

Diğer grup çay seremonisi için içeri girerken, basamak amaçlı geniş yumuşacık kayaya basarak hasır minderli sekiye geçip ayakkabılarını giydikten sonra bahçeye inen "abla" grubu, beklerken, yağmurla puslu nehir kenarında yürür, fotoğraf çeker.

Rehberin gruba sürprizi, Budist Byodoin Tapınağı'na giderken dikkatlerini çeken, evlerin duvarlarına dayalı, yaklaşık 1 metre yüksekliğindeki, yay gibi eğilmiş bambu panoların, yağmura ve köpeklerin işemesine karşı ahşap duvarı koruma amaçlı, pencerelere asılı hasırların ise ısı yalıtımı için olduğunu öğrenirler.

On kuruşların arkasında resmi olan (Byodo=eşitlik, hoin= zümrüdüanka) tapınağın çatıları, gri (yüksek ısıda pişmiş) seramik kiremitle örtülü; nilüferli havuz çevresi, çiçekler, Fuji denen mor salkım çardakları, yaseminle örülü geniş bir duvarla sarılı. Tapınağa ait ahşap boyalı kapıların, heykellerin, takıların sergilendiği müzenin görevlisi hanım, ilk kez Türk grup tarafından ziyaret edildiklerini, bir sonraki gelişlerini bildirirlerse, İngilizce broşür hazır edeceğini söyler.

Müzenin, çok sade düzenlenişi ile ilgili, rehber bir örnek verir: "Topkapı Sarayı'ndan gelen tepesi saatli, zümrütlü kamayı, dönen pleksi levhada dikey olarak çok güzel sergilediler, duyurusunu da günler önceden yaptılar, ilk gün 17.000 kişi gördü."

Uji'den 40-45 dakika uzaklıktaki "...Nara, 710-790 arası, ilk yerleşik başkent, sonra Kyoto, en son Edo (Tokyo)... M.Ö. 11 Şubat 661'den, 700'lere dek 125 imparator var. İmparatora, yarı Tanrı, yarı insan anlamında tenno diyorlar. Japonya oligarşik demokrasi, imparator sembolik, gonga vurur senatonun açılışını yapar, o kadar..."

Kasuga Tapınağı, eskileri, üzerleri yosun kaplı 2000'inden fazla, -bağışçının adının mor renkle yazılı olduğu, 15 Ağustos'ta ve 2-3-4 Şubat'ta yakılan- taş fenerle dolu bahçelerle çevrili. İç bahçedeki çardağın önündeki listeye, yıllara göre mor salkım boyları işlenmiş. Takao ile ince ince hesaplayarak bildirdiği -2005'te en uzun mor salkım 1.72 m.- tarihi, "imparator değiştikçe yılların adı değişir" diye açıklar rehber, "diyelim imparator Ali'nin iktidarının 13. yılında doğmuşsan, sen, Ali 13 doğumlusun"

Gülmeyen, fotoğraf çektirmeyen, saçı mor salkım figürüyle süslü tokalı dinî okul öğrencisi kızlardan alınan biletle geçilen yapının, "...anne, baba ve 2 oğuldan oluşan 4 Şinto Tanrısı'nın yaşadığı yer olduğuna inanılıyor. Tapınakta, vaftiz, nikâh dışında, nazara karşı ya da kendini iyi hissetmeyenlerin kutsandıkları küçük törenler yapılıyor. Arındıktan sonra rahip sırayla iki omuzuna dokunur, gonga vurulur, okunan duaları onlar da anlamaz; Budizm'de aracı yok, gider, eğilir, arınır, dönersin."

Bedenine sarılı eski halata dizili beyaz kedimerdivenlerinin kutsal alanı gösterdiği, 23 m. yüksekliğinde, 8 metre çaplı anıt ağaçtan sonra rastladıkları flamalar, altın (yeni), döküm (eski) fenerler, sağlı sollu taraçalara dizili içki fıçıları, bağışçılarının isimlerini taşımakta.

Video'da gösterilen evlenme töreninde gelinin başındaki, "kıskançlık boynuzlarını saklama başlığı" imiş, "yüz, duyguları gizleme amacıyla beyaza boyanır." Hep güzel bir ahşap kokusunun eşlik ettiği yürüyüş sonunda, çatıların, özgün saz örtüsünün yapılış-döşenişiyle ilgili video gösterimi ve panoları önünden bahçeye geçen grup, para attıkları otomattan aldıkları bisküviyi, etraflarına toplanan geyiklere ikram ederken, beyaz gömlek, siyah pantalonlu üç ortaokul öğrencisi oğlanın -öğretmenlerinin verdiği İngilizce ödevi için yardım arayıp- kıvrandığını gören rehber, önceki gelişlerinden bildiği durumu gruba aktarınca, üç beş satırlık mesajın da istendiği ödevler kolayca tamamlanır.

Öğle yemeği ardından grup, Japonya'nın en büyük Buda'sının olduğu, ahşap Todaiji Tapınağı'na gider. Bir çok yangın geçirmesine ve üç kez yeniden -bazı değişikliklerle- yapılmasına karşın muhteşem tapınak, Budist Kegon Tarikatı'na adanmış. "Bir delikanlı" diye anlatır rehber, "aydınlanma yolculuğuna çıkar, bu yolda 53 kişiyle karşılaşır, öğrendiklerini Kegon=çiçek demeti olarak adlandırır."

Devasa ahşap kapının sağında solunda iyiliğin, korkunç ifadeli bekçileri, neredeyse yarım metre yüksekliğindeki, hastalık, pislik ve kötülüğü engelleyen eşiği aşanları gözlemekte. Sakura bahçesinden geçen yolla, arınma mangalından saçılan tütsü dumanı ardından kalabalık tapınağa ulaşanları, girişin sağında, kırmızı solmuş elbisesiyle oturmuş, -rehbere göre kışın boynuna atkı takılan- Buda karşılar.

Şinto, Budizm çatışmasının yoğun olduğu dönemde, Kegon Tarikatı'nın gövde gösterisi olarak, imparatorluk bütçesini sarsma pahasına, ülkedeki tüm metal ve değerli şeyler toplanarak 752'de tamamlanan tapınağın ortasında, lotüsler, meyveler, hediye ve yanan mumlar ardında oturan, belden altı 8. yy'dan kalma devasa Buda heykelinin gözleri 1'er metre genişliğinde. Sol el göğe açık, sağ el, dilekleri -gökten alıp- gerçekleştirerek sahiplerine yansıtır biçimde, bir de "bu Dünya'da korkacak hiç bir şey yok!" anlamında dik durmakta. "Solda ve sağda Bodisatva Buda var, paralar bitince koruyucu Tanrılar yapılamamış, sonradan iki tane eklenmiş..." Girişin sağındaki sütunun altındaki "delikten geçebilenin cennete gideceğine inanılıyor"; bir grup okul öğrencisi kuyruk olmuş, ite kaka şanslarını denemekte...

50 yen'e mum yakıp dilek tutan "abla" kızkardeşince fotoğraflanırken, öğretmenlerinin kendi paralarını atmalarını tenbihlediği öğrenciler, tapınağı, Buda'yı selamlayarak, sakince terkederler.

Grup göl kenarında fotoğraf çekerken, bir geyiğin yere yıkıldığını gören görevliler, bir araca nazikçe koydukları hayvanı tedavi için götürürler.

Kyoto'ya dönüşte, 19:00'dan sonra vardıklarından, Japon mutfağının esrarengiz nebatatını barındıran bir kaç dükkân dışında kapalı Nişiki Pazarı'na gözatıp, daha hareketli Teramachi Caddesi'ne giden "abla" grubu, gezinirken Turkish Restaurant Cappadocia'yaya rastlarlar.

Caddenin çıkışına yakın Japon lokantası Watami'ye giren, yönlendirildikleri üst katta, çıkardıkları ayakkabıları, bir yanı yivli el kadar tahta "anahtar"ların açıp kapadığı metal dolaplara koyarlar. Yerden bir-iki karış yüksek masanın altına bir çukur yaparak hem görünüşü kurtaran, hem de "diz çökerek oturma" özürlüsü müşterilerini mutlu eden lokantanın menüsünden, kendisine en tanıdık gelen, fırında kremalı pirinci çok lezzetli bulan (418 yen) "abla" gibi, grubun diğer üyeleri de siparişlerinden memnun kalır.

Masanın yanında hiçbir şeyle bağlantısı yokmuş gibi masumca duran, ısrarla basmasına koşan garsondan -neyse ki- hesap istedikleri beyaz düğme, "abla"yı pek şaşırtır.

Yatmaya gitmeden uğradıkları otelin barı Haven'da birer kokteyl içerken gözledikleri, yan masada içtikçe samimiyetin arttığı grupta, birbirleriyle güreşir gibi şakalaşan Japonlar, rehberin sözünü ettiği, "geleneksellikleri yanında en ekstrem uluslardandır, hep uç noktalardadırlar; bir adam çok çalışmaktan öldü, ailesi devlete tazminat davası açtı, iyi de para aldılar, bunun üzerine devlet fazla mesai işini ele almaya karar verdi." diye anlattığı durumun yorduğu insanlardan olsalar gerek...

Hiç yorum yok: