19 Eylül 2010 Pazar

"Abla" grubu, Japonya'daki üçüncü günlerinde, Hiroşima'yı gezer, Miyajima'da konaklarlar.

6 Eylül 2010, Pazartesi sabahı, rehberin, önceki günlerde "Takkyubin denen bagaj servisini arıyorsun, hızlı trende yer yok, bagajını evinden alıp gideceğin yere iletiyorlar." diye anlattığı yöntemle bavulları Kyoto'ya yollanan grup, otobüste birgün öncekinden farklı yerlerini alır. Sokaklardan siyah pantolon, beyaz gömlek, omuzda asılı laptop çantası, kulaklarda kulaklık, tertemiz, jöleli saçlı erkekler, makyajlı, bakımlı, şemsiyeli kadınlar, bisikletle, metroyla işlerine giden neredeyse bir örnek, disiplinli kalabalık, sakin bir ırmak gibi akmakta. Rehberin "gözü kaymış insan rastlayamazsınız" dediği kadar var.

Mermi tren de denen Shinkansen deneyimi eşiğindeki grubu "Hızlı trenin istasyonu 30 dakika mesafede, Şin (yeni) Osaka'da, 14 no.lu vagona bineceğiz, yerde ve üstte yazar, orada durursanız... hiç oradan oraya koşuşturmayın." diyerek aydınlatan rehber, istasyona yolculuk sürerken devam eder, "saatte 500 km yaptı ama limitleri zorlamazlar, bir fırtına çıkmıştı treni hemen durdurdular, onlar için epey sıkıntı oldu..."

"Metro büyük şehirlerde çok başka, yukarıda ne varsa aşağıda da var, evinizden çıkıp metroda alışverişinizi yapıp, yukarı hiç çıkmadan evinize dönmeniz mümkün.
.."

"Kartvizit, isim karşıdakinin okuyacağı biçimde iki elle verilir, süslü güzel kızlar patronlarının yanında durur, kartvizitlerini gümüş tepside sunarlar. Toplantıların simulasyonu yapılır, süre, ikram, oturma planı ince ince hesaplanır, içeri bir sinek girecek olsa, onun bile hesabı yapılır. İçeriği olmasa da gövde gösterisidir. Amerikalılar son dönemde, perde arkasında Japon danışmanlarla çalışıyorlar."


Grup, yönlendirmeleri çok başarılı kalabalıkça istasyona iner: 10 satış noktasından aynı anda otomatik bilet alınabilen uzun banko, önünden geçerken dile gelen danışma/satış noktaları, aydınlık dükkânların vitrinlerinde ahşap kutular içinde, üzerinde kalorisi ve fiyatı yazılı mumdan modelleri bulunan, herbiri birer resim güzelliğindeki düzenlemeleriyle değişik yiyecekler, numaraları söylenip alınmayı beklemekte...

Hakata-Tokyo hattındaki istasyonda 3 dakika durup yolcusunu alıp, 9:29'da hareket eden Nozomi 007, burnu yunusa benzeyen, pencere ve kapıları uçaklarınki gibi ufak; içi, ayak ucunda, üzerinde AC100V/2A/60 Hz yazısıyla bigisayar, cep telefonu ikonu bulunan prizlerin bulunduğu ferah koltuk aralarıyla sade bir tren. Dışarıda, bol tünelli yolda arada bir gözüken geniş pirinç ve lotüs kökü tarlaları hızla akıp giderken, içerde, huzurlu yolcular bu hızdan hiç de etkilenmişe benzemezler. Bilet kontrolü sonrası kondüktör kompartmandan çıkarken geri döner, yolcuları selamlar, aynı şeyi yiyecek satan görevli kızlar da büyük sadakatle tekrarlarlar, hem de her seferinde...

Tarifede belirtildiği gibi tam 10:58'de, 1.100.000 kişinin yaşadığı yemyeşil, Hiroşima (hiro düz ve geniş alan, şima ada anlamında)'ya varan yolcular, Beyzbol takımıyla tanınmış Hiroşima Stadı önünden geçerek, Barış Parkı'na yollanırlar.

"Burası, Çinlilerle, Ruslarla savaşta, 2. Dünya Savaşında hep askerî bir bölgedir."
der rehber, "Kamikaze Tanrı'nın Rüzgârı demek, ilk olarak 22 Ekim 1944'te kullanıldı. Hikâyesi Moğollara dayanır: 13. yy'da Kubilay, Japonlardan yüz bulamayınca sitemkâr bir mektup yazıyor, bu mektubu şogunluğun durdurduğu iddia edilir, hediye ve bağlılık talep eden ikinci mektuba da yanıt gelmeyince Moğollar geliyor, karaya çıkıp epey ilerliyorlar, gece gemilerde konaklamışken çıkan fırtınada büyük zarara uğruyorlar, buna İlahî Rüzgâr adını veriyorlar. 1941'de Pearl Harbor'a baskın yapıp Amerikan donanmasına büyük zarar veren Japonya, daha sonra savaş ilân etti. 1944'te, "Güneş İlâhesinin Oğlu (imparator) sizi ölmeye davet ediyor" çağrısına uyan, ailesi olmayan 17-18 yaşlarında 2500 genç eğitiliyor. Gözcü uçakları eşliğinde dalışa geçmeden önce 5-6 kişilik gruplar halinde törenle uğurlanıyorlar, son mektupları alınıyor, kutsal içki sake ikram ediliyor. Hedefi vuramamak büyük utanç, raporlarda geçen bir ifadede "ölmemek ölmekten daha zor!" denilmiş. Ailesi olmayan kamikazeler bitince gönüllüler sıraya giriyor. Bir kamikaze annesi, "sen oğlumsun ama benim değil, imparatorun oğlusun", bir baba da kızına yazdığı son mektupta "arkadaşlarının babaları olması seni kızdırmasın, baban bir Tanrı oldu" diyor.

"Hiroşima düz bir alan, radyasyonun sonuçları 2 km çaplı alanda incelendi; etkilenen ve daha sonra yıllarca izlenen, insan, araç, ağaç, hatta bir sonraki kuşağa Hibakuşa deniyor."


Hiroşima Barış Parkı'na ulaşan grup, bir Çek mimarın yaptığı Endüstri Ürünleri Sergisi binasının, -bir yaklaşıma göre bomba bu binanın kubbesi üzerinde patlamış- kalıntısı önünde durup yıkıntıyı fotoğraflarken rehber, gruptan gelen, "Japonlar Amerikalılara kinlenmiyorlar mı?" sorusunu, "bu soruya net cevap alamadık," diye yanıtlar, "biz bundan çok ders çıkardık" diyorlar... birlikte çalıştığımız bir mühendis saçsızlığının nedenini dört yıl sonra açıklamıştı."

Üzerinde bir melek bulunan çocuk kurban ve çocuk işçilere adanmış anıt önünden geçen grup, Nazım'ın Kız Çocuğu şiiri için ilham veren çocuklardan Sadako anıtına ulaşır: "Bombadan 10 yıl sonra kan kanserine yakalanan 11 yaşındaki Sadako, origamiyle yapmak istediği 1000 turnadan 645'inciyi yarım bırakarak ölür. Daha sonra kurulan 1001 Turna Derneği'nin 2007'deki düzenlediği törene, Amerikan Temsilciler Meclisi Başkanı katıldı."

Mimar Kenzo Tange'nin tasarladığı, hiç sönmeyen kutsal ateşle, Endüstri Ürünleri Sergisi binasının yıkık kubbesini bir hizada gören görkemli, sade düzenleme yanından yürüyüp Müze'ye ulaşan grup, bir saatlik video gösterimi ardından, iki maketin bulunduğu salonda, Hiroşima'nın bombalanmadan önceki halini gösterene yanaşırlar: Gördükleri, 10 Budist Tapınak, 1 okul, sinema, hastane ve evleriyle bir güzel kent iken, ikinci maket sonrasını, -köprü hedeflenirken 300 m. yanılmayla, kırmızı bir kürenin havada asılı durduğu- hastane üzerinde, 3000-4000 derece ısı üreterek patlayan (demir 1500 derecede eriyor) bombanın yarattığı, bir iki yanık ağaç, yıkıntı dışında hiçbir şey kalmamış dümdüz manzarayı gösterir.

17 Temmuz 1945'te denenip, 6 Ağustos 1945'te saat 8:00'de, pilot Paul Tibbets'in annesinin adını verdiği Enola Gay adlı uçaktan Hiroşima'ya atılan Fat Man isimli ilk atom bombası, 1 km çaplı alanda anında 100.000 ölüme neden olur, sonraki 4 ayda 140.000 ölüm daha, hasar nesilden nesile sürer. Şimdi 75-76 yaşlarında olan bir kadın, 20 kanser ameliyatı geçirmiş.

Kömürleşmiş yemeğin bulunduğu teneke kutu, erimiş şişe, kiremit, bisiklet, yanık giysiler, yaralı insan fotoğraflarıyla katlanılması zor sergi, okul çocuklarının düzenli olarak getirildikleri yerlerden; çocuklar, bomba kurbanları gibi gördüklerinin/yaşadıklarının resmini yaparak kendilerini sağaltıyorlarmış. Annesi sekiz aylık hamileyken, sabah çamaşır astığı sırada düşen bombanın ardından yaşadıklarını, tanık olduklarının acısını, hıncını, çizerek çözme yoluna gitmiş Keiji Nakazawa'nın Doğan Yayıncılık'tan çıkan Yalınayak Gen isimli 5-6 dizilik mangasını, "sanatsal değer taşımasa da..." diyerek öneren rehber "kimse atom bombasını bilmediğinden," der, "Tokyo'ya "Hiroşima'ya birşey oldu!" haberi gidiyor. Anlaşıldığında 15-16 kategoride tepki oluştu. İki hafta sonra toplanan jüri Barış Parkı'nı düzenliyor"

"70 yıl ot bitmez denen yerde 15 gün sonra yaprak veren zambak...", sözleriyle dikkati çekilen grup, bahçedeki zambak anıt önünden geçip, üzerlerindeki ağır duygu yükünü sürüyerek otobüse biner.

Yol boyu gruba, kitaplar öneren rehber hanım, sinemada Japonya'dan da sıkça sözeder: Marlon Brando'nun oynadığı Çayhane, Alain Resnais filmi Hiroşima Mon Amor, iç burkan öyküsüyle Narayama Türküsü, Kurosawa'nın tüm filmleri yanısıra Japon hala ile, Amerikalı yeğenin (Richard Gere) dil engeline karşın kurdukları muhteşem diyalogu resmeden Ağustos'ta Rapsodi, bir yaşam güzellemesi Ikıru (Yaşamak), "abla"nın Ocak ayında izlediği Japon filmleri arasında yer alan, akıldan kolay çıkmayacak Dün Hiroşima'da Bugün Hiroşima'da, not etmeye ancak yetişebildikleri...

Seto İç Denizi (Setokai), ufak bir feribotla 7 dakikada aşılır; grup, Unesco Kültür Mirası listesinde yer alan manastırlar adası Miyajima'ya iner. Kendilerini karşılayan, Tanrı'nın binip indiğine inanılan, -bizim sokak kedi ve köpekleri örneği- sereserpe gezinen, ellerinde beyaz poşet olanlara yiyecek beklentisiyle sokulup ardına takılan, özel bisküviyle beslenen, postları beyaz benekli geyikler, "mayıs ayında tüy dökünce çok çirkin oluyorlar..."mış.

Toprak yolun sağında ve solunda, sütunlar üzerine oturmuş, kedi ifadeli aslan heykeli muhafız komainu'ların ardında bir Şinto kapısından geçip, yoldan yüksekçe duvarla ayrılmış tabanda, denizin, incecik dereciklerle, yavaşça içerilere ilerleyişini gözleyerek, deniz tanrıçası Tagori'ye adanmış 1400 yıllık Itsukujima Tapınağı'na yollanan gruba, "tapınakların vergiden muaf olmalarından ötürü, derebeylerin topraklarını hibe ettiklerini" aktaran rehber, bir arınma yalağı önünde durur, kenara dizili kepçelerin "ellerin ve ağzın, -bizdeki gibi gargara şeklinde değil- yıkandıktan sonra, suyun, biraz sağa, biraz sola, en son sapa sızdırılıp tutulan yer temizlenerek" nasıl kullanıldığı anlatır.

"Kutsal alan olduğu için balık tutulmayan, sular çekildiğinde yosun toplanan" denizden, ayaklar üzerinde yükseltilmiş taraçalara yayılmış, dayanıklı selvi kabuğu döşeli çatılarla örtülü mekânlardan birinde, önündeki ızgaralı sandığa para atanların, selam verdikten sonra iki kez el çırpıp dua ettikleri, bir kez daha selam verip ayrıldıkları Şinto tapınma tarzına tanık olan "abla", sade mekânlardan birinde satılan rengarenk muskalardan safe driving olanını (500 yen) damadına alır, ilerlemiş grubu, yükseltilmiş dört köşe bir platform önünde yakalar.

Sahne karşısına düşen, denizden gerçeküstü bir figür gibi yükselen, görkemli turuncu Şinto kapısını göstererek, teknelerin ışıklarıyla birlikte çok güzel bir manzara yarattığını söyleyen rehber, "Temmuz'daki yortuda burada," diye anlatır , "tek kişinin, maskeyle oynadığı, Noh Tiyatrosu sahnelenir, aristokratlar içindir, Kabuki halk içindir, kadın rollerini erkeklerin oynadığı çok oyunculu oyunlardır... Herşey Tanrı olduğu için, mekânlar boş. Güneş doğarken karşılama, batarken uğurlama yaparlar, sonbahara bize kestane getirdin diye teşekkür ederler"

Arta kalan zamanda adanın minik çarşısına dağılanlardan "abla" grubu, meşhur -haşlanmış pirinç için ideal, düz- tahta kaşıklar, ahşap ürünler, hediyelik eşya yanında birkaç dükkânın girişinde bayağı yer kaplayan uzun makine parklarının, akçaağaç yaprağı formlu minik kalıplara dökülen krep hamuru ortasına tatlı fasülye ezmesi konulup kapatılarak yapılan momici tezgâhı olduğunu öğrenirler; -rehberin "halkın içinde görünmek istemezler" diye anlattığı imparatorluk ailesinin, imparatoriçenin hafif öksürük rahatsızlığı üzerine ziyaretine giden oğlu, gelini ve torununu gösteren TV haberini izlerken- adedi 70 yen'e tadına bakarlar.

"Abla"nın çok özendiği geleneksel yaşam tarzının deneyimleneceği, ayakkabılar çıkarılıp, terlikle -tuvalette ayrı bir çift-, bir basamak çıkılan, sürülerek açılan pano/kapıdan girilen, zemini tatami denen özel dokunmuş, kenarı kumaş bantla çevrilmiş kalın hasırla döşeli, ortasında, arkalıklı oturma yeri bulunan ayaksız iki sandalye arasında yerden iki karış yüksek, üzerinde zarif bir çay takımı bulunan geniş masanın bulunduğu Ryokan otel odası, duvarlardan birinde, önünde minik bir vazo ve panoyla süslü bir girinti, diğerinde yukataların durduğu dolap, sürgülü pencere karşısına rastlayan dolap ise içinde yatak yorgan ve yastıkların konduğu "yüklük" ile derli toplu, sade ve bir o kadar da işlevsel.

Dörtlü, akşam yemeği için hazırlanır; akçaağaç yaprağı desenli eflatun yollu yukatalarını, rehberden aldıkları tüyo ile, sol taraf üstte kalacak biçimde giyer, lacivert enli kuşakla da göbek üzerine birer kurdele kondururlar.

Ayakkabılarını çıkararak girdikleri tatami döşeli geniş salonda, yerden bir buçuk karış yükseklikteki sehpa ardına, ayaksız sandalyede oturarak yenecek geleneksel akşam yemeği, mideden çok göze seslenen bir şölen: Sağında yerde, demlenecek pirinç dolu tahta kapaklı güvecin olduğu -her bir- sehpanın üzeri, içinde sosların, -daha sonra altı yandığında çırpılarak balığa eklenecek- çiğ yumurtanın durduğu, hepsi farklı minik güzel kaplarla dolu. Bira, soğuk ya da sıcak pirinç rakısı sake servisi ardından güleryüzlü iki kadının, dizleri üzerinde, selamlamalarla sürdürdüğü zengin, zarif yemek süreci, "abla"ya karışık gelen bir dizi talimat içerir; öyle ki, iki kadın, sehpa sehpa dolaşıp güveçlerin altını yakmasa, yumurta balığa tam zamanında eklenmese, pirincin demlendiği, elle yeme işareti yapılarak belirtilmese, suşi, leblebi tozu serpilmiş hafif tatlı pirinç peltesi ve yeşil çay içeren bu güzelim özel yemeğin trajik biçimde sonuçlanması işten değil!

Günün sonuna yaklaşırken, otelin girişindeki salonda, üç farklı boy davulla bir de "kalp atışı" anlamına Kodo gösterisi izleyen grup, uykuya çekilmeden önce, toprak yolu taş fenerlerle aydınlatılmış tapınağa yürür, şaşırtıcı hızla yükselmiş denizin ortasında, karanlıkta çok daha etkileyici, muhteşem turuncu anıt/kapıyı hayranlıkla izlerler.

Hiç yorum yok: