2 Ekim 2009 Cuma

"Abla"nın Endülüs-Fas Gezisi, 3. Gün: Katoliklerin ayine giderken "Camiye gidiyorum" dediği, Mezquita

21 Eylül 2009, Pazartesi sabahı 9:00'da Cordoba (Kurtuba)'ya yollanan grup, 2 saatlik yolculuk sonunda, Cordoba'yı, Cebelitarık'a bağlayan 2000 yıllık Roma köprüsü üzerinde, zekî, sempatik rehber Jema tarafından karşılanır; şehrin koruyucu meleği -sel baskınlarını gözleyen- Rafael'in, önünde mumlar yanan, metal haleli heykeli önünden geçerek, katolik yerel halkın ayine giderken "Camiye gidiyorum" dediği, (Cordoba Camii) Mezquita'ya yönelirler.

Kısa mola sonunda, camiin gölgesine sığınmış turist grupları arasında gezinen, atlı ve bisikletli, motorsikletli polisleri yarıp palmiye, portakal, hurma ağaçlarıyla dolu avluya ulaşan grubun aldığı ilk bilgi, sekizgen planlı minare yıkılmamış, etrafı örülerek, -tepesinde, elinde rüzgâr gülü ile Rafael'in, şehri, 17. yy'da vebadan kurtarışının anlatıldığı heykelin bulunduğu- bir çan kulesine dönüştürülmüş. Şehirde 25 bin erkek ile 7 bin kadının adının Rafael olduğunu söyleyen Jema devam eder "711'de Tarık bin Ziyad geldiğinde, amacı daha yukarılara gitmek olduğundan burayı es geçmiş, camiyi, 756'da gelip burayı beğenen 1. Abdurrahman yapmış. Sonra dört büyük bina daha eklenen cami, arkadan gelen Hıristiyan etkisiyle, çamaşır makinesine bir arada konan renkli ve beyazların birbirlerini boyaması gibi..."

İlk kez Romalılardan kalma kalıntılar üzerine yapıldığından kıble yanlış yerde, yapılar eklendikçe ırmağa dayanınca, akustik ve simetrinin bozulmasına neden olacak şekilde, diğer yana büyütülmüş, Emevîler 200 yıldan fazla hükmettiklerinden mimarî tarz korunabilmiş, Hıristiyanlar şapeller eklemişler, 16. yy'da başpiskopos, Luthercilerin yarattığı çalkantıyı dengelemek üzere ana şapeli inşa ettirmiş. Camiyken ışık kıbleye düşerken, Hıristiyanlık döneminde karanlıkta bırakılmış. Başta Müslümanların, yarımadadaki durumları belli olmadığından inşaatta Roma, Vizigot tapınaklarından sütunlar, sütun başlıkları karışık biçimde kullanılmışsa da, 3. Abdurrahman, Halifeliğini ilân ettiğinde -burada durumları sağlamlaştığından-, aralarında, İstanbul Ayasofya, Kariye ve Fethiye Camileri'nden gelmiş olması muhtemel, çok zengin cam, altın mozaiğin de bulunduğu değerli malzeme kullanılmış. İçeride, mihrapta buluşan diyagonal hatlar üzerine pembe-füme yerleştirilmiş, yaklaşık 850 sütun var. Emevî hanedanı'nın son 30 yılındaki güçsüzlüğünü zemin materyalinin kalitesizliğinde gözleyen grup, Barok düzenleme yanında Gothic tarzda, kandilli avizelere sonradan haç ilâvesiyle, eklemelerin duvarda yarım kemer yanında tam kemer biçiminde, kolayca gözlenebildiği, orijinal ahşap bir parçanın, çan kulesi saat mekanizmasının, bir yüzü Roma diğer yüzü Arapça mermer kitâbenin sergilendiği bölümden geçip, Evlilik ve Vaftiz Şapeli'ne, ardından halen aktif biçimde kullanılan debdebeli kiliseye ulaşırlar.

Calle De la Juderia, Yahudi Mahallesi: Müslümanlar dönemine ait bir kayıt yoksa da, Katolikler gelip, yakıp yıkarak ortasına bir şapel kondurduklarında 200 ailenin yaşadığı biliniyor. Sokak aralarında, açık avlu kapılarından içerilere bakılarak yapılan mahalle gezisi, duvarındaki Endülüs yönetimi altındadır anlamına gelen logo görünen Sinagog önünde sona erer.

Serbest zamanda, narenciye ağaçları altında, şehir surlarından yaseminlerle örtülü kalıntılar görerek ilerleyen küçük grup San Francisco Kilisesi önünden geçip Plaza de Mayor'a ulaşır. Dört kenarı, üst katlarında yaşanılan, altı dükkân, iki, üç katlı düzgün bloklarla çerçeveli meydan, siesta nedeniyle boş. Öğle yemeği için siparişlerini beklerken, teyzenin yanıbaşındaki sandalyeye yıkılan sarhoş, "abla"nın püskürtmesiyle kalkar, bunun bir çeşit gösteri olduğunu kanıtlarcasına elindeki dolu bira bardağından tek damla dökmeden düzgün bir yürüyüşle kemerlerden biri ardında kaybolur. (Salata, bira, kızarmış patates: 10 Euro...)

Grup, aynı yoldan buluşma noktasına dönerken, gelirken gözlerinden kaçan, tabelasında üç yapraklı logosu ile marihuana tarımı ve eldesi hakkında bilgi ve ekipman satan bir dükkânın önünden, şaşırarak geçerler. "Abla", yine Karıncalar'la gidip çok memnun kaldıkları
Küba'dakilere benzettiği, dar sokaklara açılan, taş, seramik, ve mozaik kaplı, ferforje iç kapılı girişleriyle alçacık evleri pek beğenir.

17:00'de yola çıkan grup 19:30'da Sevilla'ya ulaşır. Otobüs vb. şehir içine girmediğinden, otelden gelip bagajı yüklenen bir servis aracı yola koyulmadan, kaldırımlarda şehir yaşamının başladığı saatlerde, şenlikli sokaklardan geçerek ulaştıkları, çok şirin Hotel 3. Fernando, yaşamın ortasında, sokak arasında...

Loş salonda, sadece gruba hizmet veren kibar garsonların servis ettiği lezzetli yemekten sonra yürüyüşe çıkan "abla", kız kardeşleri ve kuzen, ara sokaklarda, aydınlatılmış kilise kapılarında fotoğraf çekip yakındaki parkta kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra dönerlerken, bir kaç yıl önce İskandinav Ülkeleri'ni ziyaretleri sırasında tanık oldukları, bisiklet kullanımını daha da yaygınlaştırmak üzere, -o yıllarda henüz oturmamış olan-, Belediye'nin ilanlar aldığı tek tip bisikletlerle yürüttüğü, gideceğin yere dek git, orada bırak fikrine dayanan uygulamanın burada işlemekte olduğunu gözlerler.

Güzel geceyi bitirmeye kıyamayan kızkardeşler, bir süre, otel odalarından görünen cafede otururlar; gecenin son eylemi, güzel çingene kadınlarının tablolarının bulunduğu, kafesli pencerelerinden sokağın aktığı, ışıltılı lobiyi fotoğraflamak olur.

Hiç yorum yok: