23 Eylül 2009, Çarşamba sabahı 8:30'da, grubuyla Fas'a geçmek üzere, Tarifa'ya yollanan "abla"nın, İspanya'dan ayrılmadan önce son gözlemleri: Yollar boyu zeytin ağaçları, kahvaltıda tek zeytin yok! İşlek İberik Yarımadası, hareketli bir tarihe sahip; devlet düzenleri, -Karıncaların özenle hazırladığı kitapçıkta belirtildiği gibi, grubun gezdiği Endülüs'ün de aralarında olduğu, Estado de las Autonomias denen- kendi içinde özerk yapıya sahip 17 devletçikten oluşan, tepede kral 1. Juan Carlos ve ailesinin bulunduğu, anayasal monarşi. Uzun bezdirici Faşist Franco dönemi sonrası, yakın tarihlere dek, ayrılıkçıların neden olduğu anarşiden yılmış ülke, belli ki huzura kavuşabilmek için, küçük kız kardeşin dediği gibi "verip kurtulmuş!". İspanyollar, refah düzeyi ve -dolayısıyla- özgüveni yüksek bir millet.
Yol boyu güneş panelleriyle kaplı güneş bahçeleri, yerlerini, rüzgârın daha etkin olduğu tepelerde, pervanelere bırakırken Tarifa'ya ulaşan grup, iki saatte bir -Fas- Tanca'ya geçen feribotlardan biriyle, gümrükte verilen kâğıdı doldurup damgalatmalarına ancak yetecek sürede, (Avrupa'dan Afrika'ya) Cebelitarık Boğazı'nı 35 dakikada geçerler. Feribot ile otobüslerinin bulunduğu platform arasındaki, bagaj için yapılmışa benzeyen akıl almaz rampalı merdivenler, "abla"nın, büyük bavulunu lânetlediği bir süreç yaşamasına neden olur.
Yerel rehber Muhammed ile buluşan grup, Bayramın bir hafta sürdüğü ülkede, otobüsle döne döne, Tanca'nın en yukarılardaki mahallelerine ulaşırlar. "Şehir içinde şehir" anlamında Kasbah'da "abla"nın hayran olduğu H. Matisse'in evinin/atölyesinin bulunduğu mahal gezilir, ardından yürüyerek Marhaba Restaurant'a ulaşılır. Gruba tanıdık gelen -halılı, minderli, kemerli, kafesli- özgün dekoruyla, sedirlere yayılmış, yerel çalgılarıyla icra ettikleri şarkıları dinleyen turistlere servis yapan yaşlı, entarili, fesli garson, -bereket! gruptan çok iyi Fransızca bilen hanmın yardımıyla- siparişleri alır, önce -aşurenin tuzlusu denebilecek- lezzetli yerel çorba Harira servisi yapar. İkinci yemek tagine denen, bir tür seramik sahan içinde servis edilen, kuskus dedikleri irmikli tavuk ile mürdüm erikli et... Yemek sonunda sunulan, çavuş üzümüne benzeyen ama onun gül kokulusu, "abla"nın lezzet hafızasında yerini uzun süre koruyacağa benzer.
Modern giysiler içindeki Muhammed önde, grup arkada, mavi boyalı kapılı-pencereli, beyaz boyalı karakteristik sokaklar içinden aşağı inerken "abla"nın not ettikleri: Bir türbenin yeşil boyalı kapısını göstererek "...yeşil bayrak ya da boya, kutsal yer anlamına gelir" diyen Muhammed, halkın Bedevî, Nomad, Tuareg ve Berberîlerden oluştuğunu anlatır, dil farklılıklarına ilişkin bir örnek vererek, Berberîlerin Fatma, Arap kökenlilerin ise Fâtima dediklerini söyler. Yerel halkın, çekingen bir saygı duygusuyla, duvarlarına yapışarak yol verdiği sokak arasında bir sürprize benzeyen -artık kullanılmayan- seramik mozaik kaplı, ahşap sedir oymalı güzel çeşme fotoğraflanır, Kral Hasan'ın sayısını artırarak baskıdan kurtulduğu 26 partiye ayrılmış propaganda duvarı önünden, sokak ortasında çeşitli kuşlarla dolu koca bir kafesin olduğu çarşıdan, 2. Dünya Savaşı'ndan kalma Alman topunun yanından geçen grup, otobüse biner Cap Spartel'in yolunu tutar.
Yolda, kentin 850 bin kişilik nüfusunun, çiftçilik dışında, İspanya'nın yakınlığı nedeniyle kaçakçılıkla geçindiği anlatılır. Fas'ın para birimi, TL'nin yaklaşık beşte biri değerde, dirhem. Arapça ve Fransızca yazılı tabelalar, duyurularla Fransız etkisi hâkim kentte yolculuk, elbiseli fesli oğlanlar, başları bağlı küçük öğrenci kızlar, örtünmüşler yanında blucinli gençler çeşitliliği içinde sürerken, yeşil, mavi sırlı kiremitle süslü, Fas Kraliyet arazisi, Hollywood aktrislerinin evlerinin bulunduğu zengin bakımlı semtlerden geçen otobüs durur.
Cap Spartel'de, falez(yalıyar)ler ile Atlas Okyanusu'nda, İspanya ile Fas arasında gerginliğe neden olan Azize Adası fotoğraflanır.
Herkül Mağaraları, denize açılan kovuktan giren parlak gün ışığıyla göz kamaştırıcı. Duvarlarındaki tırnak izine benzeyen düzgün kazıntı, sarkıt ve dikitlerle esrarengiz atmosferi, -artık kurumuşsa da- bir zamanlar şifalı olduğu söylenen termal çamur havuzların olduğu mağara, bir yanıyla Herkül'e bağlanan pek çok söylenceye, diğer yanıyla, ucu Keltler'e dayanan tarihî zenginliğe sahip... Bu noktada, hakkında pek çok şey okuduğu, (son olarak -Atatürk'ün, 1935'te çevirtip incelediği- J. Churchward'ın Batık Kıta Mu'nun Çocukları' (sayfa 106-114)nda rastladığı) batık Atlantis karşısına düşen Herkül Sütunları'yla ilgili bir kanıt görme hayâlindeki "abla", rehbere yönelttiği sorusuna, uygun hava şartlarında tekne ile açılanların deniz dibinde sütunlar görebildiklerine dair bir yanıt alır.
Duraklamalarda, -enerjiden tasarruf amacıyla olmalı- otobüsün güneşe bakan pencerelerindeki tüm perdeler çekilmekte... Otele yerleşmek üzere yola çıkan grup, önlerine çıkan, plâkasından anlaşıldığı üzere "acemi sürücü" tarafından bir süre oyalanır. Okaliptüs ağaçlı yoldan kente ulaşıp otellerine yerleşen gruptan, akşam dışarı çıkmaya niyetlenenler, dışarının gece saatlerinde pek tekin olmadığı yönünde uyarılırlar. Otel, ortasında, -gruptan bir bey dışında- serinlik nedeniyle kimsenin değerlendiremediği, güzel bir havuz bulunan bakımlı bahçesiyle, grubun ilgisini hakeder.
Yol boyu güneş panelleriyle kaplı güneş bahçeleri, yerlerini, rüzgârın daha etkin olduğu tepelerde, pervanelere bırakırken Tarifa'ya ulaşan grup, iki saatte bir -Fas- Tanca'ya geçen feribotlardan biriyle, gümrükte verilen kâğıdı doldurup damgalatmalarına ancak yetecek sürede, (Avrupa'dan Afrika'ya) Cebelitarık Boğazı'nı 35 dakikada geçerler. Feribot ile otobüslerinin bulunduğu platform arasındaki, bagaj için yapılmışa benzeyen akıl almaz rampalı merdivenler, "abla"nın, büyük bavulunu lânetlediği bir süreç yaşamasına neden olur.
Yerel rehber Muhammed ile buluşan grup, Bayramın bir hafta sürdüğü ülkede, otobüsle döne döne, Tanca'nın en yukarılardaki mahallelerine ulaşırlar. "Şehir içinde şehir" anlamında Kasbah'da "abla"nın hayran olduğu H. Matisse'in evinin/atölyesinin bulunduğu mahal gezilir, ardından yürüyerek Marhaba Restaurant'a ulaşılır. Gruba tanıdık gelen -halılı, minderli, kemerli, kafesli- özgün dekoruyla, sedirlere yayılmış, yerel çalgılarıyla icra ettikleri şarkıları dinleyen turistlere servis yapan yaşlı, entarili, fesli garson, -bereket! gruptan çok iyi Fransızca bilen hanmın yardımıyla- siparişleri alır, önce -aşurenin tuzlusu denebilecek- lezzetli yerel çorba Harira servisi yapar. İkinci yemek tagine denen, bir tür seramik sahan içinde servis edilen, kuskus dedikleri irmikli tavuk ile mürdüm erikli et... Yemek sonunda sunulan, çavuş üzümüne benzeyen ama onun gül kokulusu, "abla"nın lezzet hafızasında yerini uzun süre koruyacağa benzer.
Modern giysiler içindeki Muhammed önde, grup arkada, mavi boyalı kapılı-pencereli, beyaz boyalı karakteristik sokaklar içinden aşağı inerken "abla"nın not ettikleri: Bir türbenin yeşil boyalı kapısını göstererek "...yeşil bayrak ya da boya, kutsal yer anlamına gelir" diyen Muhammed, halkın Bedevî, Nomad, Tuareg ve Berberîlerden oluştuğunu anlatır, dil farklılıklarına ilişkin bir örnek vererek, Berberîlerin Fatma, Arap kökenlilerin ise Fâtima dediklerini söyler. Yerel halkın, çekingen bir saygı duygusuyla, duvarlarına yapışarak yol verdiği sokak arasında bir sürprize benzeyen -artık kullanılmayan- seramik mozaik kaplı, ahşap sedir oymalı güzel çeşme fotoğraflanır, Kral Hasan'ın sayısını artırarak baskıdan kurtulduğu 26 partiye ayrılmış propaganda duvarı önünden, sokak ortasında çeşitli kuşlarla dolu koca bir kafesin olduğu çarşıdan, 2. Dünya Savaşı'ndan kalma Alman topunun yanından geçen grup, otobüse biner Cap Spartel'in yolunu tutar.
Yolda, kentin 850 bin kişilik nüfusunun, çiftçilik dışında, İspanya'nın yakınlığı nedeniyle kaçakçılıkla geçindiği anlatılır. Fas'ın para birimi, TL'nin yaklaşık beşte biri değerde, dirhem. Arapça ve Fransızca yazılı tabelalar, duyurularla Fransız etkisi hâkim kentte yolculuk, elbiseli fesli oğlanlar, başları bağlı küçük öğrenci kızlar, örtünmüşler yanında blucinli gençler çeşitliliği içinde sürerken, yeşil, mavi sırlı kiremitle süslü, Fas Kraliyet arazisi, Hollywood aktrislerinin evlerinin bulunduğu zengin bakımlı semtlerden geçen otobüs durur.
Cap Spartel'de, falez(yalıyar)ler ile Atlas Okyanusu'nda, İspanya ile Fas arasında gerginliğe neden olan Azize Adası fotoğraflanır.
Herkül Mağaraları, denize açılan kovuktan giren parlak gün ışığıyla göz kamaştırıcı. Duvarlarındaki tırnak izine benzeyen düzgün kazıntı, sarkıt ve dikitlerle esrarengiz atmosferi, -artık kurumuşsa da- bir zamanlar şifalı olduğu söylenen termal çamur havuzların olduğu mağara, bir yanıyla Herkül'e bağlanan pek çok söylenceye, diğer yanıyla, ucu Keltler'e dayanan tarihî zenginliğe sahip... Bu noktada, hakkında pek çok şey okuduğu, (son olarak -Atatürk'ün, 1935'te çevirtip incelediği- J. Churchward'ın Batık Kıta Mu'nun Çocukları' (sayfa 106-114)nda rastladığı) batık Atlantis karşısına düşen Herkül Sütunları'yla ilgili bir kanıt görme hayâlindeki "abla", rehbere yönelttiği sorusuna, uygun hava şartlarında tekne ile açılanların deniz dibinde sütunlar görebildiklerine dair bir yanıt alır.
Duraklamalarda, -enerjiden tasarruf amacıyla olmalı- otobüsün güneşe bakan pencerelerindeki tüm perdeler çekilmekte... Otele yerleşmek üzere yola çıkan grup, önlerine çıkan, plâkasından anlaşıldığı üzere "acemi sürücü" tarafından bir süre oyalanır. Okaliptüs ağaçlı yoldan kente ulaşıp otellerine yerleşen gruptan, akşam dışarı çıkmaya niyetlenenler, dışarının gece saatlerinde pek tekin olmadığı yönünde uyarılırlar. Otel, ortasında, -gruptan bir bey dışında- serinlik nedeniyle kimsenin değerlendiremediği, güzel bir havuz bulunan bakımlı bahçesiyle, grubun ilgisini hakeder.
Ve bir de sürpriz! Seyahatlerde, teyzeyle kalan küçük kız kardeş ve "abla" ile kalan ortancanın odaları arasındaki ara kapı açılır; dörtlü böylece iki banyolu bir süitin tadını çıkarır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder