22 Eylül 2009, Salı sabahı, lobiden merdivenle inilerek ulaşılan salonda yapılan zengin kahvaltıdan sonra otobüse binip, şehir turuna çıkan gruba, yerel rehber Maria'nın gösterip anlattıkları: "İlki 1929, sonraki 1992'de, İspanyolca konuşan 20 ülkenin, tanıtımını, buluşmasını sağlayan Expo kapsamında, değişik stillerde yapılan binalar... Arjantin... Colombia... Uruguay... Sevilla İspanya'nın 4. büyük kenti, 700 bin kişi merkezde, çevresi ile birlikte 1 milyon...-yol boyu dizili, olgun meyveyle yüklü turunç ağaçları ile ilgili olarak- meyvesi acı, marmelatı yapılıyor"
Grup, su şıkırtısını bastıran kastanyet şakırtısı arasında otobüsten iner. Zemini taş mozaik güzel motiflerle süslü geniş bahçeye, yarım daire olarak yerleşmiş İspanyol Sarayı önündeki havuzda fıskiyenin yarattığı, yarım gökkuşağını fotoğraflanırken Maria devam eder "Saray, sergi için 1929'da, eski stilde yapıldı, girişi sağlayan 4 köprüden iki ana köprü İsabel'e, diğer ikisi kocası Ferdinand'a... Aynı zamanda Kraliyet renkleri de olan mavi sarı renklerin hakim olduğu Valencia seramikleriyle bezeli... Mimarı Hannibal Gonzalez..." Kullanılmakta olan binanın, genişçe -su bulunmayan- arkı aşan, ışıl ışıl seramik köprü geçilerek ulaşılan bölümünde, sütunların taşıdığı tavan ahşap oymalarla süslü, duvarlar seramik mozaik. Bina cephesinde, yuvarlak çerçeveler içinde, camdan bakar pozda yarım büstler bahçedeki turistleri gözlemekte... Yatay ve dikey olarak yerleştirilmiş seramik panolarda İspanya'nın -haritadaki konumlarıyla birlikte- büyük kentleri, savaşları anlatılmakta... Don Kişot konulu panonun bir yanında flamenko gitaristi bir adam, öte kenarında koca küpeli kırmızlı etekli genç güzel bir dansçı kız, hazırlanmakta...
Grup, beyaz güvercinlerin gezindiği saray bahçesinden ayrılır. Sokaklarda koşan atletik yapılı insanlar arasından, lokmanın uzunu görünümlü churrasca, rehberin İspanyolların tarçın serperek ya da çikolataya banarak yediklerini söylediği kahvaltılık tatlının satıldığı büfeler önünden geçerek 19. yy Maria Luisa Parkı'na, ardından Quadalquivir Nehri'ne çıkar. Şehir turu, Emevî işi Altın Kule, alışveriş merkezine dönüşmüş Gar Binası, Gümüş Kule, gemilerin nehre indirilmesini kolaylaştıran 13. yy tarihli tersane, aynı yy.'dan kalma, bir camiin kalıntıları üzerine yükselmiş Ana Katedral ardından Alkazar'da sonlanır.
1364'te yapılan Alkazar Sarayı, 3. Fernando zamanında Sevilla Hıristiyanlara geçince revize edilmiş. Kuzeybatı Afrika tarzı, Moorish etkisinde, seramik mozaik, ahşap oyma tavanlarla süslü sarayın içinde düşman için görünmez bir takım çıkıntılar olduğu söylenirse de gruptan kimse böyle bir tecrübe yaşamaz. Havuzlu bahçe, kralın -loş- yatak odası, tepesinden ışık süzülen orta avlu geçilir. Hıristiyan ustaların izlerine, -bir sütun başlığındaki iki yuvarlak yüze-, rehberlerce dikkat çekilir, kraliçenin, prens ve prenseslerin beşikleri de konduğundan büyük, ferah odasına ulaşılır. Rehberin söylediğine göre "Maria Luisa'nın kız kardeşi 2. Elisabeth Madrid'ten geldiğinde burada kalırmış, halen Kraliyet Ailesi, sarayın daha modern bölümlerini kullanmakta... Kar olmadığı için ısınmada, mangal yetiyor.." 16. yy. tarihli altın varak kubbe taht odasını örtmekte, kapı üzerindeki aslan kabartmalarla, penceredeki "Allah" motifi, Hıristiyan-Müslüman ustaların işbirliği hakkında fikir vermekte...
70 dönüm bahçe, üstü örtülü, kemerli sütunlu, iki katlı gezinti koridoru ile bölünmüş. Balıklar ve ördeklerle dolu havuzlar çevresindeki seramik mozaik kaplı taş banklar, serin, güzel çiçek ve ağaçlı, bakımlı bahçenin uyumlu şık mobilyaları.
Seramikli salon, 1538 İnebahtı yenilgisi, Akdeniz Paktı, devekuşları ve diğer taze et stoku ile savaşa giden bir ordu, Kartaca Halkı... konulu, büyükboy goblen duvar halılarıyla kaplı. Santa Cruz (Kutsal Haç) kısmını geride bırakarak saraydan çıkıp, dar sokaklara giren grup, bir kemeraltından geçerken muhteşem bir sürpriz: Bir gitarist, her duyuşunda "abla"nın gözünden gürül gürül yaş getiren, Andaluz'u (J. Rodrigo) çalmakta!
Öteki ucunda otelin bulunduğu Jimenez de Enciso sokağı tabelası dibinde toplanıp bilgilendirilen grup, kalan zamanı kendilerince değerlendirmek üzere dağılır. "Abla" küçük grubunun hedefi, sabah otobüsle önünden geçerken işaretledikleri Giralda Kulesi ile Sevilla Katedrali.
Sabahki uzun kuyruk kısalmış; birer bilet (8 Euro) alıp, Mudejar mimarî etkisindeki içi pembe, siyah mermer kaplı Katedrale giren küçük grup, kalabalık bir grubun önünde durduğu, süslü bir tabut taşıyan, göğüslerinde değişik armalar işli dört soyluyu konu eden heykel grubuyla gösterişli mezarın Kristof Kolomb'a ait olduğunu okurlar. Vitraylardan süzülen rengarenk ışık, oymalı çok yüksek tavanlar, parmaklıkla ayrılmış altın varaklı, görkemli altar önünde halı kaplı merdivenlerde diz çökmüş dua edenler... Grup, Katedral içinden bir okla Giralda Kulesi'ne yönlendirilenlere katılır. Tuğla, az eğimli bir rampayla, tam kadro, 36 katlı, -bazı katlarında, camlı bölmelerde ahşap aksam, kampana, saat mekanizması türünden düzeneklerin sergilendiği- kuleye tırmanır, etkileyici Sevilla manzarası, Quadalquivir Nehri çepeçevre fotoğraflanır.
Acıkan yorgun grup, haritalarını açıp son enerjileriyle nehrin öte yakası Triana'ya geçip öğle yemeğini orada yeme kararı alır, nehre doğru yürümeye başlarlar. Bir yol ağzında takılırlar; haritaya bakarak fikir alışverişinde bulundukları heyecanlı bir anda, çevreleri 15-20 yaşlar arası birkaç delikanlı tarafından sarılır. Eşyanıza, çantanıza, cüzdanınıza dikkat edin! uyarıları kulaklarındadır. "Abla"nın ortanca kız kardeşinin gösterdiği sert bir tepkiye karşılık oğlanlardan biri, eliyle göğsünü döverek, sevgi ve özlemle "...ben Türküm yaa!" der. Meğer, sırtında Mesut 7 yazılı Beşiktaş formalı Adanalı oğlan, "abla" grubunun konuşmalarını duymuş! Aileleri Sevilla'da çalışan gençlerle ayaküstü bayramlaşılır, adı bilinmediğinden daha sonra Adanalı Mesut diye anılan çocuktan yayılan coşkuyla havalanılıp, uzun San Telmo Köprüsü'nden geçerek, nehir kıyısında yemek yenecek bir yere konulur.
Mönüden, en tanıdık gelen ıspanak ile, hiç fikir vermeyen -şansa- bir yemek ısmarlanır. Espinacas, nohut, kimyon ve ıspanakla güveçte pişmiş şahane bir yemek; diğeri yine güveçte, soğanlı, domatesli, bildiğimiz işkembeden yapılma, gayet lezzetli bir başka yemek. Kendi dilini mimikler ve beden diliyle gayet anlaşılabilir kılan cerbezeli garson, bir de, çektiği "fotoğraf için 2 Euro" şakası yapar.
Bavullarını sürüyerek gezen turistler çevresinde ustalıkla manevra yapan patenli kızlar arasından geçip hediyelik dükkânlara yönelen küçük grup alışverişini bitirir, Jimenez de Enciso Sokağı'nı izleyerek, çabucak otele varırlar.
Bir gece önceden ayarlanmış Flamenko gösterisi için hazırlanıp inen "abla" grubu, yemek sonrası, rehberin rehberliğinde, 20 dakikalık bir yürüyüşle gösteri salonuna ulaşır. Carlos Saura'nın filmlerinde, eski Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda, sahnede Cristina Hoyos'u, Antonio Gades'i izlememiş olsa, "abla"nın, işinin ustası olduğu belli dansçılar, danslar için diyecek lâfı yok.
Şenlikli geceyi kısa kesmek istemeyen kız kardeşler otele, kulaklarındaki ritmle yürüyerek dönerler. İnerken sorun yok, çıkarken ille de oda kapısını da açan kartı takmanı talep eden asansör, çıkışlarda küçük karışıklıklara yol açar.
3 Ekim 2009 Cumartesi
"Abla"nın Endülüs-Fas Gezisi, 4. Gün: Beşiktaş formalı Adanalı oğlan, eliyle göğsünü, özlemle döverek "...ben Türküm yaa!" demekte...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder