17 Kasım 2009 Salı

2 Kasım 2009, yol boyu üfüren sert Poyrazın üşüttüğü "abla" Dalaman'dan evine dönerken, ego'su Sebastian'la görüştüğü uzun bir iç yolculuk da yapar.

Sabah, kuzeninin, kendisini işe gitmeden garaja bırakmasını isteyen "abla", yaz tatillerinde, bayramlarda bir araya geldiklerinde, eşsiz güzellikte çocukluk anıları ürettikleri; hayata, mantıklı, sorumlu bir pencereden bakan, çocukken bile olgun haliyle akrabaların kendisini koydukları özel yeri haketmiş sevgili kuzeniyle sarılarak vedalaşır. Yirmili, otuzlu yaşlarından başlayarak, aralarına, evlilikler, çocuklar, yaşam gailesi yüzünden, -yürekte değilse de, yöresel- ayrılıklar girmiştir; nasıl geçtiği hiç anlaşılmayan uzun yıllar sonunda çocuklar (ve kocalar) kendi rotalarını çizer, artakalan zamanda kuzenler yeniden buluşur. Böyle özel bir anlam da taşıyan Dalaman seferi, bir anlamda -sakin yaşamlar seçip kendilerini arayan- kuzenlerin, birbirlerini yeniden buldukları özel bir zaman olur.

Otobüsün kalkmasına bir saat var: Garajın ardındaki, yüksek palmiye, okaliptüs ağaçları dibinde bir masaya yerleşen "abla", çay ocağından aldığı su bardağında büyük çayın yanına bir gün önce kahvaltıda yiyemeyip paket yaptırdıkları katmeri açar, iki masa arkadaki, kuş cıvıltılarıyla süslü sohbeti dinleyerek güzeeeelce kahvaltısını yapar. "Taşrada zamanın jel kıvamı" hakkında fikri olduğundan, kasabanın ana caddesinde 40 dakikalık bir yürüyüş yapar: Bir veteriner dükkânını açan, sevgiyle yedi tane kedisi, köpekleri ve kuşu olduğunu anlatan sıcakkanlı tezgâhtar kızla -patronu gelene kadar- ahbaplık eder, garaja döner. Otobüs firmalarından birinin önünde satılan, -ithâlinin adedi yaklaşık 5 TL'yken, yerlisinin 8 tanesini 6 TL'ye- avakado satın alır, fermuarını araladığı boş bavuluna atar.

Geniş, bitek coğrafyada, Ortaca, Köyceğiz, Gökova, -çocukluk anılarında, kıvrılıp bükülerek, içleri bulanıp arada kusarak, bin zahmet tırmanıp indikleri toz kokulu- Sakar Yokuşu, Muğla, Yatağan, Aydın rotasını izleyerek aldıkları yol, 5-5,5 saat sonra İzmir'de sona erer. Edremit Belediyesi'nin eski ama, -arada kolonya ikramı da yapılan- temiz otobüsüne, 15:30'a bilet alan "abla" yerini alır, molaya dek, aman uyuyup bir şey kaçırmamayım! diyerek dört açtığı gözleri kapanır.

Moladan sonra, yanındaki Akçay yolcusu emekli hemşire ile tutturdukları, Dünya yaşamında yapıp ettikleri konulu sohbet sürerken, ego'su Sebastian "içerden" lâfa girer: "Yoğurt!" Sebastian, "abla"nın hizmetinde olması gerekirken, birlikte yaşadıkları binlerce reenkarnasyon içinde nasıl yapıp ettiyse, "abla"yı parmağında oynatır hale gelmiş ego'sunun adıdır. Bunu keşfeder etmez, "abla"nın, hizmetkârın ego olması gerektiği bilinciyle, ilişkileri/hiyerarşiyi belirlemek için -sinemanın, katil, uşak Sebastian! klişesinden ilham alarak- Sebastian adını verdiği ego'su, gönül bölgesinde barınır, yaklaşık pigme boyundadır, beyaz tek askılı keten bir elbisesi, kel kafası ve sürmeli gözleriyle eski Mısırlı rahipleri andırır.

İleri yaşta evlenmiş, iki yetişkin çocuk sahibi, dengeli, huzurlu bir yaşam sürdürmüşe benzeyen hemşire "abla"nın -görece- fırtınalı yaşamını şaşkınlıkla dinlerken Sebastian'ın, sessiz "yoğurt!"-tarifini aldığı sevgili arkadaşının adıyla Sülün Hanım Yemeği yapmak üzere gereken "yoğurt!"...

Akşam karanlığında, sert Poyrazın da etkisiyle terkedilmişe benzeyen Karaağaç'ta yoğurt bir yana, "abla", kendisini 5 km ötedeki yazlık sitedeki evine götürecek taksi bulsa, ne devlet!

Çok haklı nedenlerle ayrılmaları gerekli, hatta zorunlu iki sevgili gibi, "abla", Sebastian'ın dayatmalarına direnmeye çalışırsa da, yüreğinin içinden bilir ki; taş devrindan bu yana birlikte yaşadıkları binlerce doğma-ölme-yeniden doğma... süresince, Sebastian zamanında ve yerinde, gerekli, zorunlu, hatırlatmalar, dayatmalarla önlemler al(dırar)arak "abla"yı hayatta tuttu. "Yiyeceğinin tümünü yeme!" dedi, "akşam iniyor, barınacak bir yer bul" ya da "kış geliyor, barınağını sağlamla..." ve "sonunda acı var, âşık olma!.."

Tanrı'nın bir parçasını -DNA'sında- taşıdığından emin kendisi ile buluşup birleşme sürecinde "abla", oturduğu yerde bitkin düşmesine neden olan, ego'sunun dürtmeleriyle durmaksızın dolanan zihnini yakaladığında, yüreği eski hizmetleri dolayısıyla şükranla dolu, "yeter koşuşturup durduğun, biraz otur dinlen!" diyerek, şefkatle, tahta masası yanındaki ahşap iskemleye oturmaya çağırdığı Sebastian'ı emekli etmesi gerektiğini bilir.

Ve ne mutlu, "abla" bunun yalnızca, bir zaman meselesi olduğunun bilincindedir.

Hiç yorum yok: