3 Ağustos 2008 Pazar günü, St. Petersburg’a gidip Nevski Caddesi’ni dikine kesen kanallardan biri üzerinde basamaklarla inerek bindikleri tekneyle, kanal gezisine başlayan epeyce ıslak grup teknenin kapalı kısmına sığınır. Petro’nun bataklıktan çıkararak neredeyse kazıklar üzerine inşa ettiği saray, katedral ve bahçelerin önlerinden geçerek giderlerken rehberin anlattıkları; "…Hermitage yanından Neva’ya çıkacağız, karşıda Peter-Paul Kalesi’nin sivri kulelerini, beride liman sütunlarını, Tatar Camii’ni, Baba Oğul Kutsal Ruh Şapeli’ni görüyoruz …sarayın bacalarını gizlemek için İtalyan mimar Rastrelli, heykeller koymuş …üstü yeşil görünen Valikonağı …sağda içinde 480 heykelin bulunduğu bahçe. Askeri Hastane… Fontanka Kanalı… bizdeki Teknik Üniversite ayarı Yüksek Lise… sağda bir suikaste kurban gideceğinden korkan Pavel’in yaptırdığı ve öldürülmeden önce sadece 29 gün kalabildiği saray… 5 bin kişi kapasiteli sirk… saraylar… dört ayrı çok güzel kompozisyonla At Terbiyecileri heykellerinin bulunduğu Fontanka Köprüsü… altından geçmediğimiz Zincirli Köprü… eskiden çamaşırların yıkandığı Voyka Kanalı, kanal gezimizin başı, aynı zamanda sonu.
Tekneden indikten sonra yağmurda ayrılıp, değişik hedeflere yönelen gruptan “abla” çekirdek grubu, 2. Aleksandr’ın 1881’de suikaste uğradığı yerde inşa edilen, 81 metre yüksekliğinde soğan biçimli, gösterişli kubbeleriyle Dökülen Kan Kilisesi’ni gezmeye giderler. Mozaik panolarla süslü katedralin içi, en az dışı kadar güzel; geometrik desenli renkli mermer zemin, mermer oturma yerleri, muhteşem sütunlarda kutsal içerikli mozaikler… Altarın sağındaki sütunun üzerindeki, “abla”nın hayran olduğu, bir azizin elindeki parşömenin kıvrık ucunun, giysisi üzerine düşen gölgesinin işlenişindeki ustalık, kardeşinden bir de bu ayrıntının resmini çekmesini rica etmesine neden olur.
Yağmurun yıkadığı serin havada, küçük grup bu kez, bir gezi kitabından iki gece önce çalışıp işaretledikleri Literaturnoi Kafe’ye giderler. Piyano ve kemanlı canlı müzik eşliğinde sıcak çikolatalarını içerlerken “abla”nın gezi kitabından küçük defterine aktardıkları; …eski adı Wolf ve Beranger Pastanesi olan bu mekânda Puşkin, 27 Ocak 1837’de, düelloda George d’Anthes’e meydan okumadan önce, olayın tanığıyla burada bir araya gelmiş! Sıcak çikolata konusunda hayal kırıklığına uğramaktan bıkkın “abla” buradan son derece memnun ayrılırken, girişte ufak bir masada “olayın tanığı”nı bekleyen Puşkin heykelinin fotoğrafını çekme imkânı bulurlar.
Adını, Haziran ayının üçüncü haftasının, en uzun gün/aydınlık gecelerinden alan ünlü Beyaz Geceler’in önemli bir gösterisi de, geceleri, adaları bağlayan köprülerin birkaç tanesi dışında açılması! Akşam yemeğinden sonra “abla”larının mızmızlanmasını duymazdan gelen iki kız kardeş ve gruptan bir delikanlının katılımıyla saat 23:00’te gemiden ayrılıp dolmuşla metroya ulaşan dörtlü, daha önceden öğrendikleri gibi 5. istasyonda inerler. Gözlerine pek tanıdık gelmeyen istasyonu teyit niyetiyle yürüyen merdivenlerin başındaki kulübe içindeki kadın görevliye Nevski Caddesi istasyonunun bu olup olmadığını sorarlar; kadının eliyle koluyla bir durak daha gitmeleri gerektiğini anlatmasına karşın, kulak asmayıp yeryüzüne çıkarlar: Burada onları tamamıyla farklı bir cadde manzarası karşılar. Dörtlü, ellerinde harita debelenirken, niyeti iyi, İngilizcesi kötü bir kadınla; rehberin, durak Rusça’da aptal demek, biz gerekince istasyon falan diyoruz uyarısına dikkat etmeye çalışarak umutsuz bir bilgi alışverişi başlatırlar. Her iki taraf da, böyle bir sonuç alınamayacağı noktasına vardığında kadın, işaretle dörtlüyü yine metroya sokar, bir kez daha 17’şer ruble verip, bizdekinden daha hızlı ve çok daha dik, derin merdivenlerden yer altına inerler. Artık işaretle anlaştıkları kadının söylediği, indikleri durak da tanıdık değil! Tam, yazıları okuyamadıkları, İngilizce anlaşamadıkları metroda kaybolup yaşamlarının geri kalanını yer altında tamamlayacakları korkusuna kapılacakken, bir başka genç kızın işaretleriyle bir durak daha giderek nihayet, ışıklar içinde daha bir güzel Nevski Caddesi’ne ulaşırlar.
Kaybolup bulunma macerasının dörtlüyü bunca oyalamasına karşın, köprü açılmasına daha zaman var: Saray Meydanı’nın ardına düşen kanal kıyısında, gençlerin değişik enstrümanlarla kendilerine özgü müzikler ürettikleri köprü başında, olmazsa olmaz Rusya manzarası, beyaz kürklü bir gelin, annesinin kucağında 20 dakika önce doğmuşa benzeyen bir bebek, az ötede birilerinin dans ederek inip bindiği seyyar disko minibüs müşterilerinin bulunduğu kalabalık, saatler 01:30’a yaklaşırken beton korkuluklara yanaşır. “Abla” ve gayretli üçlü, aman ha, fotoğraf çekelim falan deyip öbür yana geçmeyin, orada sabaha kadar kalırsınız diye uyarılmış olduklarından, bulundukları noktada sağlamca dururlar. Fosforlu giysili görevlilerin köprüyü trafiğe kapatışı, ışıklandırılmış köprünün ve uzaklarda olduğu halde ışıklarının ortadan kırıldığı gözlenebilen diğer bir kaçının yavaş yavaş açılışı, iyice düşük ısı yüzünden titreyen küçük kardeş tarafından fotoğraflanır. Sabah 05:30’da tekrar kapatılmadan önce gün doğumunun güzel görünüme sahne olduğu bilgisi, iyice üşümüş dörtlüyü cezbetmez.
Onları, turist tarifesi 2000 rubleye limana götürebileceğini söyleyen şoförlerle önceden tembihli uyanık turist yaklaşımıyla beş parmakla, 500 işareti yaparak yaptıkları pazarlık sonucu 500’e okey! diyen Rus sürücü tarafından kestirmeden limana, gemiye ulaştırılırlar.
20 Mart 2009 Cuma
Grup, gezinin son günü, yoğun yağış altında, 42 adayı bağlayan köprüler altından dolaşarak, katedral ve sarayların önünden geçen kanallarda gezerler.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder