30 Eylül 2013 Pazartesi

"Abla" grubu gezinin son günü Singapur'da serbestçe dolaşır; gece dönüşe geçer.

20 Temmuz 2013 Cumartesi sabahı, acentenin Malezya gezisine ilgi duymayan dörtlü, kahvaltıdan sonra masaya yaydıkları şehir haritalarıyla günün rotası saptar sokağa dökülürler.
 
İlk durak Raffles Hotel girişinde, kuzenin tanıtımını duyduğu, bambu gibi özel tekstil ürünleri satan dükkan; ardından, çevresine odalar dizili, yüksek ağaçların gölgelediği bakımlı zengin bahçe ortasındaki havuzuyla eski otelin, güzelim binaları fotoğraflanır.
 
İkinci durak, şehir turunda uzaktan görüp programa aldıkları Flyer. Bir kaç yıl önceki Brezilya-Arjantin-Şili gezisi sırasında Buenos Aires metrosunda kapkaça uğradıklarını unutmuşa benzeyen "abla" ile ortanca bu kez tümüyle güvenli görünen, temiz pak Singapur metrosuna iç huzuruyla inerler. Bir gençle, hiç üşenmeden çantasını karıştırıp gözlüğünü taktıktan sonra burnuna dayadıkları haritaya bakıp dörtlüye yol gösteren hanımın desteğiyle, salimen Flyer'a ulaşılır.
 
Her yerde olduğu gibi girişte durdurulan dörtlü, görevlilerce, dört ayrı fonda kullanılmak üzere fotoğraflanır. Soğuk, karanlık ilk salonda Flyer'ın teknik özellikleri, teknik üstünlük taşıyan ekranlarla anlatılmakta; türlü malzeme ile üretilmiş sanatsal objelerin bulunduğu ikinci salonu geçen grup, önlerindeki kalabalık Hintliler ardı sıra, hiç duraklamaksızın dönmekte tekerleğin 12 kişilik kapsüllerinden birine çocuklu bir kaç çiftle birlikte bindirilir. Aşağıda yemyeşil bahçe ortasındaki balıklı havuz ufalırken körfez manzarası genişlemekte. Liman çevresine tuhaf ama ilginç mimarileriyle yayılmış güzel binalar grupça fotoğraflanırken "abla" notlar alır: Havalandırmadan okaliptüs kokusu gelen tekerleğin çapı 150 m., hizmete 2008'de açılmış, tam dönüş 30 dakika sürüyor; isteyenler için kapsüller belli süre kapatılıp yemek servisi, kutlama, ufak tefek tören yapılabiliyor.
 
Uzaktan baktığında "abla"ya Stonehenge*'i hatırlatan Marina Bay Sands, günün üçüncü durağı: Yürüyerek ulaştıkları kapılarından biri, alt katında buz pateni alanı da barındıran alışveriş merkezi girişi. Yorgun dörtlü marketten, Türk malı -"sugar" gibisinden tuhaf tanıtımıyla, şekerpare- kayısıyla karşılaştıkları çeşitli meyve arasından, Güney Amerika'dan tanış dalda domates, Jack's Fruit ve papaya seçer; -buzlu, naneli, sütlü Seylan çayı türünden- içecek alır dışarı çıkar. Eflatun renkli nilüferlerle yapraklarının temiz suyu örttüğü havuz kenarına dizilir, sabah kahvaltısı kruvasanlarını katık edip öğle yemeklerini yerler. Bir kaç metre önlerindeki bina girişini örten cam yarı küre üzerinden kayarak inen, emniyet şeritleriyle bağlı, kasklı cam siliciler bir bağımsız film sahnesi gibidir. Ortalıkta polis yok, temizlikçi çok. Seslerden anlaşıldığı kadarıyla, suyun öte yanındaki statta bağımsızlık bayramı provaları sürmekte.
 
Biraz dinlenen grup sorup soruşturup Marina Bay Sands ana kapısına ulaşır, yukarı çıkmak için bilet alır. 56. kattaki güverte biçimli taraça Flyer'dan da yüksek, 200 m: Yerden 200 metre yüksekte palmiyelerin gölgesinde havuza giren otel müşterilerini ayıran yarı şeffaf duvarın berisinde, Singapur'u çepeçevre dolanarak fotoğraflarken aşağıda gördükleri, geniş yer kaplayan bahçelere gitme niyetindeki grup aşağı iner.
 
Uğradıkları, yolları üzerindeki -muskalar ve mumyalama sırları ile iki Amerikalının konu edildiği iki geçici serginin ilgilerini çekmediği- lotus formlu Bilim Sanat Müzesi'nde, dörtlüye, genç, çok güzel bir kız yardımcı olur: Adı İniki'dir, bu adı taşıyan kasırgadan bir kaç hafta sonra doğmuştur, ailesi İngiliz, İtalyan, Hintli ve Amerikalılardan oluşmaktadır. Dörtlü kendisini çok beğense de o, dudağı kenarındaki doğum lekesinin kendisini çirkinleştirdiği düşüncesindedir.
 
Sıcak günün son durağı Gardens by the Bay: James Cameron'ın yönettiği Avatar filminde kullanılan ağaçlara modellik eden, dikey gövde tepesindeki -bazıları diğer ağaçlara bağlı- metal dallara, aşağıdan ekilen bitkilerin uzayıp sarılmasıyla elde edilen dikey bahçeler, kanallar çevresinde çiçekler, özel iklim gerektiren yağmur ormanı için kapalı bir bölüm...  Tekerlekli sandalyelerde yaşlılar, pusetlerde bebekler, 5 çocuklu 37 yaşındaki anne ile "kabap"lı sohbet, kenarda yere yaydığı örtü üzerinde bebeği ile haşır neşir bir başka anne; Güneydoğu Asya'nın bu kısmı, yaşlıların, öncelikle çocukların mutluluğu gözetilerek planlanmış gibi.
 
Dönüş yolunda metroya giderken ağırlıklı mor renkli yerel giysili kızlar oğlanlar gruplar halinde, neşe içinde el sallayarak bayram provaları için kafilelerle stada gidip dönmekteler. Dörtlü sabah izlediği yolu gerisin geri yürür, metroya iner, adam başı tek yön metro bileti 1.30 S.$ ödeyerek kolayca başlangıç noktasına varır. Otele dönüş yolunda halkın alışveriş ettiği, yemek yediği dükkanlar, oteller, açık sokak pazarları, lokantalarıyla çok renkli, hareketli Bugis bölgesinde sokak aralarına giren dörtlü, çok istese de taşıma zorluğu yüzünden tropik meyve alamaz.
 
Akşam saatleri otelde buluşulur. Katılımcıları ülkeye dönüş için Changi Havaalanı'na taşıyan otobüsün, ön camının ortasında ufak bir Budist anma köşesi. "Yolculuğumuz 10 saat 30 dakika sürecek" der -"Çarşı"dan söz ederken mavi gözleri gururla parlayan- rehber, "Bavullar 23 kiloyu aşarsa kilo başına 7 Euro ödemeniz gerekecek. 23:50'de havalanacağız, en az 40 dk. önce kapıya gelin, uçaklar beklemez, özellikle burada!"
 
İkinci "oyuncak" silah, bereket, gayretli THY görevlisinin çabasıyla olabildiğince sorunsuz, Singapur'da bırakılır. Ertesi sabah erken saatlerde ülkeye varıp bagaj bandı başında vedalaşırken beraber yine yolculuk etme dileği belirten katılımcılar İstanbul'un, bazısı Türkiye'nin çeşitli yerlerine dağılırlar.
 
 
 
Singapur Flyer görselleri:
 
Marina Bay Sands görselleri:
 
Gardens by the Bay görselleri:
 

27 Eylül 2013 Cuma

Sekizinci gün "abla" grubu, Singapur'da şehir turu sonrası Sentosa Adası'na gider.

19 Temmuz 2013 Cuma sabahı aşağıdaki kilisenin şen şatır çanlarıyla uyanan "abla" grubu Singapur şehir turu için hazırlanır, arabaya yerleşir.
 
Yola koyulur koyulmaz, "Beş adet üniversite var" diye başlar rehber, "Stamford Caddesini izliyoruz. Sir Thomas Stamford Raffles, 1819'da Singapur'un modern tarihini başlatan İngiliz. Uygunluğu dolayısıyla kiralayıp bir liman kuruyor burada. Banka, sigortacılık, ticaret gelişmeye başlıyor. Gelir açısından Singapur Dünya sıralamasında ilk on içinde. Balıkçılık, turizm diğer gelir kaynakları. Singa-Pura, Aslan Şehir anlamında. Şehrin sembolü aslan başlı balık..."
 
National Orchid Garden Orkide Parkı: Çok soğukta yetişenler için klimalı özel bir bölümün yaratıldığı parkta, önlerindeki etiketlerde adları yazılı yüzlerce orkide, görevlilerce, bebek özeniyle bakılmakta. Vanda Joachim isimli bir kadının melezlediği -ulusal çiçek seçilen- orkideyi, kokulular, etçil olanlar, ünlülerin isimleri verilmiş özel üretim orkideler izler.
 
Şehir turu devam ederken rehber, alışverişe gidecekleri uyarır: "Serbest piyasa ekonomisi burada en cafcaflı haliyle yaşanır. Aynı malın değişik fiyatları olabilir. Çin Mahallesi'nden alışveriş yaparken dikkat edin, memlekete dönüşte içinden taş çıkan kamera gördük, hatta ekranda yükleniyor yazısı, sadece kasa laptop... Orchard Road üzerindeki AVM'lerde her markanın kendi dükkanı var, oralardan bakabilirsiniz."
 
"...Bu bölge elçilikler ve pahalı evlerin bulunduğu bölgedir. Devlet sosyal konutlar yapar ama satış, kaynaştırmak amacıyla, etnik grupların nüfusa oranları gözetilerek yapılır. Müslüman, Hıristiyan eşit, %15, Budist %50... Malezya ve Endonezya'da bazı bölgelerde su sıkıntısı çekilir; Singapur atık suyu 40 Cent'ten alır, temizler, 2 Dolar'a satar... Sağda Hard Rock Cafe, solda Tayland Konsolosluğu... Orcard Bulvarı önemli AVM'leri barındırır. En eski binalardan Raffles Otel'de gecelemek 700-7000 USD... Solda bir Anglikan Kilisesi, Parlamento, Singapur Nehri, ticaret ve finans merkezi gökdelenleri, sağda bir Hindu tapınağı, burada hepsi yan yana, yine sağda bir Budist tapınağı..."
 
Buluşma için yer ve zaman kararlaştırıp Çin Mahallesi girişinde dağılan gruptan "abla" ile ortanca gezinirken bir kuytuda, çocuklar için düzenlenmiş bir para müzesi keşfeder gezerler. Camekanlarda orkide, panda, eski ressamlar, kutsal objeler hatta kedinizle düzenlenmiş paralar, para basımında kullanılan gereçler.
 
Buluşulur, şehir turu devam eder: "9 Ağustos 1965 Bağımsızlık Günü'dür, yaklaştığı için evler bayraklarla süslü... Binlerce dolar aidatla üye olunan Kriket Kulübü, İngiliz yaşamından izler... New Bridge Road üzerindeyiz, sağda Marina Bay Sands, solda eski ve pahalı İngiliz oteli Fullerton, sağda Opera Binası**... Ülke 2. Dünya Savaşı sırasında kısa süre Japon işgali altında kaldı. Padang Meydanı solda, Koloni dönemi binaları sağda..."
 
Küçük bir parktan geçip bir kaç basamakla inilen su üzerindeki taraçadan gözlenen: Ağzından su fışkıran efsanevî, balık gövdeli aslan başlı Merlion heykelinin bulunduğu alan kalabalık. "Singapur'un merkezi" der rehber, heykelin arkasında finans merkezlerini barındıran gökdelenlerden yüksek geniş bir duvar, "Karşıda Marina Bay Sands, Opera binası, lotüs biçimli Bilim Sanat Müzesi..."
 
Etkileyici manzara, kim bilir kaçıncı kez, bir de "abla" takımınca fotoğraflanır, arabaya binilir. "Taksimetrelerini 3.00, 3.20, 3.40, 3.90'dan açan beş altı çeşit taksi vardır" der rehber, "bir de önermeyeceğim siyah Mercedes'ler vardır, en pahalısıdır, genelde havaalanı bağlantılı çalışırlar. Gece 22:00'den sonra gece tarifesine geçerler." Japon işgalini anlatan anıt önünden geçen grubun öğleden sonraki programı Sentosa Adası turudur.
 
Adaya giderken yolda, katlarında bahçeler olan binaları beğenen "abla", Singapur'un, park ve bahçelerdeki özen açısından sadece, bir kaç yıl önce gördükleri Japonya ile kıyaslanabileceği fikrindedir. Grup teleferikle önce bir AVM'nin tepesine uğrar oradan devamla Sentosa Adası'na varır. "Turistik amaçla düzenlenmiş adada yerleşim yok" der rehber, "ana adaya teleferik dışında tünel ve karayollarıyla da bağlı."
 
Adada ilk durakta, ülke tarihinin Malay, Hint, Çin, Avrupalı ilk yerleşimcileri ağzından anlatıldığı film gösterisini, incelikli detayları muhteşem, mumya müzesi izler. Gezi boyunca, -"abla"nın aklından daha önceleri neler olduğu, hatta Merlion hikayesinin aslı nedir soruları geçse de- Hong Kong ve Bangkok'ta olduğu gibi Singapur'da da tarih İngilizlerle başlamakta. Müzenin ilk sahnesi, İngilizlerin bir masa çevresinde buluştuğu diğerleriyle anlaşmalarını, gereçleri, eşyaları sergiler. Balıkçı köyünün ilk zamanlarında su üzerinde yapılan basit ticaret (1891); kauçuk ağaçlı botanik bahçesi (1893); özgün giysileriyle Arapların, Avrupalı ve Musevilerin (1840) Yeni Liman'a çıkmaları -martı sesleri eşliğinde- kendi paralarıyla ticaret yapmaları; tek odada yaşamları sergilenen ilk Çinliler (1890); liman ve dok (1890-1920); okuma yazma bilmeyen bir Çinli mektup yazdırırken, Çinli berber ve ailesi -bebek sesi eşliğinde-; terzi, duvar işçisi Malaylar; Hintli sütçü dükkanı önünde topaçla oynayan çocuklar; camı kırık resim, duvarda kurşun delikleriyle Japon işgali... Özenle düzenlenmiş ev içleri, giysiler, sesler, neredeyse kokularla Malay, Hint, Çin, Avrupalıların yaşam ve törenleri anlatan çok başarılı sahneler "abla"da büyük hayranlık uyandırır. Sergi, fonunda her bir etnik grubun bayrağının yer aldığı, her fırsatta tekrarlanan kaynaştırıcı Singapur is my family mesajıyla sona erer.
 
Foklarla Pembe Yunusların, çocuk çığlıklarıyla şen, eğlenceli gösterisini, başları üzerinde geniş yüzgeçleriyle dalgalanan koca balıkların süzüldüğü tüp akvaryum izler. İçinde, yürüyen bantlar üzerinde yol alırken katılımcılardan birinin, aynısının İstanbul Bayrampaşa'da olduğu bilgisi verdiği akvaryumun temalarından biri, çocukları suların kirliliği konusunda bilinçlendirmek.
 
Dünyadaki ve Türkiye'deki emsallerinin aynı fastfood lokantasında ayak üstü atıştırdıktan sonra kumsalda ses, ışık, lazer ve su gösterisi Sentosa's Songs of the Sea için kıyıya inen grup, mahşer kalabalığı içinde bir yerlere ilişir. Uzakdoğu kültürüne -coğrafi açıdan bunca yakınlığına- karşın, tümüyle Amerikan müzikalleri formatındaki gösteri, zenginliğin çoklu etnik kökenleri huzurla örttüğü adada, "abla"ya bile tuhaf görünmez.
 
Sentosa Adası'na teleferikle gelen katılımcılar otobüsle otellerine dönerken rehber, ertesi akşam dönüşe geçecek gruba oda boşaltma, çıkış, uçuş saati hakkında bilgi verir.
 
 
**"Abla"nın, gezi programları sıkı izleyicisi kuzeninden ek: 
"Singapur'daki opera binasının dışını, kavuna benzeyen yeşil büyük meyvenin (içinden turuncu esas meyveleri çıkan) tırtıklı dış kabuğundan esinlenerek yapmışlar."

 
 
National Orchid Garden görselleri:
 

Merlion görselleri: 
 
Opera Singapore görselleri: 
 
Sentosa Adası görselleri: 
 
Sentosa's Songs of the Sea gösterisi: 

25 Eylül 2013 Çarşamba

Yedinci gün Singapur'a geçen "abla" grubu, gece safarisine katılır.

18 Temmuz 2013 Perşembe Singapur'a yolculuk öncesi grup, yakut, inci ve zümrütün ana vatanı Tayland'dan ayrılmadan, bir mücevher fabrikası gezme niyetiyle Gems Gallery'ye giderler. Yolda, "Değerli taşlar 25 milyon turistin ziyaret ettiği ülkenin önemli gelir kaynağı" diye anlatır rehber, "Dünyanın en büyük ihracatçısı tabii ki kral, ürün sertifikalı, fiyat garantisi verilir, değiştirme yapılabilir. Türkiye'den gelen kuyumcular, Güvercin Kanı dedikleri Siyam Yakutu* fiyatlarının Türkiye'den %30-40 düşük olduğunu söylüyorlar ama ürüne pırlanta girince fark %20-25'e iniyormuş."
 
Galerinin kapısında parlak renkli yerel giysili ince uzun çok güzel kızların karşıladığı grup önce bilgi alır, sonra parlak ışık altında büyüteçle, değerli metaller, taşlarla incelikle çalışanları, ardından şıkır şıkır aydınlatılmış salonlar dolusu camekanda türlü mücevheri, daha çok bir sanat galerisi gezer gibi seyrederler.
 
Havaalanına giderken, bakanlık karşısında, kanal kıyısı boyunca birikmiş, bir kısmı parka otlara yayılmış, geceyi orada geçirmişe benzeyen kalabalığın neyi protesto ettiği hakkında Jacques'ın bir fikri yok.
 
Havaalanında kapılar arkasında, arkada bir şey bırakmama uyarısı bulunan tuvaletler, ağız/el sürülmeden su içilen pınarlar, insana saygının kanıtı, ufak incelikler. Her sınır geçişte adet olduğu üzere -"abla"nın büyük şükranla karşıladığı- rehberin dağıttığı örnek fotokopilerle kolayca doldurulan formun en altında bu kez, büyük kırmızı harflerle uyuşturucunun Singapur yasalarına göre ölümle cezalandırıldığı uyarısı yer almakta.
 
2,5 saatlik uçuş sonrası inişte, genellikle göze ilk takılan, havaalanı çevresi gecekondu manzarası Singapur'da yok; taze yeşil, temiz, dümdüz bir kent. Havaalanı tuvaletlerinde -"abla" grubunun bir de Japonya'da rastladığı- hijyen doruğu; duvarlara monte edilmiş temizlik spreyi şişeleri.
 
Pasaport kontrolü sırasında "abla"nın, ortanca kardeşinin yeşil pasaportu epey incelenir; güvensizliğin nedeni, yenilenmemiş olması. O aralık bankolardan birindeki Müslüman görevli, Türkiye'den olduğunu öğrendiği grubu "selamünaleyküm!" diyerek selamlar.
 
Bir kısmı otobüse yerleşen grubu tatsız bir sürpriz beklemekte; bekleme beklenenden çok uzar, uzadıkça sinirler gerilir. Katılımcılardan biri esip gürlemeye başlamışken rehber eşliğinde otobüse binen hala ile yeğeni ağlamaklı. Tayland'dan 14 yaşındaki yeğene alınan -mermisi boncuk, görünümü gerçek- oyuncak silah kontrol sırasında ortaya çıkar, görevlilerce el konur, dahası delikanlının tutuklanması söz konusu olur; polisin de işe karışmasıyla iş büyür. "Silaha el kondu" diye anlatır rehber, "kesinlikle yasak olduğunu söylediler, görevim gereği yanlarında olmam gerekiyordu."
 
Gerginlik yatışır, halâ ağlayan hala yatıştırılır yola çıkılır; rehber devam eder "...bakın bu ülke farklı bunu anladınız, uyuşturucunun 1 gramı 1 yıl, 2 gramı 2 yıl hapisle cezalandırılır, 3 gramdan fazlası idam. Burada her yer tertemizdir, sigara içmenin cezası 250, sakız 150, trafik ışığı ihlali 150 Singapur Doları... 30 kişiyiz, bakın bir daha tekrarlıyorum" kontrolde nasılsa gözden kaçmış, bir diğer katılımcının oğluna hediye aldığı oyuncak silahı kastederek "...yanımızda buna benzer bir oyuncak daha var, satıcı geçirebileceğini söyledi, bu defa uyarı ile atlattık ama söylüyorum, sorumluluk size ait."
 
Tek adada, tek ülke ve tek şehir Singapur hakkında "Burası Hindistan, Çin ticaretini kontrol eden limandır." diye anlatır, "'63'te İngiltere'den koptu, '63-'65 arası Malezya ile birleşti, '65'ten bu yana bağımsız. Etnik yapı karma, Çinli, Endonezyalı, Hintli, Malezyalılardan oluşur. 622 km2, nüfus yoğun. Resmi dil Malayca, yazı dilleri Tamil, Mandarin ve İngilizce. Singapur Doları (S$) kullanılır, 1 USD=1,24 S$, 1 Euro=1,65 S$, 1 TL=0,65 S$"
 
"Yeşil çok önemli, ağaçların boyları bile aynı hizadadır... Sigara içenlere ikinci sınıf insan muamelesi yaparlar, duraklarda sigara içemezsiniz, yol üzerlerinde bu iş için yaratılmış özel alanlar göreceksiniz. Taksiye biner binmez taksimetre açılır ve fiş verirler. Hayat pahalıdır, bir tek elektronik biraz ucuz olabilir."
 
Tam karşısındaki sokakta Sofra isimli bir Türk lokantası bulunan otele varan grup odalara dağılır. "Abla" grubunun Hong Kong'da 21., Bangkok'ta 12. kattaki odaları, Singapur'da 10. katta. Banyonun, yer kazanma amaçlı, sürgülü kapısı ile kancalı açma-kapama, kilitleme mekanizması "abla"ya ilginç gelir.
 
Night Safari-Singapore için binilen minibüsün sürücüsü yine sağda. İçerde kocaman dijital saat yanında, No Drinking, No Eating yazmakta. Karanlıkta varılan, yeşil yüksek ağaçlar arasına dengeli biçimde dağılmış tropik meyve suyu, yiyecek, hediyelik eşya dükkanları ardında, lavaboları açık havada çok hoş tuvaletleriyle parkın bir köşesi, gecenin ilerlemesiyle -yerel rehber Janice'in çok yakına oturmayın önerisini haklı çıkaran, bol gazyağının kullanıldığı- ateş yutan, püskürenlerin gösterisine sahne olur.
 
Grup daha sonra, kalabalıkta birbirini gözden kaçırmamaya gayret ederek, dörder kişinin oturduğu birkaç sıralı üç kompartımanı bulunan elektrikli gece treniyle yola koyulur. Sessizce yol alınırken yapılan İngilizce açıklamalar, usulca gecenin kendine özgü seslerine karışır.
 
Yarasa, ceylan, fil, aslan, zürafa, hipopotam, geyik, kaplan, kurt, sırtlan, tilki... Hayvanlar, yapay biçimde bire bir yaratılmış yağmur ormanı ortamında, her biri bir başka sponsorca düzenlenmiş, kendilerine ait alanlarda barış içinde yaşamlarını sürdürürken gözlenebilmekte.
 
Otele dönerken rehber, "Ortalıkta polis yoktur, şehir kameralarla izlenir" der, "büyük şehirlerde arka sokaklara girmeyin deriz ama burada arka sokak da yoktur."
 
 
*Siyam Yakutu görselleri:
 
Night Safari-Singapore görselleri:

22 Eylül 2013 Pazar

"Abla" dörtlüsü ile bir grup katılımcı, gezinin altıncı günü Pattaya'ya gider.

17 Temmuz 2013 Çarşamba sabahı Pattaya'ya gitmek üzere arabada yerini alan "abla"nın Bangkok, saat 07:32 gözlemi, rehberin evlerde mutfak yok, demesinin kanıtı; işe gidenler sandviç, meyve, ızgara et, kızartma, salata, çörek yığılı hatta naylon torbada çorba satılan seyyar tezgâhlarda kahvaltı etmekte. "Pattaya turizmin yükünü çeker, zamanla güneye doğru yapılaşma ve tabii kirlilik artınca Pattaya'da denize girilemez olmuş. Halk adalara gider yüzmek için, biz de -Koh ada anlamına- Koh Lanta'ya gideceğiz" der rehber, "Pattaya 80'lerde Pasifik'te görevli Amerikan askerlerinin özellikle Nisan'da gelip dinlendikleri, adı seksle özdeşleşmiş bir yer, böylece büyüyüp gelişmeye başlıyor. Rus turistler rağbet eder. Bangkok'tan ucuzdur, Avrupalı ev alır, gelir kışın 5-6 ayını burada geçirir, 12 ay turist vardır, her tür spor yapılır. Barlar Sokağı Walking Street kenti ikiye böler, gece hayatının kalbidir... Bineceğimiz sürat teknesi hız yapar, 20 dakika yol alacağız, güneş yakar, dikkat edilmeli."
 
Grubun, şişme platform iskeleden bindiği sürat teknesi, dibi suya küt, küüüüt! diye vurarak hızla yol alırken, karşılıklı iki sıraya yerleşmiş yolcusu sarsıntıdan payına düşeni alır. İrili ufaklı yeşil adalardan birinde, suyun lacivertinin su yeşiline dönüştüğü sığlıkta demir atan teknenin yolcusu, kıyıya, 5-6 m. suda yürüyerek ulaşır. Zemin, "abla" ile kardeşlerinin Maldivlerde tanışmış oldukları gibi, ufalanmış deniz kabuklularının tozundan, bembeyaz ve sert. Gölgesi muhteşem yüksek ağaçların, şemsiyelerin altına dizili -birbirine zincirle bağlı, nizami- şezlonglara dağılan grup denize girer, güneşlenir. Yüzenleri, deniz sporları -en masumu muz- yapanlardan ayıran halatlar içinde kalan parselde, ortanca ile denize giren "abla", arada denizanası teması ile irkilerek, iri ılık turkuaz rengi dalgalarda çalkalanır.
 
Grubun uzun masa çevresine sıralanıp yediği öğle yemeği zengin ve lezzetli; yöreye özgü balık, kızarmış deniz ürünü-sebze (tempura), sebzeli yumurtalı pirinç ve tropik meyve...
 
Dönüşü aynı yoldan biraz daha düşük hızla yapan tekne, yolcusunu aldığı yerde, şişme iskelede indirir. Araba ile programın kalanı için yola çıkılır; King of Duty Free tabelalı yeri gösteren rehber, "her şey gibi krala ait, şehir içi freeshop'u" der, "pasaportla alışveriş yapılabilen bir yer." Güzel bir cami yanında Katolik kilisesi geçilir; grup, milyonlu yaşlarda taşlaşmış ağaçlar parkı* önünde iner. Taşlaşmış ağaçların göletlerle çok güzel düzenlendiği parkın bir köşesinde kafes içinde 300 yıllık bir bonsai sergilenmekte. Çıkışa yaklaşanları -gezi boyunca hemen her yerde olduğu gibi- tabaklar içine basılmış katılımcı resimlerinin sergilendiği, satıldığı masalarda satış yapanlar uğurlar.
 
15:30'daki timsah gösterisi** için bir miktar daha yol kat edip çiftliğe varan grup, açık havada da olsa vantilatörlerin çalıştığı, su dolu çukurluklarında irili ufaklı 10-15 timsahın uyukladığı, engebeli zeminli havuzdan, telle ayrılmış sıralara oturur. Kırmızı giysili genç önce timsahları sonra izleyiciyi selamlar sonra sular saçarak, kuyruklarından sürüyerek uyandırmaya/kızdırmaya çalıştığı timsahlarla, en sonunda ağızlarına başını, dirseğe dek kolunu soktuğu bir dizi gösteri yapar.
 
Daha sonra katılımcılar, kucaklarına aldıkları 5 aylık bebek kaplanı biberonla beslerken ve 6 yaşındaki muhteşem güzellikteki -boynundan yere bağlı yarım m.yi aşmayan zincirle hareketleri çok sınırlı- Bengal Kaplanını da yanında poz vererek fotoğraflarlar. Her ikisi de, -bir ihtimal yaşamdaki en büyük korkusu özgürlüğünü yitirmek olan- "abla" tarafından gözyaşlarıyla izlenir.
 
Bir taraçadan, sopalara bağlı uzun iplerin ucundaki tavuklarla, yaklaşık 3 m. aşağıda, suda tembel tembel gezinirken yeme doğru aniden fırlayan timsahları besleyen grubun daha sonra gezdiği, devekuşu, zebra, papağan, pelikan, deve, at... barındıran tropik hayvanat bahçesi, yeşile yakışan güzel göletiyle zengin ve bakımlı. 
 
Pattaya'ya dönen grup bir AVM'nin deniz tarafındaki kapısında 18:55'te buluşma kararı ardından dağılır. Katılımcıların karşılıklı iki sıraya dizildikleri, sürücüsü kadın, tuk tuk turu -10 Baht- sonrası buluşma noktasında, kahve için a la Turca isimli lokantaya girilir. Temiz yüzlü Urfalı genç soruları, sabırla, saygıyla yanıtlar: "İşler, 2.5 yıldır Allah şükür..." der; ağabeyleri önce Malezya'ya gitmiş, sonra burayı açmışlar, anneleri komşularını özlüyormuş, yanlarında çalışan garson kız ise Tibetliymiş. (Ezogelin 95, Kuru 150, Beyti kebap 295 Baht...)
 
Akşam yemeği -yarım daire masalı bir tür ocakbaşı, Teppen-yaki- Japon Lokantasında: Başında külahı, önünde önlüğü sevimli genç, kızgın metal masada tavuk etini doğrarken, yerde, ayağı altındaki plastik oyuncak tavuk canhıraş feryatlarla eşlik eder. Kalp şekline soktuğu yumurtalı pirinç yığını, altındaki mala marifetiyle bir kalp gibi pıt, pıt atar. Ketçap şişesinden ortancanın giysisine fışkıran kırmızı kadife kurdele çok inandırıcıdır. Ertesi gün Singapur'a geçileceği için Baht'larını tüketmiş "abla"-ortanca kardeşler, yörenin ünlü birası Singha (190 Baht) için rehbere borçlanırlar.
 
 
 
*Million Years Stone Park görselleri:
 
Bonsai görselleri:
 
**Crocodile Farm görselleri:
 
a la Turca görselleri:

19 Eylül 2013 Perşembe

Beşinci gün "abla" dörtlüsü Bangkok'ta, Yüzen Çarşı'yı görür, kanal gezisi yapar.

16 Temmuz 2013 Salı sabahı kahvaltı sonrası, acentenin ekstra turuna katılan ufak grup arabada yerini alır; yeşil içinde yoksul evler, tepeden sallanan teller, meyve sebze konserve fabrikaları, tuz havuzları arasında 1.5 saat yol alarak güne başlar.
 
Rehber "1239, ilk krallık kuzeyde..." diyerek ülkenin tarihini anlatmaya girişir; klimanın saldırısından korunmak niyetiyle şalına sarınınca içi geçen, ortancanın muzip bir fotoğrafla belgelediği "abla", katılımcıların çoğu gibi yolun sonunda uyanır: "...2000'lere dek hiç biri görev süresini tamamlayamayan başbakanlar... 2006'da %85'le seçildiği halde telekomu satıp parayı cebine atan, kaçtığı İngiltere'de futbol takımı satın aldığı düşünülen başbakanın kız kardeşi, şimdi koalisyon iktidarına başbakan." İnmeden sözlerini bağlar: "Kralın oğlu sevilmiyor, kaçak başbakan bu role soyunmakta."
 
İlk durak, Siyam ikizlerinin doğduğu Samut Songkram kasabası yakınında bir Hindistan Cevizi çiftliği: Meyve yüklü ağaçlar altında şeker üretilen kazanlardan yayılan dumanla puslu tezgâhlarda, Hindistan Cevizinin yağıyla, sütüyle üretilmiş bakım ürünleri, kabuğun da kullanıldığı hediyelik eşyalar, herkese hitap etmekte. Arkadaki geniş orkide bahçesi ise meraklısı için bir cennet!
 
Grup, nemin sarmaladığı muz bahçeleri arasından 10 dakikada, kendilerini Yüzen Çarşı'ya ulaştıracak kanal yolculuğu için iskeleye ulaşır. Yerdeki sıralara toplam beşer kişinin ayaklarını uzatarak oturduğu motorlu tenteli Thai stili tekneler, dümenlerinde kadınlar, birbiri ardı sıra Yüzer Çarşı'ya doğru 20 dakika sürecek yolculuğa başlar. Yoğun nemle coşmuş bitki örtüsünün hemen dibindeki koyu yeşil suyu yararak, karşıdan gelene yol verme dışında hız kesmeden yapılan yolculuk, -onca yeşillik yeterli değilmiş gibi- saksılarla dolu, suya bir kaç basamakla inilen, önlerine kayıklar bağlı, korkuluklarına çamaşırlar serili  verandalarıyla, tek tük zengin -genellikle dini amaçlı-, çoğunlukla yoksul, ahşapla tenekeden mamul evler kanallar boyunca sürer.
 
"Yüzen Çarşı iskelesinde para bozdurmak isteyenler için ayaklı bankalar var" diyen rehber sözlerini bitirmeden yanlarına gelen ufak tefek gözlüklü bir kadın "abla"nın arkadaşının parasını hızlıca bozar. Su üzerindeki iskeleden yürüyerek pazarın kurulduğu bölüme geçen grubu bir şenlik karşılar. İki yanından merdivenle inilen kanallar, içleri her türden malla, bazıları teknede pişirdiği yiyecekleri satmakta teknelerle dolu. Pazarı gezdikten sonra bir köşede uzun, kalın, şık desenli yılanları bedenlerine sarıp çığlıklar atarak poz veren genç kızları geçip bir şeyler içmeye giden dörtlü önce, annesi giysiler satan şirin bebeği sever fotoğraflar, ardından buluşma noktasına varır.
 
Arkadaşı ile ortanca fotoğraf için kayboldukları sıra, "abla" ile kuzenin yanına gelen -az önce para bozan ayaklı banka- gözlüklü kadın bu defa önce, torbasından çıkardığı, düzgün büyük harflerle Türkçe kullanım bilgisi yazılı kartonu, okuyabilecekleri biçimde tutar, tane tane de okur. Satmakta olduğu küçük kavanozlardaki merhem baş ağrısı başta, her türlü ağrı, üst solunum yolları enfeksiyonu gibi türlü derde devadır. Yan gözle sunumu izleyen "abla" ile kuzen nem bezgini, gezi yorgunu klasik turist tavrıyla "hayır" der, teşekkür ederler. Hiç oralı olmayan, sonradan rehberden, adının Chaon olduğunu, her dili biraz konuştuğunu öğrendikleri becerikli kadın, gayet anlaşılabilir Türkçe ile "kefenin cebi yok!" demesin mi? Daha, ikisi uçakla, epey yol tepecek "abla" ile kuzeni apışır kalır! Ardından, üçlü paket için -pazarlıksız!- 100'er baht ödedikleri Chaon üşenmez, defterinden popüler bir Fransızca parça söyler; yetinmez, güçlü parmaklarıyla ikisinin omuz ve boyunlarına bir de Thai masajı yapar. Gezdiği yerlerde tanımaya bayıldığı "özel bir insan" daha, böylelikle "abla"nın anı arşivine kaydolur.
 
Yüzen Çarşı öğle saatlerinde kapanırken yola çıkılır, Jacques ayaklanır; elindeki torbalar dolusu tropik meyveyi katılımcılara, tanıtarak dağıtmakta. Yumuşak dikenli kabuğu içinden beyaz şeffaf tatlı bir meyve çıkan, Rambutan; kahverengi sert kabuklu patatese benzeyen jelimsi tatlı meyve Longan; dibi hurma benzeri yapraklı, bordo sert kalın kabuklu, meyvesi sarımsak görünüşlü Mangosteam; greyfurta benzer kalın kabuklu lifli Pomelo, muz... Meyve fanatiği "abla" için dört dörtlük bir ziyafet.
 
Araba Teak Ağacı oyma atölyesi girişinde durur: Rehberin, alışveriş edilirse Türkiye'ye de yollanabileceği bilgisi verdiği ağırlıklı, gösterişli mobilyalar dışında koca tek parçadan -bir ustanın gösterisiyle- katman katman oyularak yapılan derinlikli panolar hayranlıkla izlenir. Orijinale yakın boyutlu teak ağacı fil ve Buda heykelleri yanında bol bol poz verilir.
 
Dönüş yolunda mola sırasında "abla" tarafından, kabak tatlısı ile -Küba'da tadılmış- şeker kamışı suyu arasında lezzetiyle Palm Juice ile, Demirhindi şerbetinin yapıldığı tamarind'in acı soslu kayısılı çerez versiyonu denenir.
 
Bir saatlik yolculukla Bangkok'a dönen grup -"abla"nın aşağıya 50'lerden bir çekimi koyduğu- Chao Phraya Kanalı gezisine katılır. "Kraliyet Nehri anlamında nehir Tayland Körfezi'ne doğru gidiyor" diye anlatır rehber, "Kuzeyden limana mavnalarla tuz, kum, kömür, pirinç vs. tarım ürünleri taşır. Nehir eski ve yeni Bangkok'u ayırır." Saat kulesine benzeyen şık minaresiyle bir cami yanında Katolik kilisesi, askeriyenin binalarını, su akışını kontrol eden kapaklarıyla -"abla"nın Nil ve Volga üzerinde gördüklerine benzer- havuzlar... Rehber kontrol edilmediğinde evleri suların bastığını, insanların masalar üzerinde oturduklarını gördüğünü söyler.
 
Daha dar bir kanala sapan tekne birbirine dayanmış, kazıklar üzerinde, cepheleri kurumakta giysi askılarıyla dolu evler önünden geçer; kıyıda taşla aynı renkte minyatür timsah görünüşlü bir hayvan, yıkananlar, çamaşır yıkayanlar, eflatun boyalı bakımlı bir okul, büyükbaba çatı onarırken annenin verandayı süpürdüğü bir ev... Wat Intharam (Tapınağı) önünde duraklayan teknenin çevresi boyu yarım metreye ulaşan balıklarla çevrilir; rehber, "kutsaldırlar, avlanmaları yasaktır, şans getirirler, turistler rahipler besler" diye anlatırken Jacques'ın dağıttığı ekmek parçaları grup tarafından suya atılır. Az ötede iki delikanlı oltayla balık avlamakta. Bir tabut deposu, bir dükkan, Wat Khan Chan bahçesinde kanala arkasını dönmüş fillerin sırtında oturmakta Buda heykeli, meyve yüklü ağaçlar arasında yüzü kanala dönük uzanmış bir başka Buda, oltalı bir grup genç daha, sırlı tırabzanlarıyla şık evler...
 
Yılan çiftliğinin küçük iskelesinde inen grubu ürkütücü bir gösteri beklemekte: Çevresinde sıralar bulunan üstü örtülü -ışıkları grubun girmesiyle yakılan- sahnedeki genç, kolunda, tıslayarak saldıran kızgın kobrayla, izleyicilere döner "selamünaleyküm!" der; bir bardağı ısırtıp yılanın zehrini sağar, sonra da isteyenlere hayvanın başını okşatır. Bir başka yılan, kuyruğu dürtüklenince 1 m. kadar sıçramakta. En zehirlilerinden sarı çizgili siyah bir piton saldırarak uzatılan balonu dişleriyle patlatır. Çuvalda sırasını bekleyen -20 kg olduğu söylenen- desenli uzun yılan iki kişi tarafından tutulur, isteyenlerin bedenine sarılarak fotoğraflanır. Bahşiş faslı sonrası iguana, geyik, timsah, siyah Asya ayısı, soft shell kaplumbağa görülür, maymunlar muzla beslenir.
 
Grubu bekleyen tekne hafif yağmurda yeniden yola çıkar: Suya uzanan begonvilli yaseminli bakımlı bahçeler içinde şık evler, adım başı çok süslü tapınaklar, kanal başında sokak levhası gibi kanalın adını belirten bir ok, bir tekne imalat onarım atölyesi, sokak arasında sudan yarım metre yukarıda çok tuhaf görünen taksi, suya inen merdivende genç rahip adayı, sağdan soldan geçen 20-25 kişilik uzun tekneler...
 
Dar kanaldan çıkıldığı noktada nehrin bir yanını geniş panoramasıyla kaplayan görkemli yapı için "Bangkok'un en önemli üçüncü büyük tapınağı Wat Arun, Şafak Tapınağı" der rehber, "1782'de inşa edilmiş, fil başları Hint etkisini gösterir, Budist rahip eğitimi yapılır."
 
Kanal gezisi, ağırlıklı ipek satışı yapılan River City önünde sona erer. Uzun gün, bir Çin lokantasında grubun, üç ayrı Thai yemeği -"abla"nın seçimi bol zencefilli, altı sürekli yanan bir çanakla servis edilen lezzetli ama acı bir tür çorba- tatmasıyla sona erer.
 
 
Yüzen Çarşı görselleri:
 
Teak Ağacı görselleri:
 
Chao Phraya River 1950's
 
Wat Arun görselleri:

15 Eylül 2013 Pazar

Gezinin dördüncü günü, "abla" grubu ile katılımcılar Tayland'ın başkenti Bangkok'a geçer.

15 Temmuz 2013 Pazartesi sabaha karşı 03:45'te uyandırılan grup, kahvaltılarını kumanya olarak alıp yola çıkmaya hazırlanırken buluşan dörtlüden, tek başına kalan kuzen uykusuzdur; gece oğlundan "Taywan'da Çinli turistler kasırgadan etkilenmiş, ölenler olmuş, siz iyi misiniz?" içerikli, kaygılı bir mesaj alır, uykusu kaçar, sabaha dek TV'de hava durumu, haber izler.
 
05:00'ta havaalanına yola çıkan otobüste rehber "Güneybatıya doğru yol alacağız" der, "Bangkok'ta ısı 30-32 derece, nem muhtemelen daha düşük olacaktır. Muson dönemi tabii, ufak tefek türbülans alabiliriz, normaldir."
 
Thai Havayolları'nın konukseverliği, sloganı gibi "ipek kadar yumuşak"; kırmızıya ve maviye çalan mor giysili güzel genç kızlar ve delikanlılar, önceden sorup öğrendikleri "moslim meal" etiketli yiyecekleri büyük zarafetle ikram ederler. Bagajların kaç numaralı banttan alınacağı bilgisi de verilen iki buçuk saatlik uçuş, Dünyanın en büyük havaalanlarından biri olan Suvarnabhumi Havaalanı'na ipek yumuşaklığında konmayla sonlanır. İlk iş saatler 1 saat geri alınır.
 
Bagajlar otobüse yerleşirken kapıda bekleyen, başında tacı uzun ışıltılı elbiseli genç güzel bir kız, binenlerin boynuna, geniş bir rafya bandın iki ucuna iliştirilmiş orkideler takar. Yine sürücüsü sağda otobüste, boylu poslu, ciddi ifadeli yerel rehber Jacques "merhaba" der, bu dildeki karşılığı erkek veya kadın tarafından söylenilişine göre değişirmiş: "Sawadika / Sawadikap"
 
Şehir turunu da kapsayan program yoğundur, grup yola koyulur: Rehber "Tayland'ın başkenti Bangkok'tayız, üç gece burada kalacağız" diyerek söze girer. "Ataları Güney Çin'den göç etmekle birlikte tenleri koyudur. Geçmişleri 1300'lere dek iner. İsmi zeytin diyarı anlamına gelen Bank ve Mekok sözcüklerinden türemiştir. 514.000 km2'de 65 milyon nüfus yaşar, Bangkok'ta 14 milyon kanallarda yaşam sürer. Doğu'nun Venedik'i derler, Melekler Şehri diye de anılır, Dünyanın görülmesi gereken kentleri arasında 5. sıradadır. Gelenekçi Budist'lerin kalesidir. Çocukların başı kutsaldır okşanmaz, ayakla işaret hoş karşılanmaz... Meşruti monarşiyle idare edilir, Budizm'in temsilcisi krala saygı beklenir, şimdiki 9. Rama -ortak isimdir- Chakri Hanedanı üyesi ve 1927 doğumludur, 1946'dan beri tahtta... Her şeyin başı namo yani saygıdır. Avuç içlerini birleştirip, çene altına yaklaştırarak selam, sempatiyle karşılanır... Zengin çok zengin, fakir çok fakir ama kargaşa yok, reenkarnasyona inandıklarından; daha sonra tersini deneyimleyeceği için (hımmmm diye düşünür "abla", Hindistan'daki gibi)... %90'dan fazlası Budist, 10 yıl önce Müslümanlar %2 iken şimdilerde %5 olduğu söyleniyor. Thai özgürlük demektir... Bengal Körfezi, Andaman Denizi ve Güney Çin Denizi ile çevrili Hindiçin Yarımadası üzerindeyiz. Sınır komşuları Laos, Vietnam, Malezya ve en genişi Burma..."
 
Grup, para değişimi sırasında, her birinde 9. Rama'nın resmi bulunan Tayland parası Baht ile tanışır; 1 Euro=40 Baht, 1 USD=30 Baht civarı, 100 Baht 6 TL.
 
Altın Buda heykelini barındıran Wat Traimit: "MÖ 543 Buda'nın doğum tarihi, Budist'lere göre 2556 yılındayız" der rehber, "4.5 ton altından yapılma Buda heykelini, Burma ile savaşlar sırasında saklamak için sıvamışlar, daha sonra düştüğünde sıva dökülmüş... Çıplak ayakla gireceğiz, sırtımızı dönmeden geri geri çıkacağız... Adak, dilek çok popüler, yoksulluğa karşın çok para harcanır, mesela rahibe sunulan cübbeler daha sonra defalarca yeniden satılır." Ayakkabılar cami girişlerindeki gibi raflara sıralanır, şort için ise şalların bele sarılması önerilir.
 
"Abla" çıkışta gözüne ilişen, binalar üzerindeki çatıları ışıltıyla örten oksit sarı, yeşil, turuncu sırlı kiremitlere bayılır.
 
Grup sıkışık trafikte bir sonraki ziyaret noktasına ulaşmaya çalışırken rehber devam eder: "Buda'lar Budizm'in evrelerini sembolize eden pek çok şekilde, -ayakta, otururken, uzanmış gibi gibi- tasvir edilmiş, rahiplik eğitimi çocukken başlıyor, sadece erkekler rahip olabiliyor. Musonlar sırasında, serin mevsimde barınma amacıyla buralara gelen rahiplerin sayısı artar, halk tarafından beslenirler... Kralın nehri anlamında Chao Phraya Nehri ve kanalları Tayland Körfezi'ne akar, taşımacılıkta ve ulaşımda kullanılır."
 
Çiçek Pazarı'ndan geçerken üç tekerlekli yaygın ulaşım aracı tuk tuk'lara dikkat çeken rehber, "Buradakiler" der, "sizi istediğiniz yere değil kendi istedikleri yere götürürler, bir bakarsınız üzerinize giysi deniyorsunuz."
 
Grup Wat Po'yu ziyarete hazırlanırken rehber "Budizm'in son dönemini sembolize eden uzanmış Buda'nın bulunduğu tapınak, iki yıllık eğitimle masaj sertifikası verilen bir masaj okulu da barındırıyor, bizdeki külliye gibi..." Lotus dolu kovalar, kaybolup bulunmuş eşyanın sergilendiği camekan, her yerde yankesici uyarısı taşıyan ikonlar... Ayakkabılarını torbalara koyup yanına alan grup kalabalıkla birlikte, boylu boyunca uzanmış -tabanları bedende karşılık geldiği organı anlatan yazılarla dolu- Buda'yı tavaf eder. Sırtı boyunca loş duvar dibine dizili çok sayıda çanak, dilek paralarıyla şıngırdamakta...
 
Bakımlı, çiçekli bahçede yer alan irili ufaklı stupalar devlet büyüklerinin küllerinin konduğu mezarlar. En büyükleri -18. yy- ilk dört Rama'ya ait. Bir başka bağımsız bölümde her yan masaj tekniklerini gösteren yazı ve çizimlerle dolu. Bazı bölümler ise sadece rahiplerin ibadetine açık.
 
Şehir turu rehberin anlatımıyla devam eder: "Tapınağın karşısındaki eski saray, bir dönem parlamento, kralın ikametgahı olarak kullanılmış, şimdilerde müze, içeride Zümrüt Buda var." Önlüklü bir grup okul çocuğu yanından geçerken "...askerlik 1.5 yıl, eğitim zorunlu ve 9 yıl..." 5. Rama'nın asker üniformalı heykeli önünden geçerken "Kral ve Ben filmi, köleliği kaldıran, soyadı kullanımı yasalaştıran 5. Rama'nın öyküsünü anlatır... Kırmızı mavi beyaz Tayland bayrağı, yanındaki sarı bayrak, kralın doğum gününün rengi sarı olduğundan kralı temsil eder. 9. Rama'nın eşi hanedandan, 9. Rama tek eşliliği nedeniyle halk tarafından seviliyor." Meşruti monarşi anıtı önünden geçerken "1935'ten bu yana yönetimde başbakan var" Yeşil sırlı kiremitli Birleşmiş Milletler Binası, kullanılmayan ikinci parlamento binası, kanalların çevrelediği Kraliyet Sarayı, -kapısından bir Ferrari'nin girdiği- Dış İşleri Bakanlığı... Trafik keşmekeşinde pembe taksiler, tuk tuk'lar, takım elbiseli müşterisi arkasında fosforlu yelekli sürücüsü ile motosiklet taksi, kaldırımda elinde damacana büyüklüğünde bir sefer tası ile turuncular içinde bir rahip.
 
Otele varılır; gruptan isteyenler, 3:20'de Thai Masajı için yeniden yola çıkar: Her katı bu iş için düzenlenmiş, -yere serili tertemiz ot şiltelerin bulunduğu bölümler perdelerle ayrılmış- binaya varılır. "Abla" ile ortanca, güler yüzlü kızların kendilerine verdiği, ham kumaştan yerel pantolon ile üstlüğü, iç çamaşırları üzerine geçirir, kendilerini, işlerinin -sertifikalı- uzmanı kızların ellerine bırakırlar. Yumuşacık hareketlerle ortalama 2 saat süren -700-900 Baht- masajın az kısmını izleyebilen "abla" ile ortanca kız kardeşi, kendilerinden çok önce bölgeye gelip keşfetmiş küçük kız kardeşlerinin Thai masajı yaptırmadan dönmeyin demesine hak verirler.
 
Akşam yemeği değişik bir deneyim olur: Sea Food Market, "yüzüyorsa bizde var" sloganıyla devasa deniz ürünleri marketi, "abla"nın bazısını tanımadığı nice nebat ile dolu devasa manav ve -alışverişi kısa sürede istenilen biçimde servis edebilecek kapasitede- yine devasa bir mutfaktan oluşmakta. Rehberin "balıklar canlıdır, kabuklular ucuzdur" tüyosunu kulak ardı ederek alçak gönüllü bir mönü düzenleyen dört kadın kasaya ödeme yapar. Nasıl hazırlanmasını istediklerini anlattıkları garson çok geçmeden sarımsaklı ekmek, salata ve bir kaç deniz ürününden oluşan yemeklerini servis eder.
 
Yemekten sonra Pakpong Gece Pazarı'na giden gruptan "abla", gece, trafiğe kapatılan bir caddeye tıklım tıkış tezgâhlarda satılanları, taklit ürünleri görünce kendisini bir an -gediklisi olduğu- Tahtakale'de hisseder. Yağmuru kesen tentelerin belli yerlerine eklenmiş aynı malzemeden su tahliye boruları yanı başındaki tezgâhlar, -malların daha kalitelisini soran müşterinin yönlendirildiği- dükkanlar önü sıra uzanmakta. Pazarlık konusunda rehber "almayacaksanız hiç bulaşmayın" diye akıl verir, "1000 derse siz 200 deyin, maksimum 250'ye alırsınız, arkanızı dönün gidin o gelecektir... Bira şu kadar deyip sizi barlara çekmeye çalışırlar 10 katı hesap gelir, Show* bedeli."
 
"Abla" dörtlüsünün alışveriş niyeti yok; girişlerinde iç çamaşırlı genç kızların metal borular çevresinde dans ettikleri barlara da ilgileri yok. Biraz yürür saygıyla buyur edildikleri bir otel girişinde oturur, buluşma saatine dek oyalanırlar.
 
 *Sözü edilen Show, "abla"nın izleyen eş dosttan duyduğuna göre, sahnede cinsel ilişki, vajina ile sigara içme, içeriden metrelerce zincir çıkarma türü performans içermekte, meraklısına...
 
 
 
Bangkok görselleri
Sea Food Market görselleri
 

13 Eylül 2013 Cuma

"Abla" dörtlüsü üçüncü gün, eski Portekiz sömürgesi Macau Adası'na gider.

14 Temmuz 2013 Pazar sabahı, Wan tarafından neşeyle "good luck!" dilekleriyle uğurlandıktan sonra, deniz otobüsü görünümlü tekneye pasaport kontrolüyle alınan az sayıda katılımcı ile "abla" grubu, bir saatlik yola koyulur; ilk iş yine giriş için, bir adet form doldurmak. Hava kapalı, ısı 30 derece, nem %78.
 
"Portekiz sömürgesi Macau bir yarımada, karşısındaki Taipa ve Coloane adlı iki ada birleştirilip yarımadaya eklenmiş" diye anlatır rehber, "Cizvitler 1550'lerde burada bir misyonerlik üssü kuruyorlar. 1887'de yönetimi Portekizlilere bırakan Çin burayı 1999'da geri alıyor. Formula 3 yarışları yapılır, küçük sanayi, eğlence, turizm, kumar ile geçinirler. %95'i Budist 500.000 kişi yaşar."
 
Katılımcılar, gökdelenlerle Portekiz yapılarını bir arada gören kalenin, çepeçevre toplarla süslü taraçasında rehbere kulak verirler: "Yüksek yapılar rüzgârı keser, insanlar yüksek binaların korumasında olmaktan hoşlanırlar. Altı şirket kumarhaneler yapmaya başladığında -altın ışıklar saçarak parlayan otel-kumarhaneyi gösterip- Stanley Ho, Grand Lisboa otelini yaparak sempati kazanmış" Macau'nun, el uzatılsa değecek yakınlıkta üç sınır komşusunun da fotoğraflandığı mola sonrası grup yeniden yola koyulur.
 
1560 tarihli St. Paul Kilisesi: Geçirdiği üç yangının sonuncusu (1830) ardından yenilenmeyip -kırk yıl önce "abla"ya, okumaya geldiği İstanbul'un sonu gibi gelen Mecidiyeköy'e bir durak kala, Taşıtlar Dairesi durağını uzun süre işgal eden bina cephesini hatırlatan- ön cephesiyle bir tür anıta dönüşmüş kilise, arkadaki ufak tapınak ile, geçmişte uyum içinde yaşanıldığının kanıtı. Geniş merdivenlerdeki fotoğraf faslı sonrası, Senato Caddesi boyunca yol alırken rastlanılan ve coşkuyla selamlaşılan Maraş Dondurmacısı'nı geçen grup, tümüyle Portekiz etkisinde, şırıl şırıl tertemiz, serin havuzlu Senato Meydanı'na varır. Zamanında mahkeme, hapishane işlevi görmüş, görmüş geçirmiş binalardan biri Santa Casa, şimdilerde yoksullara yardım amacıyla kullanılmakta. Ahalinin ağaçların gölgesine sığınıp soluklandığı parkın, dalga dalga açıklı koyulu parke taş zemini, yer yer madalyonlar içinde önemli binaların resimleriyle işli.
 
Çevresi gökdelenlerle çevrili minik bir alanda, buralara ilk ayak basan Portekizli Jorge Alvarez'in heykelini geçen grup öğle yemeği için arabalarına yönelirler.
 
Otobüsle yol alınırken gözlenenler: Bungee jumping yapılan, 338 m.lik  Macau Kulesi; Portekizlilerin hediyesi, kucağında küçük bir köpekle lotus üzerinde altın renkli zarif kadın heykeli; tepede alçakgönüllü bir Katolik Kilisesi; koyağa yüksekten bakan pembe boyalı vali konağı, yanı başında Portekiz tarzı verandalı binada Portekiz Elçiliği...
 
Rehber, Ocak ve Şubat'ın serin mevsim olduğunu söylerken grup, denizcilerin, balıkçıların koruyucusu Budist A-Ma Tapınağı'na ulaşır. Üç ayrı bölümü zaman içinde büyütülen tapınağın hemen her bölümünün tavanından, isimlerini yazdıkları kocalarının denizden sağ salim dönmesi için, balıkçı karılarının tutuşturduğu, uzun süre dayanan konik formlu spiral tütsüler salınmakta. Sedef kakma bağış kutuları önüne dizili, yassı dilek/fal çubukları dolu teneke kutular dua ederken ritmik biçimde sallanır, içinden fırlayan çubuktaki yazı, kişinin o günkü falı olur. İçindeki suya para atılmış dilek çanakları, bir yanda asılı büyük bir gonk; "abla"nın kuzeni, önündekileri gözler ve onlar gibi, merkezindeki ellenmekten parlamış yarım küreyi ovalar, sonra kumaş kaplı bir tokmakla vurarak duru bir tonlama yaratır. Ağırlıklı altın varak ve kırmızı, çiçek resimleri ile yazıların cephelerini süslediği bir çok fotoğraf noktasını değerlendiren grup tapınaktaki geziyi tamamlar, arabaya yönelir.
 
Portekiz ile Çinlilerin uyumunu anlatan granit anıt geride kalır, asma köprüyle Taipa Adası'na geçilir. Bir yanda hipodrom, karşısında oteller ve şaşaalı casinolar, ötesi Çin sınırı. Trafik sıkışık; sürücüsü kulağı cep telefonunda açık spor arabanın yanı sıra motosikletler, taksiler ve otobüsler dolusu kumarhane müşterisi. Yol kenarında ilan panosunda bir kaç çocuk ve bir köpek "Macau'yu temiz tutalım!" demekte.
 
Önüne yanaşılan Venetian Macau, otel, alışveriş merkezi, kumarhane barındıran çok geniş cepheli binalar dizisi. Grup kendileri gibi, -ağırlıklı kumarhane müşterisi- turistlerin düzenli olarak içeri alındığı gösterişli kapıların birinden içeri girer, buluşma saati ve noktası -başka türlü birbirini bulmanın mümkünü yok!- belirlenir, dağılır.
 
Düzenli, kurallı (sigara içmenin cezası 600 HK$), serin değil soğuk iç mekan, kalabalık; "abla" dörtlüsünün çepeçevre balkonlardan gözleyip, ardından yürüyen merdiven başında kontrol edildikten sonra inip gezindiği kumarhane kısmı, göz alıcı avizelerin şıkır şıkır aydınlattığı, kalabalığı, gürültüyü emen dekoruyla akla zarar genişlikte bir yer. "Abla" dörtlüsünün tarafsız gözlemci olarak incelediği mekan az sonra terkedilir; grup bir üst kata, tavanı doğala yakın akşamüstü ışıklı, yukarıdan bakan evlerin otel olarak kullanıldığı Venedik dekorunda alışveriş, kısmına ulaşırlar. Venedik'i ziyaret etmemiş olan "abla"ya karşın dörtlüde, dekorun aslına yakın olduğuna şahitlik edenler vardır.
 
Macau'dan Hong Kong'a dönüşte, deniz otobüsünden inen -Çin'in bir diğer özerk bölgesinden ayrılıyor olmanın gereği, binerken olduğu gibi yine- pasaportlarıyla bankolar önüne dizilen yorgun grup, farkında olmadan form doldurulan bir başka bankoyu kapatır. Durumu gören kadın görevli, kuyruğu bir yerinden kırar ve yeniden düzenler. Bu, katılımcılardan birinin, başına yakın olduğu kuyruğun ucuna düşmesine ve bir öfke krizine kapılmasına neden olur. Gösterdiği sert tepkinin, biraz da, -"bunlar zaten ordu gibi" dediği, bir manga kadar bile etmeyen- "abla" grubu "kadınlarının", önüne geçmesinden kaynaklandığı sezilen bağrış çağrış arasında, "abla"nın arkadaşından gelen, "eee, buyur, sen öne geç!" önerisi, gergin grupta engellenemez bir kahkaha tufanı yaratır. Kahkahalar öyle uzun ve içtendir ki, hakarete uğramış görevlileri bile sarar, olayın olası sonuçlarını yumuşakça örter.
 
"Abla" daha sonra olayı değerlendirirken mizahın, kahkahanın bin yıllardır kanıtlana gelmiş gücü önünde saygıyla eğilir, -ezoteriklerin İndigo devrimi diye adlandırdığı- Gezi Park'ı eylemini hatırlatmadan geçmez.
 
Katılımcıları Hong Kong'da, iki günün ağır sıcağını affettirmek ister gibi, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur karşılar; ertesi sabah çok erken kalkılıp Tayland'a gidileceğinden odalarına çekilip hazırlanan "abla" dörtlüsünün üç üyesi, yıldırımların yardığı geceyi sohbetle uykuya ekler.
 
 
"Abla"nın, gezi programlarının sıkı takipçisi kuzeninden ek:
"Macau Adası'ndaki kule Dünya'nın en yüksek 10. kulesi..."
 
 
Macau Adası görselleri:
 
Venetian görselleri:

10 Eylül 2013 Salı

"Abla" dörtlüsü ile katılımcılar, ikinci gün, Hong Kong'da şehir turu yapar.

13 Temmuz 2013 Cumartesi sabahı, 2 saatte bir dezenfekte edildiği belirtilen asansörle aşağıya inip otobüse yerleşen grup şehir turuna hazırlanır. Denizin altından Hong Kong Adası'na geçilirken rehberin anlattıkları: "Toplam 1100 kilometrekare yüzölçümlü 235 ada 7 milyondan fazla insan barındırmakta; sıkışıklık, gökdelenlere yerleşme ihtiyacı doğurmuş... 1839'da 7500 kişi yaşarken İngiltere ile savaş başlıyor, Çin'in afyon satışını engellemesi üzerine, 1841'de sona eriyor, 1842'de Hong Kong İngilizlere bırakılıyor, ardından da 99 yıllığına İngilizlere kiralanıyor. Adalar ve Hong Kong 1941-45 arası Japon işgali altında kalmış. 1949, 2. Dünya Savaşı ardından Çin tanındıktan sonra ticaret gelişmeye başladı. HK $ önemli, Dünyada 7. sırada... Doğal liman, vergisizlendirme ticaretin gelişmesine yol açtı. Çin malına engel var, Hong Kong malına yok... Hong Kong'da milliyetçilik yok, %95 Çinli, din Budizm."
 
Victoria Tepesi, aşağılardaki limanın girinti çıkıntılarına yayılmış, tepenin sık yemyeşil bitki örtüsü dibinden fışkırmışa benzeyen gökdelenlerin; sıcağın buharlaştırdığı (29 derece-%86 nem) denizden yükselen pusun izin verdiği ölçüde gözlenebildiği panoramik manzara sunan, yüksek ağaçlarla gölgeli, çiçekli, bakımlı taraçalardan oluşmakta. Ortanca ile "abla"nın izlenimi, manzaranın, Rio ile benzerliği...
 
Katılımcıların bindiği otobüs orman içinden kıvrıla döne inerken yol boyunca bir kaç kez "abla"nın gözüne ilişen; yol kenarında, kakasını yapan köpek piktogramıyla belirtilmiş köpek hacet noktaları.
 
Repulse Bay Plajı, yuvarlak parlak kırmızı süslü kapısı sağlı sollu, -pençesi altında yavrusuyla- dişi ve -pençesi altındaki Dünya/topla- erkek iki aslan tarafından korunan minik bir tapınakla girilen; deve, aslan, fil figürleri, grupların dizilip fotoğraf çektirdikleri uzun yaşam-şans kapısı, köprüsü, önlerini meyve, çiçek, inci boncuk, tütsü ve boyaların süslediği çok sayıda -biri yüzüne sürülen paralardan parlamış yüzüyle siyah- Buda ile dinî sembolleri barındıran bir park. Denizin yumuşacık yaladığı merdivenlerin ötesi, fonunda gökdelenlerin dizildiği göz alabildiğine genişlikte bir plaj.
 
Aberdeen Balıkçı Barınağı, %30 nüfus barındıran bot evlerin de bulunduğu, su üzerinde bir balıkçı kasabası. "Hong Kong'da su temizliğine göre dört gruba ayrılır" diye anlatır rehber, "burası en kirli bölge, insanlar teknelerde hayvanlarıyla birlikte yaşıyorlar."
 
Bir kadın kaptanın, tavanı fenerler ve çeşitli süslerle bezeli teknesine sağlı sollu, ağırlıkları gözeterek eşit biçimde yerleştirdiği grup, kokulu bulanık su üzerine yayılmış mahallede attığı tur boyunca ilginç bir yaşama tanık olur. Bir yanda yan yana süper lüks yatlar, tam karşılarında gösterişli geniş bir su üstü restoranı; az ötede koyakta, saksıda çiçekleri, TV antenleri, köpekler, tavukların gezindiği minik güverteler üstünde salınan kurumaya bırakılmış çamaşırlarıyla yoksul ama özgür bot evler.
 
"Abla" dörtlüsü öğleden sonra da Okyanus Parkı gezisine katılır: Rehberin, Muson döneminde birer hafta tatil yaptığını, yılda 5 milyon kişinin ziyaret ettiğini söylediği park, grubun "ah keşke biraz daha uzun sürse..." dediği, kısa ama çok güzel manzaralı yolculukla, teleferikle ulaşılan bir diğer adada. Kalabalık ve ezici sıcakta, panda başta tropik hayvanların uyukladığı hayvanat bahçesi, akvaryum, iri gözlü balık -suda canlıları salınırken- figürlerinin eşya ve kap kacağı süslediği sergi odaları gezilir. Yunus ve fok balıklarının gösterilerini, kule çevresinde dönerek yükselip inen kapalı, serin platformdan gözlenen geniş panorama izler; uzun kuyrukta sabırla bekledikleri sürenin yarısından az sürse de, grup buna değdiği düşüncesindedir.
 
Tayvan'dan yola çıktığı söylenen tayfunun etkisiyle ergimiş akışkan sıcak günün, son aktivitesi serin: Körfez çevresindeki büyük binaların cephelerinde, klasik müzik eşliğinde ışık gösterisi sonunda, teknede akşam yemeği. Müzik ile ışık gösterisinin becerikli bir koreograf elinde muhteşem olabileceğini düşünen "abla", iki kızın şarkı söylediği sahne çevresine dizili masalar ile -aralarında "halal" etiketli bir kaç yemeğin de bulunduğu- zengin, açık büfe arasındaki mesafeye bakıp, memnuniyetle "ne güzel, gidip gelirken yediklerimizi eritmekteyiz" yorumu yapar.
 
"Abla"nın, gezi programlarının sıkı takipçisi kuzeninden iki ek:
Hong Kong Dünya'da en fazla milyarderin olduğu ikinci ülke, birincisi Rusya imiş.
"Hong Kong'daki eğlence merkezinde dikkatimi çekmişti; bir çok kişi ellerinde yarım karpuz, kaşıkla yiyorlar; öyleymiş, ellerinde karpuzla dolaşırlarmış. Bu karpuzlar bizdeki gibi değilmiş, az tatlı ve küçükmüş. Elma lüks ve pahalı bir meyveymiş, özel konuklarına ikram ederlermiş."
 
 
Victoria Tepesi görselleri
 
Repulse Bay görselleri
 
Aberdeen Balıkçı Barınağı görselleri
 
Ocean Park görselleri 

"Abla" grubu bu kez, Hong Kong, Bangkok, Singapur Gezisi için yola düşer.

11 Temmuz 2013 Perşembe gecesi 22:30'da, Atatürk Havalimanı'nda, acentenin buluşma noktasında bir araya gelen "abla" grubu -teyze ile ailenin Evliya Çelebi'si küçük kız kardeş hariç- bu kez ortanca kız kardeş, eski bir arkadaş ve bir de kuzenden oluşmakta. Yıldız Teknik, makine mezunu rehber ile 30 kişiye tamamlanan grup 00:55'te, Asya'nın güney doğusu yönünde 10 saat sürecek yolculuk için havalanır. "Abla"nın, yüksek okul yıllarından arkadaşı solunda, ortanca kardeşi sağında; gözleri, önündeki -yolcusu uyumaya niyetlenince koltuğunu yatırdığından, kucağına kaykılmış- ekranda. Eskilerden biraz Matrix ile Mel Brooks'tan kim bilir kaç kez izledikten sonra halâ gülebildiği Alfred Hitchcock filmleri parodisi High Anxiety (Yükseklik Korkusu) arasında uyuklayarak, THY'nin direkt uçuşuyla, "abla"nın kolundaki saat 11:58'i gösterirken Hong Kong'a varılır. Yerel saat 16:58.

 
12 Temmuz 2013 Cuma; saatler ayarlanır, uçakta doldurulan belgelerin görevlilere sunulduğu giriş işlemleri ardından, bagajlarını alıp klimalı geniş havaalanında otobüslerine giderken, tekerlekli bavulunu bayır aşağı kolayca sürüdüğünü fark ettiği eğimli zemin "abla" için yenidir, pek hoşuna gider. Grubu karşılayan güler yüzlü, kasketli ufak tefek şirin adam, Wan, yerel rehber. Gezi boyunca grubun, umarsızca mücadele ettiği klimanın amansız soğuttuğu, sürücüsü sağda otobüste, trafiğin sağdan aktığına ilaveten ülkeye ilişkin ilk bilgi, 1 şişe su 5 HK $ (Hong Kong Doları). Wan grubu selamlar, kendini tanıtır, yolun 40 dakika süreceğini söyler. Çok katlı binalar arasına sıkışmış yeşillikler içinde yol alırken, acentenin -10 yıllık deneyimli- rehberi, gruba bilgi vermeye başlamadan önce, öncelikle telefon numarasını not ettirir: "Asya'dayız, Türkiye'ye göre Güneydoğu'da, indiğimiz havaalanı Lantau Adası'nda... Çin Halk Cumhuriyeti Hong Kong Özerk Bölgesi 200'den fazla adadan oluşuyor, Hong Kong adını gökdelenlerin olduğu 44 kilometrekarelik küçücük adadan almış... Burası İngiliz etkisinde bir özerk bölge, 1800'lerde Afyon Savaşları sonrası İngilizlerin sömürgeleştirdiği bir yer... Benzer Macau Adası Portekiz etkisinde. Kilometrekare başına 3500 kişi ile nüfus çok yoğun." Altına sağlı sollu çok işlek bir limanın yayıldığı, Lantau Adası'nı Kowloon Yarımadası'na bağlayan asma köprüden geçerken "Liman, Asya'nın ticaretini kontrol ediyor, serbest ticaret dolayısıyla da çok popüler, elektronik üretim yaygın ama imitasyon çok; gezinin son durağı Singapur, malına Dünya garantisi veriyor."

 
Rehberin, izleyen üç günün programı hakkında bilgi vermesinden sonra otele varan, anahtarlarını alıp dağılan grup 20:00'de akşam yemeği için lobide buluşur, önce döviz bozdurur (100 USD= 700 küsur HK $). Sıcak, kalabalık kentte, çok katlı binalar arasında yürüyerek, merdivenlerle ulaştıkları terasta, -aralarında Merhaba isimli bir Türk lokantasının da bulunduğu çeşitli ülke lokantalarından-, bir İtalyan lokantasında karar kılınır; piyasa yapan kentlilerin Cuma akşamı curcunasında -dört arkadaşın yarı yarıya paylaştıkları- iki yemek ikişer tabağa servis edilmiş olarak özenle ikram edilir, zevkle de yenir. 

 
Otele dönüp yatmadan önce kuzenin odasında buluşan dörtlü, birkaç yıl önce 12 Temmuz'da yitirdikleri -kuzenin sevgili babası- enişteyi, kekli, çikolatalı bir minik oturumla anarlar.

“Abla” grubuyla katılımcılar on dördüncü gün Caracas’a, ertesi gün de memlekete dönerler.

30 Ağustos 2012 sabahı, kahvaltıda, tanıdık bir sima; lokma. Sırt çantasını resepsiyona bırakanlarla “abla” grubu, üç tanesinin suyun ortasında durduğu palmiyeli, pembemsi kumu özel, -kumsaldaki cafenin çatı ön-arka üçgeni uçak burnuyla süslü- lagüne, bol fotoğraf çekilen kısa bir yürüyüş yapar. Rastladıkları, minik burunlu ince hatlı yüzleriyle ufak tefek yöre insanı, ona göre o kadar Asyalıdır ki, “abla” Canaima’daki günler boyunca, kendisini Güneydoğu Asya’da hisseder.
 
10:30’da, yürüyerek de ulaşılabilen küçük havaalanından bindikleri pervaneli uçaklarla, şelalelerin uğurladığı grup, toprağın hiç görünmediği, su baskınına uğramış orman manzarasını aşar, öğle saatinde Puerto Ordaz Havaalanı’na konar. Kendilerini Caracas’a götürecek uçak gecikir; bu, gruba lezzetli kurabiye, guava lokumu gibi özel lezzetleri keşfetme olanağı sağlar.
 
Caracas’ta Ludwig’in karşıladığı grup, yükselerek kente giderken 600.000 kişinin yaşadığı, suç oranının %90’lara vardığı -altyapısız gecekondu mahalleleri- Barrio’dan geçer. “Kent, yaklaşık 1000 m ile 700 m arası yükseklikte dağlarla çevrili bir vadide kurulu” der Ludwig, “batıdan girdik, doğuya modern kentin başlangıcına doğru gidiyoruz… Negro Assado tatlı soslu biftek, Arepa denen hamburger, muz kızartması, pirinç, fasulye tipik yemekler…”
 
Ludwig grubun ertesi sabah şehir turu için otelden çıkarken, plaj turisti gibi giyinmemesini, değerli şeylerini üzerinde taşımamasını rica eder. Dışarının zor seçildiği, koruma amaçlı “tented” füme camlı arabada, bu kez Ludwig katılımcılar için bir miktar para bozar.
 
Otelin girişindeki solda sigara içilmez, sağda silahla girilmez tabelaları, gözden kaçacak gibi değil.
 
Akşam yemeğine, birlikte -üstüne elektrikli teller eklenmiş, yukarılara dek çıkan parmaklıklarla sarılı binalar önünden- yürünerek gidilir. İyi niyetli garsonlarla grubun, azıcık İspanyolcaya İngilizce karıştırarak elbirliğiyle, mönüdeki en tanıdık isimlerle düzenlediği, sürahiler dolusu –“abla” grubunun Endülüs gezisi sırasında Sevilla’de tanıyıp bayıldığı- sangria’lı yemeğe, TV’den naklen yayınlanan, haklı iddiasını her zaman sürdüren Venezuela Güzellik Yarışması eşlik eder.
 
Dönüşlerinde camlı kapısını sıkı sıkı kapalı buldukları otelin neşeli kapıcısı gelenleri, hoşgörülü kız yurdu nöbetçisi edasıyla incelemeden bırakmaz.
 
31 Ağustos 2012 sabahı, füme camları ile şoför kısmı, dantelli kırmalı perdeli karanlık, soğuk otobüsle başlanan şehir turu için yola koyulan gruba Ludwig “Şehrin yeni bölümündeyiz” der, La Merced’e gidiyoruz, oradan yükseleceğiz. Nüfusun %71 yerli, %18 beyaz, %9 -kıyılarda- Afrikalı, %1 Hintli… ”
 
Dağın kaymasını engelleyen yüksek duvarlar ardında parmaklıklı, elektrikli telli, özel güvenlikle korunan zengin evleri, golf kulübü… “Tepedeki evler, 300-400 metrekare 1 milyon USD”
 
Taraçadan kentin zengin bölümünü fotoğraflayan grup yola koyulur: “Batıdaki ilk yerleşim 1567, yıkılıp yerine yeni kent yerleştiği için kolonyal bölüm çok az” diye devam eder Ludwig “ayrıca koloni döneminde de burası önemli değilmiş… yeşil alan Botanik Bahçesi…” Cadde üzerinde sıkça, salsa kursu tabelaları; deprem kuşağında olmalarına karşın, vadiye saplanmış çok katlı binalar… “Yoksulluğu rakamla ifade etmek çok zor, Chavez %50’ye indiğini söylüyor ama rakamlarla oynanıyor. Vergi kaçırmak için Barrio’da yaşayan zenginler var… Sermaye medyayı, haber kanallarını kontrol ettiğinden, Chavez çoğunluk dağlarda yaşayan halka, makarna, pirinç paketleri arkasına koydukları mesajlarla ulaşmıştı… Adı, Güzel Dağ anlamına gelen semti geçiyoruz… Metro 47 duraklı… Şehri boydan boya geçen kirli bir nehir var.”
 
Direklerde, 7 Ekim’de yapılacak seçimde Chavez’e rakip olacak 40 yaşlarındaki aday Capriles Radonski posterleri; “Ailesi Polonyalı, Nazilerden kaçmışlar, 90’larda valilik yapmış.” Ludwig’e göre “Şansı yok”. Chavez sonrası olumlu gelişmeler? sorusu, “Eğitime çok yatırım yapıldı, petrolle ilgili imtiyazların geri alınmasının ise olumsuz etkisi oldu, birden zenginleşme tarımda tembelliğe neden oldu, şimdi tahıl ithal ediyorlar, turizme de ilgi yok” yanıtı alır.
 
Grup, çok geniş bir alanı kaplayan dikdörtgen formlu Özgürlük Anıtı’nda durur. 1814-1820 arası tüm savaşların, karşılıklı iki devasa, önlü arkalı kolon üzerinde kabartmalarla anlatıldığı anıt, sağlı sollu dizilmiş, 11 –Miranda, Ribas, Brion, Arismendi, Piar, Bermudez, Marino, Urdaneta, Bolivar, Sucre, Paez- kahramanın heykelleriyle çok etkileyici.
 
Bakımlı çevresi çiçekli, sıra sıra palmiyeli, tertemiz çivit mavisi mozaik zeminli, beyaz bulutlu göğün aynası uzun havuzların aralarında, dört çıplak kadının başı üzerinde yükselmiş fıskiyeli dört küçük havuzla devam eden uzun anıt/park, –karşı kaldırımda yenilenmekte, yerlilerin yaşamı, beyaz adamın gelişi, özgürlüğün kazanılması konulu üç mozaik pano- aslanlarla çevrili yüksek alanda, ardında dikilitaşla, at üzerinde yerli heykeliyle sona erer. Yerli heykelinin durduğu platform, 200 km ötede yapılan son savaş ile barış antlaşmasının imzalanışı konulu kabartmalarla süslü. Ludwig’in palmiyeler üzerinde uçuşan bir çift siyah kuşun ülkenin sembollerinden papağan olduğu açıklaması, “abla” grubunun papağan imajına uymadığından pek itibar görmez.
 
6 milyonluk kentin sıkışık trafiğinde ağır ağır yol alınırken, ülkeden ayrılalı hiç tükenmeyen ikramlara eklenen hurma ile süren turda “abla”nın gördükleri: Canaima konulu güzel duvar resimleri; iki adımda bir, en çok, köşesi beyaz yıldızlı, sarı, lacivert, kırmızı kalplerle, Corazon de mi Partria yazılı, -çok sevdikleri, “abla” ya kalırsa bilincin dönüşümünün en güçlü kanıtlarından safkan yerli başkan- Chavez konulu seçim sloganları; futbol ve beyzbol stadları; turuncu yelekli toto, loto satıcıları… “Reklâm konusunda sınırlama var, eskiden kalma çok büyük panolar kaldırılmış”… Sinagog, ardından görünen Latin Amerika’nın en büyük camilerinden birinin minaresi… Mahogany (abanoz) ağaçları parkı; kentin en yüksek binası; ulusal sanat müzesi; çocuk müzesi; mimarlık müzesi; eski boğa güreşleri arenası, şimdi müze; halk pazarı… Büyük cipler arasından süzülen çok sayıda motosiklet; festivallerde bir kasabanın canlandırdığı şeytanlı, Hıristiyanlık sembollü, maskeli danslı gösteriyi konu eden detaylı duvar resmi; seyyar yiyecek içecek satıcıları… Eğitim Bakanlığı önünde ara sıra yolu kesen lobutlu akrobatlar Chavez için seçim propagandası yapmakta.
 
Kolonyal caddede yürüyerek, tabelasında 24 Julio 1783 yazılı, Bolivar’ın, doğup çocukluğunu geçirdiği büyük kolonyal eve varan grup yüksek tavanlı petek karolu, 1920’de restorasyon görmüş odalarda, duvarlar dolusu, zenci dadısının ellerinde, 13 yaş töreninde, şair öğretmeniyle, iki kez gittiği Madrid’te tanışıp severek evlendiği, 8 ay sonra sarıhummadan ölen karısının yatağı başucunda bekleyişi, 1811’deki büyük depremde “Bu size Tanrı’nın cezası” diyen papaza, “Doğa bile karşı çıksa yolumuzdan dönmeyeceğiz” deyişi, İspanyollarla savaşları… konulu tablolar görülür.
 
Öğretmenleriyle bir anaokulu öğrencilerinin şenlendirdiği evin diğer bölümleri; atların tımar edildiği eğimli orijinal zemin, yalak; bahçede gövdeye yapışık gibi duran pembe orkide, Mayıs Çiçeği; tepeden ulusal banka binasının baktığı, sütunlu kemer ardında -sağlık sembolü- nar bahçesi; köleler bölümü; mutfakta, dolaplarda kap kacak, tahıl ezmeye yaran taş kurna, masa, sandalyeler; yemek odasında Meksika’da üretilen Çin porselenlerinin olduğu camlı dolaplar…
 
“Bolivar tüm servetini bağımsızlık savaşı sırasında harcamış…” Chimborazo savaşının çok kötü gittiği sırada depresyona kapıldığı bir anda, bir melekten ilham alışını anlattığı şiiri resmeden çok etkileyici tablo; şapel; ayrı bölümlerde kadınlar ve erkeklerin odaları; akrabalarının portreleri; evlilik töreni,  “anne babasını da bebekken kaybetmiş Bolivar, eşini kaybedince bir daha evlenmemeye yemin etmiş”; 1498’de Kolomb’un ilk gelişi,  1811’de ilk başkaldırı konulu tablolar. “Caracas o zamanlar, kırmızı kiremitlerin şehri diye anılıyormuş.
 
Bitişikteki bir başka Bolivar Müzesi’nde girişte, boydan boya, ilk meclisin toplanıp bağımsızlık antlaşmasını imzalaması konulu tablo; avluda, ortada havuz, güneş saati, armalı taşlar, balkonlar; içeride 1.62 boyundaki Bolivar’ın giysileri, dört kişinin taşıdığı bir kişilik tahtırevan, top ile savaş alanından siper canlandırması; köleler için kaçışlarını önleme ve işkence aletleri…
 
Kolonyal cadde yürünürken rastlanılan küçük meydanda Rus roketi esinli kırmızı siyah anıt; adım başı Chavez taraftarlarının broşür dağıttığı çadırlar; Plaza Bolivar’a bakan, Bolivar ile karısının birkaç ay yaşadıkları ev… Park girişinde serbest zaman sonrası buluşmak için sözleşen grup, çevreye dağılır. “Abla” grubu, meydan çevresindeki dışişleri, kulesi depremde yıkılan katedral, valilik binalarına göz atar; mimarisi Arjantin ve tango esinli Teatro Principal cephesindeki –baş iskeleti etlendirilerek bilgisayar yardımıyla yapılan gerçeğe en yakın, iki farklı açıdan - Bolivar portreli koca afişleri fotoğraflar.
 
Bol ağaçlı küçük meydanın ortasındaki 1874 tarihli, iki ayak, kuyruk üzerinde duran –Lima’dakinin kopyası- atlı Bolivar heykeline bakarken yanlarına yanaşan, kırmızı bere, yeşil pantolon, postallı görevlinin -Guardia Patrimonial- armalı krem gömleğine işli adı, W. Pacheco. “Abla” grubuna önce granit anıt üzerindeki heykeli, sonra çevredeki önemli binaları tanıtır. Bedava okumasını, İngilizce öğrenmesini sağladığı için minnettar göründüğü Chavez’den coşkuyla söz ederken, meydanda gördüğü akrabalarını -yaşlıca bir hanımla genç oğlu- yakalayıp getirir; nereden olduklarını öğrenince sevgiyle “hoş geldiniz!” dediği “abla “grubuyla tanıştırır. O kısacık zamanda öyle kaynaşırlar ki, küçük kız kardeş grubu fotoğraflarken, iri kıyım genç, çektiği fotoğrafı uzaktaki kız arkadaşına gönderir.
 
İyi dileklerle vedalaşılır, “abla” grubu, görevlinin sözünü ettiği kadınlar manastırını keşfetmek için ara sokağa dalar. Birden duraklarlar; Estambul Kebap tabelası altında, elinde döner bıçağı, başında kepi, gömleğinin sırtında laleli Turkey logosu işli bir adam! Kardeşlerin, “Hayırlı işler, kolay gelsin” diye başlattıkları; Çorumlu Adil (Aydın) Bey’in 3 yıldır burada olduğunu, çağırdıkları yerlere gidip dönerciliği öğrettiğini, evine 8 ayda bir gittiğini, evet, zor olduğunu…, Venezuela’da 100, Caracas’ta 20 Türk bulunduğunu aktardığı sohbet, “…alışveriş ederken dolar falan çıkarmayın, yasak burada” uyarısıyla sona erer. Gurbet elde köylüsüne rastlamışlık sevecenliğiyle ayrılırlarken, Adil Bey arkalarından seslenir “bir şey ikram etseydim?
 
Bir eczaneden su ile merak ederek aldıkları kızarmış muzu çok tuzlu bulan “abla” grubu, meydanda diğerlerine eklenir. Beraberce, Chavez’in çalıştığı, önü kırmızı berelilerce tutulmuş Miraflores Palace önünden geçer, otobüse binerler.
 
Sağlı sollu tepelere serili, alt yapıdan yoksun olduğu için veremin yaygın olduğu Barrio’lar arasında, trafiği sıkışık oto yolda santim santim yol alarak havaalanına ulaşılır. Ludwig ile geziyi birkaç gün daha uzatacak olan, gruptan bir hanım ve rehberiyle vedalaşılır.
 
Görevlilerin, işaretle ayakkabı çıkartarak x-ray’e soktuğu grup, söylenerek, -uzun gece yolculuğuyla İstanbul’a aktarma yapacakları- Madrid’e gidecek uçağa binmeye hazırlanır.
 
1 Eylül 2012 akşamüzeri Yeşilköy Atatürk Havalimanı’a indiklerinde “abla”nın kol saati, -kim bilir hangi coğrafyaya ait- 8:40’ı göstermektedir.
 
 
Venezuela güzellik yarışması haberi
 
Caracas Özgürlük Anıtı
 
Caracas görselleri
 
Plaza Bolivar görselleri
 
Chavez;  Corazon de mi Partria

YouTube - Bu e-postadaki videolar