10 Eylül 2013 Salı

Gezinin yedinci günü Ekvador’dan ayrılan “abla” grubu Kolombiya’nın başkenti Bogota’ya geçer.

23 Ağustos 2012 sabahı, işinin erbabı sevgili Cristian ve istenen her yerde fotoğraf için duran kendilerine epey emeği geçmiş Vincent’ı, neredeyse tüm yeryüzü zenginliklerini barındıran güzel ülkeleri Ekvador’la birlikte geride bırakan grup, “abla”nın uyukladığından farkına varmadığı kalkış ve inişle saat 09:00 civarı, -hava kapalı ve serin, 12 derece- Kolombiya başkenti Bogota’ya varır.
 
Kendilerini, başka bir şoför Vincent’la karşılayan bayan yerel rehber Constanza anlatırken araba yola koyulur: “Bogota 2600 m. rakımlı, 8 milyon nüfuslu. Sivil yönetim var, ekonomisi tarıma dayalı. Kahve, taze çiçek, meyve, pirinç… Yeraltında da petrol ve zümrüt madenleri var. 26. Caddeden merkeze ilerliyoruz…” Yoldan yükseltilmiş duraklardan inilip binilen metrobüs benzeri  “Transmilenio otobüsleri şehir içi ulaşımı sağlıyor ama yetersiz, metroya ihtiyaç var.”
 
“Resmi dil İspanyolca, yerli dili yok. Halk %85 Katolik, %15 karışık, kuzeyde Lübnan kökenli %5-7 Müslüman… Para birimi Peso Colombiano, 1800 Peso, 1 USD… Doğuya doğru ilerliyoruz, büyük oteller, büyük apartmanlar, 35 müzeyle kültürel merkez. AVM’ler daha çok kuzeyde, 10:00 ile en geç 20:00 arası açık, kişisel eşyalara dikkat etmek gerekiyor… TV binası, Gazete Kütüphanesi… Özel üniversiteler devlet üniversitelerinden daha yaygın ama her ikisi de iyi.”
 
Temiz, ferah, yüksek yapıları gizleyen bol ağaçlı kentte yol alınırken Constanza anlatmayı sürdürür: “…mezarlık… kütüphane… 3200 ve 3300 m. yükseklikli iki tepe var, caddeler bu iki tepeye paralel uzanıyor, isimleri yok numaralanmış. Yeni merkezdeyiz. Depremler oluyor ama fazla değil.”
 
Eski kentte, Candelario bölgesindeki otel Casa Deco’ya varıp İtalyan sahibince karşılanan gruptan, anahtarlarını alıp –nihayet!, iki gece kalacakları- yukarı çıkan “abla” ile ortanca, dans eden iki çifti resmeden Botero tablolarındaki kadınların, elbiseleriyle aynı renkte, koyu kırmızı şifon perdeli, yatak örtülü, sade döşenmiş, Monserrate Tepesi manzaralı odalarını pek beğenirler.
 
Yemeğe giderken yürünen, iki yanı düz beyaz duvar gibi görünürken, ahşap kapıların, sürprizler barındıran iç avlulara açıldığı sokaklarda fotoğraf çekip yürüyerek vardıkları 360 numara, el son de los grillo, 1900’lerin başından kalma evden küçük bir lokantaya dönüştürülmüş.
 
Oyuk ahşap nihaleye oturtulmuş yuvarlak dipli çok sıcak metal çorba kâsesindeki, içinde çok iri taneli –koçanıyla- yarım mısır, sebze ve et bulunan, mısır unundan yapılmış geleneksel yemek/çorba Ajiaco, yanındaki tabağa konmuş bir porsiyon haşlanmış pirinç ve yarım avakado ile sunulur. Güzel koku amaçlı okaliptüs dallarının süslediği tuvaletten çıktığında “abla”nın, kızgın bulduğu küçük kız kardeşi, ödeme için yanaştığı çok eski kasa başında rastladığı, Türk olduğumuzu anlayınca, “Suriye kadar kötü durumda değilsiniz değil mi?” diye sorup “karşılaştırılamaz!” yanıtı alan küstah Amerikalı’dan söz eder.
 
Fosforlu renkli önlükle şemsiye altında sattığı yiyecek, içecek yanı sıra min. 200 $ karşılığı, cep telefonuyla ülke içi iletişim sağlayan seyyar hizmet noktaları gibi, boynuna iki adet pos makinesi asılı, sakallı, şapkalı loto satıcısı türünden manzarası eğlenceli sokaklardan yürüyerek Sürücülerin Meryemi El Carmen Kilisesi geçilir. Meydandaki, maaşların azlığı ile eskiliğinden ötürü trafikten çekilen otobüslerin sürücülerinin protesto gösterisi yüzünden sokak başları kesilmiş.
 
Grup, kendilerini Montserrat Tepesi’ne çıkaracak teleferiğe ulaşır. Derinliği ürküntü veren manzara fotoğraflanarak çıkılan bol yüksek ağaçlı tepe, her Pazar, Paskalya gibi özel günlerde, karşısına düşen -İspanya’daki dağdan esinlenilerek- Guadelupe Tepesi ile birlikte, aşağıdan yürüyerek geldiği söylenen hacıların ziyaret ettiği yerlerden… Otelin de olduğu Candelario bölgesi dâhil, kentin %85’inin görüldüğü taraça sonundaki merdivenlerle çıkılan, 1850’de küçük bir şapelken sonradan büyütülüp çevresi modern zevkli bahçelerle düzenlenen kilisenin Meryem’i zenci. 1640 tarihinde başka yerde yapılmış, buraya sonra taşınmış, haçını taşıyarak tepeye tırmanırken 14. basamakta düşen -kanserli bir kadının hastalığı yenince bağışladığı saçının, başını süslediği- İsa’nın yüzünde acılı bir ifade… Duvarlar dolusu, gösterdiğin mucize için şükürler olsun türü ifadeler taşıyan küçük mermer plakalar adak amaçlı, bağış karşılığı.
 
Para atılarak yakılan küçük ampullü elektrikli mum düzeneği, is, binada kirlilik yarattığı için.
 
Kente inmek için kuyruğa giren gruba Constanza, teleferikte, boyu 1 m’den uzun çocukların bilete tabi olduklarını söyler. Arabayla yol alırken rastlanılan yedi kadından oluşmuş heykel grubu, her 50 yılda bir gelişmekte olan şehre eklenerek, hayatın devam ettiğini belirtme amacıyla yapılırmış.
 
Botero Müzesi girişindeki Botero yapıtı, iri, tombul el önünde Constanza’nın anlattıkları: “Doğum yeri Medellin, 80 yaşında ve İtalya’da yaşıyor. Barlarda insanları resmederek başlıyor, 1962’de bir yarışmada 2. oluyor ve 7 bin dolar ödül kazanıyor. Bu parayla gidip Avrupa’da üç yıl yaşıyor. En ünlü tablosu tombul Mona Lisa, Medellin’de buradakinden büyük bir müze var.”
 
Bir metre aşıldığında öten alarmla korunan yumuşak saçlı, ifadesiz yüzlü, düzgün tombul hatlı insanları işleyen Botero yapıtları yanı sıra, arkadaşı, çağdaşı tanınmış –Courbet, Cezanne, Picasso…- ressamların tablolarının olduğu, bir odası İsa’nın çarmıha gerilişini temsilen törenlerde kullanılan zümrüt bezeli saf altın kuşlara ayrılmış müze gezilir.
 
Kentte yeniden yürüyüşe geçen grubun gördükleri: Çocuklara ve gençlere sanat öğreten okul; çocuk öyküleri yazarı Rafael Pombo’nun evi; Buenos Aires’tekinin aynı, biraz ufak 1892 tarihli tiyatro… Palmiyenin ulusal ağaç, orkideninse ulusal çiçek olduğunu söyleyen Constanza’nın rehberliğinde devam edilir: Eski başkanlık sarayı, şimdilerde bakanlık olarak kullanılan San Carlos Palas’ta Simon Bolivar da bir dönem yaşamış; şimdilerde kolonyal müze, Bogota’nın ilk üniversitesi; Bolivar’ın sevgilisi Ekvador doğumlu Manuelita Saenz’in evi; bir Cizvit rahibin 1590’da kurduğu 1650’de yenilenmiş, Bogota’nın en eski kilisesi; 1604 tarihli en eski San Bartolomeo okulu; sokağın diğer ucunda başkanın 4 yıl boyunca yaşayıp çalıştığı başkanlık sarayı; bir yanı Katedral, diğer yanı 101 senatör ile 167 milletvekilini barındıran sütunlu, yapımı 70 yıl süren meclis binası, öteki yanı belediyeyle sarılı, gösteri, eylem, konserlerin yapıldığı meydanın ortasındaki, çok geniş alanla tezat ufakcık Simon Bolivar heykeli grubun içine hiç sinmez. Orijinal tablolarla süslü, oyma ahşap kapıları görkemli Katedral’deki ayine kulak veren grup dönüşte Katedral Caddesi’nde yürürken rastlanılan La Puerta Falsa muhteşem tatlı ve şekerlemelerle dolu vitriniyle ilk fırsatta ziyaret edilecek yer olarak etiketlenir. Son olarak yapımı sırasında çevre mimariye uyumsuzluğu nedeniyle tepki alan, sonraları, çevresini işleviyle etkileyip değiştiren Kültür Merkezi’nde gruptan ayrılmadan Constanza, Kolombiya hamburgeri El Corral’dan söz eder.

Görenin, “Maşallah teyze çok iyisiniz!” derken gözünü kaçırdığı, yüzünün yaralı yarısını güneş gözlüğü ile gizleyen teyze ile yeğenlerin, otelde yenen akşam yemeğinde, biri yaşlı iki garsonun servisini yavaş yavaş yaptığı görkemli yemek/çorba Ajiaco var.
 
Otelin terasından, sabaha dek ışıklı şenlikli çevreyi izleyerek yapılan sohbet, yorgunluk yüzünden kısa sürer. 

Hiç yorum yok: