10 Eylül 2013 Salı

Gezinin altıncı, Ekvador’daki son gün, “abla” grubuyla tüm katılımcıların yüreğini oynatan kazayla başlar.

22 Ağustos 2012 sabahı, Cuenca’da yürüyerek yapılacak şehir turu sonrası Guayaquil’e gidileceğinden, aynı odayı paylaştığı ortanca ile kendi bavulunu kapı önüne çıkarıp kahvaltı için aşağı inmeye hazırlanan “abla”nın yüreği, bir üst katta –lobiye bakan çepeçevre balkona sıralı odalardan birinde- teyzeyle kalan küçük kız kardeşinin çığlığını izleyen gümbürtüyle, yerinden oynar.
 
Koşarak çıktığı katta ilk gördüğü, yerde hareketsiz yatan teyze ve başı çevresinde yavaşça genişleyen kan gölü! Kan görmeye dayanamayan, filmlerin öyle kısımlarını gözlerini kapatarak geçiştiren “abla”, eli ayağı titreyerek kendisini de şaşırtan gayretle bel çantasından çıkardığı anti bakteriyel ıslak mendillerle kanı silip, -kendini dengelemeye çalışan, sizleri aksattım diyerek özür dilediğine bakılırsa bilinci yerinde- teyzenin yarasına ulaşmaya çalışır. Bir yandan derin soluk almasını söylediği teyzenin yüzünü örten kanın nedeni yarasının, gözlük camının kaşın altına attığı birkaç milimlik kesik olduğu anlaşılırken yetişen, gruptan cerrah hanım, durumu kontrol altına alır.
 
Eski yapısının özgünlüğü korunmuş otelin koridorunda, -“abla”ya göre, defalarca talim edilse bundan daha usturuplu düşmek imkânsız- tek basamağı fark etmeyip düşerken yüzünü de çaprazlamasına duvar dibindeki kanepeye çarpan teyzenin yarası bantlanır, tansiyonu ölçülür, yavaşça kaldırılarak ara katlarda küçük molalarla kahvaltı salonuna inilir.
 
Gözler önünde olma isteğiyle lobide dinlenen teyzeye, yolculuğu boyunca pansuman için gerekecek tıbbî malzeme dolu bir kutu veren otel personeline bırakılan telefon numaraları ardından sakinleşen otelden çıkan grup Grand Colombia Caddesi’ni bitirip önünde çiçek satılan küçük meydana dek yürür.
 
Inka dilinde “tatlı” anlamına chola Cuencana denen saçları iki örgülü, kırmızı/siyah uzun etekli, Panama şapkalı geleneksel giysili kadınların çiçek sattığı küçük meydana hâkim cephesiyle Santuario Mariano Kilisesi, İspanyollar zamanında, rahibelerin aileleriyle bile yüzleri örtülü görüştükleri bir manastırmış. Kardeşlerin ilk işi, kapı önünden aldıkları mumları ucuz atlatılmış kaza için teşekkürle kuma dikmek. Rahibelerin, hala ürettikleri şarap, ekmek, marmelât, şekeri satarken kullandıkları pencere benzeri girintide yer alan raflı dönme dolap, beri yandan alçak sesle bir şey söyleyen kadının bıraktığı paraya(?) karşılık, döndürülen dolapla bir paket iletildiğini gözleyen “abla”ya göre işlevini sürdürmekte.
 
Bir köşesi amele pazarı olan San Francisco Meydanı açılmakta olan tezgâhlarla dolu. Kötü şansı uzaklaştıran –bebekler için satılan- nazarlıktan bir tane teyze için alan kardeşlerle grup 2500 m rakımlı, kentin en eski meydanlarından, -İspanyollara karşı zaferi getiren 1832 Pichincha Savaşı kahramanlarından Mariscal Sucre’nin komutanlarından birinin adını taşıyan- Abdon Calderon Meydanı’na varır. Meydanın bir yanını kaplayan 1855 tarihli, üzümlerle süslü yuvarlak pencereli karışık tarzdaki Katedral 1985’te Papa 2. J. Paul tarafından kutsanmış. Vitrayların renkli ışıkları dökülen çok geniş iç mekânda, altarın, Süleyman Tapınağı esinli büklümlü sütunları altın.
 
Meydanın diğer yanına düşen “Kentteki ilk katedral Inka harabelerinden alınan taşlarla yapılmış. 1472’de Inkalar buraya geldiklerinde tumi denilen taş bıçaklarla öyle çok yerli öldürmüşler ki, Tumibamba Nehri bir zaman kıpkırmızı akmış. 1588’de gelen İspanyollar, buranın adını, İspanya’daki Cuenca’dan esinlenerek vermişler.” Dikkatleri yüksek ağaçlarla serin meydanın ortasındaki, farklı görünüşlü 8 uzun çama çeken Cristian, bunların, “Cuenca’yı 1920’de ziyaret eden Şili devlet başkanının hediyesi” olduğunu söyler.
 
Serbest zamanda, tropik meyvelerin dilimli ya da sularının satıldığı tezgâhlarla çevrili çok hareketli küçük meydanın bir kıyısında müze/kilise bahçesinde, sakince arp çalmakta sanatçının kayıtlarından alan “abla” grubu, Cristian’ın sözünü ettiği, 10 Ağustos Meydanı’ndaki zengin halk pazarını keşfetmek üzere sokak aralarına dalarlar.
 
Kız kardeşlerin elleri poşetli insanlar kalabalığını izleyerek ulaştığı, girişinden başlayarak üç beş tezgâhta bir, sırtında haçıyla İsa, Meryem, azizler konulu camekânlarla süslü, birkaç katlı çok geniş hal binasında et, -caanım yerel dokumalar yanında, ilk kez, polar da satan- giysi, kozmetik dükkânları da yer almakta. Annesinin meyve tezgâhının kuytusunda, önünde bir tabak yemekle minik oğlanı fotoğraflayan üçlü, Panama Şapka Fabrikası’na gitmek amacıyla buluşma noktası otele döner; caddedeki dükkânların vitrinlerine göz atacak kadar toparlanmış teyzeyi -yüzünün yarısını kaplayan şişlik ve yayılmakta morluğa karşın- iyi bulmaktan çok memnun, sırlı seramik rengârenk kiremitli çatılarla ışıltılı Cuenca’da yola koyulurlar.
 
Fabrika (Homero Ortega Hat, Ecuador), otoparkında inenleri karşılayan hanım rehberliğinde gezilir: “Pasifik kıyısındaki Manabi Eyaleti’nde yaşayan halkın, pahanın sahilde yetişen uzunlarından ürettiği geniş kenarlı örme şapkalar, 1809’da Panama Kanalı inşası sırasında işçileri güneşten koruduğundan bu adla anılıyor. Manabililer, 1835’te yaşanan ekonomik krizde Cuenca’ya gelip şapkanın yapımını öğretiyorlar, ardından şapkalar Dünya’ya ihraç edilmeye başlanıyor.”
 
Beyaz işlemeli gömlekli, uzun kırmızı etekli kız, yanındaki ahşap kalıptan aldığı şapkanın siperliğini kucağında hafifçe döndürerek örmeye başlar. Videodan izlenen sürece göre, -Lat. Carludorica Palmata isimli- palmiye yaprağının sapı kaynatılır, sert bir yere çarpılarak liflerine ayrılır; şapka tepeden başlanarak döne döne, her aşamada nemlendirilerek örülür. “Orta kalitede bir şapka 1-2 günde, yüksek kalitede şapka 1 ayda üretilir, cholas Cuencana (Cuencalı tatlı hanımlar), örme sonrası saçakları keserler, şapkalar yıkanır, beyazlatılır, ütülenir.”
 
Şekerkamışı ile yapılmış canelazo ikram edilen grup, 336 adetlik tanklarda şapkaların renklendirilişini, 120 derece ısıda 30 saniye tutularak sipere (kanat), farklı biçimler verilişini izlerler. Şapka hasırının değişik malzemelerle harmanlandığı atölyeyi, gelinlikle de kullanılan çok değişik renk ve formda şapkanın satıldığı mağaza izler.
 
Bir duvarı boydan boya süsleyen, Panama şapkalı ünlüler –J. Lopez, F. Sinatra, J. Gabin, C. Heston, W. Churchill, A. Hopkins, J. Dench, S. Hayek, Lady Di, Pavarotti, B. Willis, B. Pitt, J. Roberts, S. Connery, J. Depp- ve boş son çerçevede, ? now you.
 
Yola çıkılır; Unesco’nun Dünya Kültür Mirası ilan ettiği Cuenca’nın, yüksek bölgelerinin başladığı 3100 m’deki, konaklama da yapılan, modern ahşap mimarisi çok güzel Alabalık çiftliğinde grup, bu kez, tarçınlı canelazo ile karşılanır. Öğle yemeği sonrası “abla”nın, bahçede dolaşırken gördüğü tavşankulağı isimli, sarı küçük çiçekli bitkinin yumuşacık, beyaza yakın gri uzun yaprakları ısıtılıp konduğunda kulak ağrısına iyi gelirmiş.
 
“3500 m’ye dek tırmanacağız” der Cristian bir yandan yol alırlarken, “Cajas Ulusal Parkı, 220 adet göl barındırıyor, kuru sezonda olduğumuz için bu göllerin büyük kısmı su birikintisi…” Süngersi toprakların üzeri paha ve Paper Tree ağaçlarıyla örtülü.
 
Doğanın, Ulusal Parktan çıkıp Guayaquil’e, kıyıya inerken gözlenen ani değişimi hayranlıkla izlenir. Dağların arasına, çukurlara çöreklenmiş bulutlar üzerindeki grup, bu eşsiz görüntüyü fotoğraflarken, araba aşağılara indikçe, bulutlara bir dalar, bir çıkar.
 
Bulut sarmalanmış mola yerinde, bulutta erimiş bir kuşun eşsiz melodisine kendisini kaptırmışken “abla”, kardeşlerinin neşesiyle toparlanır; tuvalette kilitli kalan teyze, yukarıdan içeri, bir Condor gibi atlayan çelimsiz delikanlı tarafından kurtarılmış.
 
İki yanına muz, kakao tarımı yapılan topraklar serili yolda ilerleyerek varılan Guayaquil, Cristian’ın anlatmasıyla, “Andlara uzaklığı dolayısıyla Inkaların ilgisi dışında kalmış. Adı, yerli dilinde kadın, erkek bir çift anlamına geliyor olabilirmiş. Eskiden bölge, yukarılardan kıyılara dek uzanan maymunlarla dolu ormanlarla kaplıydı. Ormanlar kaybolduktan çok sonraları bile yerlilerin konuşmaları maymun seslerine benzetildi.”
 
“Guayaquil başına buyruk bir kent, Vatikan gibi ayrı, özerk bir bölge olma eğilimindeler; polislerinin üniformaları bile farklı. Çok devlet başkanı çıkarmalarına karşın, mevcut başkanla araları pek iyi değil. Solcular ve daha muhafazakâr başkent Quito ile hep çekişme içindeler.”
 
Akşam yemeği sonrası, 2000’de, Pasifik Okyanusu’na 1 mil uzaklıkta, Guayas Nehri kıyısı boyunca yapılan, Moorish güzel saat kulesi yanında yat kulübü türünden pek çok kültürel aktiviteyi barındıran Malecon 2000’de uzun bir yürüyüş yapan grubun rastladığı anıt, Gran Colombia ideali çevresinde önemli iki adamı, San Martin ile Simon Bolivar’ı tokalaşırken göstermekte. Anıtın dibindeki merdivenlere sıralanarak, çocuklarıyla yürüyüşe çıkmış hanıma, makineleriyle beraber poz da veren grup, Kolombiya Bogota’ya geçmek üzere ertesi sabaha karşı 02:45’te uyanıp 03:00’te kahvaltı ederek 03:30’da da havaalanına yollanacağından, gezintiyi kısa keser.
 
 
Cajas Ulusal Parkı görselleri:
 
Malecon 2000 görselleri:
 
Homero Ortega Hat:

Hiç yorum yok: