10 Eylül 2013 Salı

Gezinin onuncu gününde “abla” grubu, Totuma Volkanı kraterinde çamur banyosu yapar.

26 Ağustos 2012 sabahı otelin, sıcak nemli havayla coşmuş –çoğunluğu beyaz, sarı, turuncu, kırmızı, pembe begonvil- çiçekle sarılı terasında kahvaltı yapan, önceki gün aldıkları talimata uyarak denize gider gibi hazırlanmış grup 8:00’de yola koyulur.
 
101 yıllık, halen klasik müzik konserleri yapılan tarihi Heredia Tiyatrosu geçilir; denizin eskiden surları yaladığı, -70 yıl önce doldurularak yapılmış- Karayip kıyısı boyunca uzanan yol kenarı yeşil alanda spor yapanları, halk plajlarında, iki yanı ve üstü kapalı tente altlarına yerleşenler -günlük 7 USD’a kiralanıyormuş- izler.
 
“Benzinin galonu (3.7 lt.), 5 USD (9 TL)… Kolombiya’nın petrolü var ama gerillalar rafinerileri patlatmışlar. Şimdilerde Amerika’ya ham satıyor, işlenmiş alıyorlar… Başkan sol eğilimli, Venezuela ile, Chavez ile ilişkileri düzeltmek için bu iyi.”
 
Yolun iki yanındaki yoğun bitki örtüsü mangrove “su rezervini koruyor, bir de balıklar buralara geliyorlar yumurtlamak için… Shakira’nın memleketinden geçiyoruz.”
 
Aktif olmayan Totuma Volkanı, volkan demeye bin şahit ister, iki katlı ev hacminde alçakgönüllü bir tepe. Çamura girmek için otobüsün perdelerini kapatıp mayolarını giyen –tam kadro “abla” grubuna ek birkaç hanım-, ahşap merdiveni tırmanırlar.
 
Orta boy bir odadan büyük olmayan kraterdeki kalabalığın caydırdığı birkaç katılımcı daha, inişin dikkat istediği merdiveni inip lagüne nazır terasa giderler. O arada, birkaç basamak ahşap merdivenle, ters dönüp girilmesi gereken çukur, önceki grubun ayrılmasıyla tenhalaşır. İçinde -kasketli- masajcıların kaldığı, ne yüzülen, ne ayakta durulan, hareketin ancak kenardaki ahşap tutamaklarla sağlandığı, karılmakta çimento kıvamında ve rengindeki banyoda bir neşe, bir neşe! Üzerinde, batmadan öylece durulan, Dünyanın göbeğinden gelen şifalı materyal içinde Reyhan, “çamura yatmak dedikleri” der, “bu olsa gerek.”
 
Girmeyen dostların, çamura belenmiş katılımcıları epey eğlenerek fotoğrafladığı seans, masaj yaptıranlarla uzar. Omurilik ve tabanlarıyla epey uğraşan masajcısı “abla”nın muhallebi kıvamına bakarak saçlarına bir kule ekler.
 
Bedenleri saran kalın kaygan tabaka yüzünden havuzdan çıkmak, girmekten çok daha zor. Yapışkan çamurun büyük kısmı, zemini kafesli çıkışta, kasketli iki adam tarafından sıyrılır ise de, kalanla yalınayak lagüne yürümek, ek neşe getiren ciddi performans gerektirir. Terastaki temiz pak katılımcıları pek eğlendiren geçit töreni, gölde, çamurluları, ellerindeki plastik taslarla bekleyen yaşlı yerli kadınlar önünde biter. Mary Hanım sıyırdığı mayosunu çalkalarken “abla” yıkanır; elbirliğiyle temizlenilir. Bu arada, temizlediklerinde, teyzenin yüzünü terk etmeyen lekeleri görünce hep birlikte duraklayan kadınlar, nedenini bilmek isterler. “Abla”nın beden diliyle canlandırdığı sahneyle düşerken yüzünü çarptığını anladıkları teyze için Mary Hanım, beden diliyle bir reçete verir; asnika isimli bitkiyi güzelce ezip, berelere sürmesi iyi gelecektir.
 
Herkesin kendisine masaj yapanla yıkayanı parmakla gösterdiği hesaplaşma faslı biter, araba yola koyulur. “Abla”nın “…meğer mandaların bir bildiği varmış” lafına gülünürken okyanusla lagünün karıştığı, kıyısına kanolar sıralı balıkçı köyü, ağaçlık Totuma’da durulur: Modern bir kilise, kenarında haçla bir çocuk bahçesi, bir polis merkezi, yan yana turuncu, yeşil parlak renkli evlerden birinin mavi kapısı önünde dikiş makinesi başında bir kadın, 5-6 çocukla etrafı çevrili bir büyükanne…
 
Dönüş yolunda “abla”yı eğlendiren görüntü: Bir adamın iteklediği, üzeri naylon örtülü üç tekerlekli araba üzerinde süslü bir yazı, Cafeteria Reynaldo.
 
Cartagena’ya varılır: Otel çevresinde naylon eldivenli hanımların, incecik çıtır krep arasına sürdüğü -sütle şeker pişirilerek yapılan- yerel tatlı üzerine serpilen kıyılmış fındık, fıstık sattığı arabalar yanında kaldırımda bir de çok tanıdık ekipmanıyla pamuk şeker arabası…
 
Ahalisi lastik terlik, tişört, şortla etkili yağış altında huzurla gezinirken, -turist olduklarını her hallerinden belli- yağmurluklu “abla” grubu birkaç meydan, sokak sonra ulaştığı, çok güzel el işi ürünlerle dolu dizi dükkânları gezer.
 
Acıkmış grubun bir sonraki durağı, ortasında çıkrıklı kuyu barındıran açık avluya bakan saçaklar üzerindeki kedi heykelcikleriyle pek süslü, bol ödüllü balık lokantası Juan Del Mar; Karayip Denizi’nden balık çorbası seçen “abla”nın önüne gelen, leğen boyutlu, lezzet dolu kâsede yok, yok! 
 
Çiçekler sarmış mavi balkonların çakılmış gibi durduğu kolonyal bembeyaz evli sokak aralarından, bu kez teyze de görsün denilerek varılan Cafe del Mar’da –epeydir özlenilen çay yerine- rojo (kırmızı), verde (yeşil), negro (siyah) seçenekleriyle şişede soğuk çay var. Soğuk olması yeterli değilmiş gibi buz dolu bardakla sunulan çok lezzetli kırmızı çayın etiketinde yazılı içeriği; kırmızı çay ekstresi, cherry, blackberry suyu, natural koku/tatlandırıcı ile C vitamini. Yeşil çay ise ballı…
 
“Abla” grubunun bir sonraki aktivitesi, eski kenti faytonla gezmek: Yaklaşık 40 dakika süren gezi boyunca, karşılıklı ikişer kişi oturdukları, arkasında bir çift fener, beyaz döşemeli kanepede kaykılıp çatılara, balkonlara bakan “abla”, yürürken gözden kaçan, günbatımıyla renklenmiş pek çok güzellik yakalar. Çizdikleri çember tamamlanıp başlangıç noktasına geldiklerinde, sürücü, araba ve atlar ile fotoğraf çekimi için ayaklanırlar; yanlarından geçerken makineyi verdikleri adam, ne kadar uğraşırsa da çekim yapamaz. Batarya yetersiz işareti görünen makine küçük kız kardeş tarafından incelenirken teyzenin makinesine poz verilir; küçük kız kardeş bataryanın yeni olduğundan emindir, bir kez daha rica edilir. Bu arada arkaya yığılıp kornalarına abanan arabaların feryadına yetişen –turist bilinci gelişkin- trafik polisi, onca patırtı arasında, kendisi gibi engin gönüllü sürücüyle bir sohbet tutturur. Sonunda kardeşin makinesiyle de fotoğraflanan dörtlü, aradan geçen uzun sürede aralarında bir tür yakınlık gelişmiş, sürücü, fotoğrafı çeken, ucundan trafik polisi ile sevecenlikle vedalaşır.
 
Girişini, uzanmış bir Botero tombulu heykelinin süslediği Santo Domingo Meydanı’na varan dörtlünün niyeti, meydanın gece ilerledikçe artan şenliğini izlerken biraz dinlenmek iken açık buldukları galerideki Eladio Gil Zambrana Retrospektifi başlıklı sergiyi gezerler. 1921’de doğup 2011’de ölen sanatçının -biri Picasso, birkaçı Botero etkili- tabloları, heykelleri yanında en önemli eseri, ülkenin sembolleri arasına girmiş La India Catalina, yerli kız heykeli.
 
Meydanda, ellerinde mönülerle kızların çekeleyerek “abla” grubunu oturttuğu masada, dondurma, meyve suyu, erimiş dondurma ile çırpılmış çilek Malteada (8 USD) içerken, gecenin ilerlediği (20:30) saatlerde, her köşeden bir müzik, dans izlenir. Yan masada birlikte oturduğu sevgilisine, seyyar müzisyenlerden birini çağırarak gitarla parçalar hediye eden sarhoştan, yakındaki masalar da yararlanır. Kilisenin kapalı geniş kapı girintisinde konuşlanmış oğlanların çaldığı davul, flüt ve yerel enstrümanla yapılan Afrika müziği eşliğinde dört kız, Kolombiya bayrağı renklerindeki geniş eteklerini dalgalandırarak çıplak ayak dans eder.
 
Dönüşte, sıkıca kapalı buldukları otelin kapısındaki halkayı kullanarak seslerini duyurdukları görevli tarafından içeri alınır, ortadaki havuzdan yayılan incecik nemli serinlikte odalarına çıkarlar.
 
Mangrove görselleri:
 
TotumaVolkanı çamur banyosu:

YouTube - Bu e-postadaki videolar

Hiç yorum yok: