Pazartesi işbaşı yapan
çalışanlar kalabalığını yaran araca binip Saygon’un batısına (My Tho) ilerleyen
grup, Lusi’ye kulak verir: “Şehrin eski
ismi Saygon yeni ismi Ho Şi Minh. Belediye işçilerinin çoğunluğu kadın. Adam
başı 2 USD’a karın doyurulur, Mc Donald’s 5 USD, kahve 1,5 USD, tavuk 3-4 USD,
et 12,5 USD, internet 10 USD, sinema bileti 5 USD, kreş 200 USD…” Grup
rehberi ekler “görüp görebileceğin en
pahalı markalar, mokasen 60 USD”
Saygon Nehri’ne açılan kanalların iki yanı, göç nedeniyle teneke mahallelerle dolu.
“Orijinal dil 4000 yıllık Sanskritçe, misyonerlerin çabasıyla Latince karakterlerle yazılmaya başlandı. Aynı yazılış altı farklı tonlama ile farklı anlama geliyor. Özne fiil değişmez, zaman ifadesi eklerle değil tonlama ile sağlanır” diyerek “ma” sözcüğünü altı değişik şekilde tonlayıp anlamları söyler; “hayalet, mezar, anne, çeltik…”
Ejder Meyvesi ağaçları arasında yol alırken Lusi, insanların öldüklerinde kendi arazilerine gömüldüklerini anlatıp “kuzeyde bambu, güneyde Hindistan Cevizi ağırlıklıdır” derken mola yerine ulaşan araç durur: Lotuslarla süslü yapay minik gölleri, yemyeşil çiçekli, bakımlı bahçelerin sardığı, kalabalık, değişik turist grupları yüzünden bir tür Babil Kulesi, grupça özenle köşe bucak fotoğraflanır.
Grup yeniden yola koyulur; mikrofon elinde Lusi Orta Vietnam’dan buraya gelmiş bir topluluğun vatan hasretini anlatan bir şarkı söyler, ardından bir de Kuzey’den bir şarkı. O arada elden ele geçen bayrağın amacı, önceki şarkı bittiğinde kimde kalırsa onun bir şarkı söylemesi. Utangaç tabiatlı “abla” eline geçen bayrağı can havliyle yanındakine aktarır, neyse ki katılımcılardan bir bey güzel yorumuyla “Haatırla sevgiliii…” diye başlayıp akışı pek güzel tamamlar.
Yılda üç kez pirinç hasadı yapılan, her mevsim meyve üretilen, nehrin dokuza parçaladığı, dokuz ejder anlamına bereketli Mekong Deltası gezisi için grup, arkada “abla”nın küçük dörtlüsüyle yerleştiği birkaç şezlong da bulunan, üstü, tepedeki yağmur bulutlarına çözüm görünen hasırla örtülü tekneye yerleşir; su sümbülleri öbekleri arasından, köprü altından geçerek yolculuğa başlanır.
Karaya bağlı, su üzerine yayılmış, içme suyunu dışarıdan taşıyan balıkçı barınağında salınan, 60-70 çeşit balık çeşidi peşindeki balıkçı teknelerinin, tepesinde ışıldaklar bulunanları geceleri de avlanıyor. Teknelerin bir kısmı akıntının, gelgitin yığdığı kumu taşırken, bir kısmı da turist gezdirmekte. Her birinin bir köşesinde atalara saygı amaçlı ufak bir sunak mutlaka var.
İlk mola, arı çiftliği yanı sıra kakao ve orkide tarımı yapılan Unicorn Adası’nda verilir: Kakao ağacı dibinde, kakao eldesi süreci anlatılır, kajulu, zencefilli, biberli karışımlar tadılır. “Abla” grubunun Meksika, Guatemala gezisi sırasında tanıştığı Aztek kakaosuna kıyasla bu kakao, daha yumuşak ve yağlı bulunur.
O arada Lusi, konik yöresel şapkayı tanıtır: “İçi bambu çember, dışı Hindistan Cevizi ve palmiye yaprağı.”
Orkide, adanın %90’ında, bitkisel atıklarla topraksız yetiştirilmekte. Bir kenarda nilüferler üzerinde güzel yürüyüşü övülen ince uzun bacaklı kuş, Jakana.
Masalara dağılan gruba ‘polen için arıcıların, Mayıs’ta çiçekler açtığında çağırıldığı’ anlatılırken genç bir kız, minik bardaklara koyduğu bir çay kaşığı bal, bir dilim lime limon ve bir çay kaşığı polen üzerine yasemin çayı koyarak ikram eder. “Abla”, paket üzerinde karaciğer ve diyabet için önerilen, 100 gr. polen (120.000 Dong = 0.02 TL) ile göz çevresi kırışığını onardığı söylenen, kraliçe arının yumurtasını saran zardan mamûl ufak bir kavanoz jel (220.000 Dong) alır. İkram, fırınlanmış ballı kuru muz, yer fıstıklı ballı bar yanında muz şarabıyla zengindir.
Yola devam için tekneye binen gruba anlatılan ‘teknede kurutulan kalamar merdaneyle inceltilip sokakta tüketilmek üzere kentte camekânlı arabalarda satılmakta’. Sağda solda gürze benzer meyvesi ilginç, ideal çatı örtüsü su palmiyeleri.
Arada anakaraya da çıkan grup Ben Tre’de, Lusi’nin “Her Hindistan Cevizi’nde bir maymun yüzü vardır” diye başladığı sunumuna katılır. 60-70 derece eğimli bir demir çubuğa takılan, bıçak ve pala ile soyulup parçalanan meyvenin, gençlerinin suyu içilir, kabuğunun liflerinden sepet hasır örmeye yarayan ip elde edilir. Sert kabuk dekoratif amaçla, kap kacak yapımında ya da ısınmada kullanılır. Rendesinden, preslenip elde edilen sıvı, krema, süt, kakao ya da kahve, yerfıstığı, tarçın ya da durian ve şeker ilavesiyle, –Lusi’nin gösterdiği gibi yenen- pirinç kâğıdına sarılı şekerleme yapılır. (150.000 Dong)
Midilli boyutlu ufak atların çektiği birkaç kişilik at arabalarıyla kısa bir yolculukla ulaşılan, girişinde ziyaretçileri sıcak bir hoş geldin ile karşılayan bir başka bahçede yapılan jack fruit, pomelo, durian vs. meyve ikramı, biri gitara benzeyen sedef kakmalı tek ve çift telli ve tek ayakla ritim tutulan dört müzik aleti eşliğinde iki kız, bir kız ve bir adam şarkıcıların ülke sevgisi anlatan şarkılarıyla sürer.
Ardından grup, su palmiyelerinin daralttığı suyollarında yolculuk edebilmek için 5-6 kişilik kanolara dağılır. Lusi, teknenin, başında konik şapka, bulanık ama temiz suyu küreğiyle yaran, sakin huzurlu kadın kaptanıyla sohbete koyulur. Bir zaman yol alındıktan sonra gruplar minik bir platforma iner ilk tekneye aktarılır; yandaki teknenin kaptanı kıçta hamağını açıp uzanırken yola koyulurlar.
Öğle yemeği, çorba, karides, tavuk, balık sosuyla yenen buharda pirinç, soya filizli omlet ve tamarind sos, lime ve tuzla yenen ürkütücü görünüşlü fil kulağı balığı: Uzmanlık isteyen servis için gelen genç kız pirinç yufkasını ıslatıp tabağa serer, üzerine erişte, marul ve balıktan bir parça koyup dürüm yapar yenmek üzere sosa banar. Bunca zahmet küçük gruptan içten bir “kamıııın”ı –teşekkür- hak eder. Zengin yemeğin finali yasemin çayıdır.
Tekneyle çıkış noktasına dönen ve araca binen grup, iç hat yolculuğuyla Hue’ye gitmek havaalanına gider, girişte Lusi ile vedalaşır. Bagajlarını verip biletlerini alan grup artan zamanı havaalanı dışına çıkıp karşıdaki kahvelerde, “abla” küçük grubu da envai çeşit karışımlar arasında karar vermekte zorlandıkları, meyve suyu satıcısı Four Seasons Juice’da değerlendirir.
18:30’da ufak havaalanı girişinde buluşulur, 20:00 civarı havalanılır, 21:30’da Hue’ye inilir. Grup, 22:00 civarı yağmur sonrası 18 derece, serin gecede araçta yerlerini alır. Yerel rehber kendisini “Chan, Jackie Chan gibi”, diyerek tanıtır, ekler “şoförümüz Tam”. Bu nakarat izleyen günlerde sabahları araca binen gruba, rehber tarafından neşeyle tekrarlanır. “İki akşam buradayız. Burada denize ve Laos’a uzaklığımız azalacak. İlk başkent burası, Hue yemek, sanat ve güzelleriyle ünlü. Yarın 21-22 derece ve hafif yağışlı…”
Yemek sonrası bir arka caddede yer alan otele giderken “abla” ile kız kardeşi camında süslü “Döner Kebab” yazılı camlı bir arabaya rastlar. Kısa yolculuklarına, motosikletine takılı sepetiyle mantı satıcısının, değişmeyen ritmik anonsu eşlik eder.
Odada, kullanımı zor kasa olayı bir kez daha yaşanır ve adet haline geldiği üzere kasa kilitli kalır; bereket “abla” ikilisi önceki otel odalarından gereken dersi almışlardır da içinde bir şey kalmaz.
Saygon Nehri’ne açılan kanalların iki yanı, göç nedeniyle teneke mahallelerle dolu.
“Orijinal dil 4000 yıllık Sanskritçe, misyonerlerin çabasıyla Latince karakterlerle yazılmaya başlandı. Aynı yazılış altı farklı tonlama ile farklı anlama geliyor. Özne fiil değişmez, zaman ifadesi eklerle değil tonlama ile sağlanır” diyerek “ma” sözcüğünü altı değişik şekilde tonlayıp anlamları söyler; “hayalet, mezar, anne, çeltik…”
Ejder Meyvesi ağaçları arasında yol alırken Lusi, insanların öldüklerinde kendi arazilerine gömüldüklerini anlatıp “kuzeyde bambu, güneyde Hindistan Cevizi ağırlıklıdır” derken mola yerine ulaşan araç durur: Lotuslarla süslü yapay minik gölleri, yemyeşil çiçekli, bakımlı bahçelerin sardığı, kalabalık, değişik turist grupları yüzünden bir tür Babil Kulesi, grupça özenle köşe bucak fotoğraflanır.
Grup yeniden yola koyulur; mikrofon elinde Lusi Orta Vietnam’dan buraya gelmiş bir topluluğun vatan hasretini anlatan bir şarkı söyler, ardından bir de Kuzey’den bir şarkı. O arada elden ele geçen bayrağın amacı, önceki şarkı bittiğinde kimde kalırsa onun bir şarkı söylemesi. Utangaç tabiatlı “abla” eline geçen bayrağı can havliyle yanındakine aktarır, neyse ki katılımcılardan bir bey güzel yorumuyla “Haatırla sevgiliii…” diye başlayıp akışı pek güzel tamamlar.
Yılda üç kez pirinç hasadı yapılan, her mevsim meyve üretilen, nehrin dokuza parçaladığı, dokuz ejder anlamına bereketli Mekong Deltası gezisi için grup, arkada “abla”nın küçük dörtlüsüyle yerleştiği birkaç şezlong da bulunan, üstü, tepedeki yağmur bulutlarına çözüm görünen hasırla örtülü tekneye yerleşir; su sümbülleri öbekleri arasından, köprü altından geçerek yolculuğa başlanır.
Karaya bağlı, su üzerine yayılmış, içme suyunu dışarıdan taşıyan balıkçı barınağında salınan, 60-70 çeşit balık çeşidi peşindeki balıkçı teknelerinin, tepesinde ışıldaklar bulunanları geceleri de avlanıyor. Teknelerin bir kısmı akıntının, gelgitin yığdığı kumu taşırken, bir kısmı da turist gezdirmekte. Her birinin bir köşesinde atalara saygı amaçlı ufak bir sunak mutlaka var.
İlk mola, arı çiftliği yanı sıra kakao ve orkide tarımı yapılan Unicorn Adası’nda verilir: Kakao ağacı dibinde, kakao eldesi süreci anlatılır, kajulu, zencefilli, biberli karışımlar tadılır. “Abla” grubunun Meksika, Guatemala gezisi sırasında tanıştığı Aztek kakaosuna kıyasla bu kakao, daha yumuşak ve yağlı bulunur.
O arada Lusi, konik yöresel şapkayı tanıtır: “İçi bambu çember, dışı Hindistan Cevizi ve palmiye yaprağı.”
Orkide, adanın %90’ında, bitkisel atıklarla topraksız yetiştirilmekte. Bir kenarda nilüferler üzerinde güzel yürüyüşü övülen ince uzun bacaklı kuş, Jakana.
Masalara dağılan gruba ‘polen için arıcıların, Mayıs’ta çiçekler açtığında çağırıldığı’ anlatılırken genç bir kız, minik bardaklara koyduğu bir çay kaşığı bal, bir dilim lime limon ve bir çay kaşığı polen üzerine yasemin çayı koyarak ikram eder. “Abla”, paket üzerinde karaciğer ve diyabet için önerilen, 100 gr. polen (120.000 Dong = 0.02 TL) ile göz çevresi kırışığını onardığı söylenen, kraliçe arının yumurtasını saran zardan mamûl ufak bir kavanoz jel (220.000 Dong) alır. İkram, fırınlanmış ballı kuru muz, yer fıstıklı ballı bar yanında muz şarabıyla zengindir.
Yola devam için tekneye binen gruba anlatılan ‘teknede kurutulan kalamar merdaneyle inceltilip sokakta tüketilmek üzere kentte camekânlı arabalarda satılmakta’. Sağda solda gürze benzer meyvesi ilginç, ideal çatı örtüsü su palmiyeleri.
Arada anakaraya da çıkan grup Ben Tre’de, Lusi’nin “Her Hindistan Cevizi’nde bir maymun yüzü vardır” diye başladığı sunumuna katılır. 60-70 derece eğimli bir demir çubuğa takılan, bıçak ve pala ile soyulup parçalanan meyvenin, gençlerinin suyu içilir, kabuğunun liflerinden sepet hasır örmeye yarayan ip elde edilir. Sert kabuk dekoratif amaçla, kap kacak yapımında ya da ısınmada kullanılır. Rendesinden, preslenip elde edilen sıvı, krema, süt, kakao ya da kahve, yerfıstığı, tarçın ya da durian ve şeker ilavesiyle, –Lusi’nin gösterdiği gibi yenen- pirinç kâğıdına sarılı şekerleme yapılır. (150.000 Dong)
Midilli boyutlu ufak atların çektiği birkaç kişilik at arabalarıyla kısa bir yolculukla ulaşılan, girişinde ziyaretçileri sıcak bir hoş geldin ile karşılayan bir başka bahçede yapılan jack fruit, pomelo, durian vs. meyve ikramı, biri gitara benzeyen sedef kakmalı tek ve çift telli ve tek ayakla ritim tutulan dört müzik aleti eşliğinde iki kız, bir kız ve bir adam şarkıcıların ülke sevgisi anlatan şarkılarıyla sürer.
Ardından grup, su palmiyelerinin daralttığı suyollarında yolculuk edebilmek için 5-6 kişilik kanolara dağılır. Lusi, teknenin, başında konik şapka, bulanık ama temiz suyu küreğiyle yaran, sakin huzurlu kadın kaptanıyla sohbete koyulur. Bir zaman yol alındıktan sonra gruplar minik bir platforma iner ilk tekneye aktarılır; yandaki teknenin kaptanı kıçta hamağını açıp uzanırken yola koyulurlar.
Öğle yemeği, çorba, karides, tavuk, balık sosuyla yenen buharda pirinç, soya filizli omlet ve tamarind sos, lime ve tuzla yenen ürkütücü görünüşlü fil kulağı balığı: Uzmanlık isteyen servis için gelen genç kız pirinç yufkasını ıslatıp tabağa serer, üzerine erişte, marul ve balıktan bir parça koyup dürüm yapar yenmek üzere sosa banar. Bunca zahmet küçük gruptan içten bir “kamıııın”ı –teşekkür- hak eder. Zengin yemeğin finali yasemin çayıdır.
Tekneyle çıkış noktasına dönen ve araca binen grup, iç hat yolculuğuyla Hue’ye gitmek havaalanına gider, girişte Lusi ile vedalaşır. Bagajlarını verip biletlerini alan grup artan zamanı havaalanı dışına çıkıp karşıdaki kahvelerde, “abla” küçük grubu da envai çeşit karışımlar arasında karar vermekte zorlandıkları, meyve suyu satıcısı Four Seasons Juice’da değerlendirir.
18:30’da ufak havaalanı girişinde buluşulur, 20:00 civarı havalanılır, 21:30’da Hue’ye inilir. Grup, 22:00 civarı yağmur sonrası 18 derece, serin gecede araçta yerlerini alır. Yerel rehber kendisini “Chan, Jackie Chan gibi”, diyerek tanıtır, ekler “şoförümüz Tam”. Bu nakarat izleyen günlerde sabahları araca binen gruba, rehber tarafından neşeyle tekrarlanır. “İki akşam buradayız. Burada denize ve Laos’a uzaklığımız azalacak. İlk başkent burası, Hue yemek, sanat ve güzelleriyle ünlü. Yarın 21-22 derece ve hafif yağışlı…”
Yemek sonrası bir arka caddede yer alan otele giderken “abla” ile kız kardeşi camında süslü “Döner Kebab” yazılı camlı bir arabaya rastlar. Kısa yolculuklarına, motosikletine takılı sepetiyle mantı satıcısının, değişmeyen ritmik anonsu eşlik eder.
Odada, kullanımı zor kasa olayı bir kez daha yaşanır ve adet haline geldiği üzere kasa kilitli kalır; bereket “abla” ikilisi önceki otel odalarından gereken dersi almışlardır da içinde bir şey kalmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder