14 Ocak 2009 Çarşamba

11 Aralık 2008, İguaçu Şelaleleri, Paraguay gezisi ve Rafain’de akşam yemeği ile “abla”, kardeşleri ve teyzeden yüksek performans bekleyen bir gün.

Grubu, İguaçu Şelaleleri’ne götürecek koyu mavi camlı, -“abla”ya Hindistan’dakileri hatırlatan- şoför kabinli otobüs yolcularını alır, İguaçu Ulusal Parkı’na yollanır, yolda rehberin anlattıkları; “Şelaleler, Brezilya, Arjantin, Paraguay yani üç ülkenin sınırları arasında… Parana ve İguaçu Nehirleri’nin birleşmesiyle oluşmuş, debisi saniyede 1200 metreküp, bu sayı 2006’da kuraklık yüzünden 300’e düşmüş… Şelalelerin bulunduğu Parana Eyaleti, 1300’ü endemik, 8000 bitki türünü barındırıyor.” Ekstra tur bedellerine giydirilen “kriz farkı” yüzünden, yüzlerinden düşen bin parça katılımcıların gönlünü almak üzere bir iyi niyet gösterisi yapan rehber, sözlerini “bayram tatili nedeniyle acentedekilere ulaşamıyorum, fiyatlarda indirim yapmam mümkün değil… ancak kendi inisiyatifimle, birer su ve soft drink ikramı yapabilirim, bir de üç ülkenin sınırlarının birleştiği Tres Fronteras’ı da kapsayan Paraguay’ı, ufak bir bedelle (55 USD) önerebilirim… Adım Hıdır, elimden gelen budur” diyerek bağlar.

Onları, İguaçu Ulusal Parkı girişinde, yerlerde, sayısız denebilecek sayıda birbirinden güzel kelebek karşılar. Giriş noktasındaki görevlinin, sorusuna, gruptan gelen “Türkiye” yanıtına karşılık “İstanbul” demesi üzerine, “abla”nın küçük kız kardeşi sorar, “bizde kaç Brezilya’lıya Rio yanıtı verilir ki?”

Orman içinde, solda ilginç bitkiler, sağda tüm görkemiyle gürüldeyen şelale; dolanarak inilen nemli, düzgün patika ve minik teraslarda -yine 72.5 milletten turistle birlikte- fotoğraf çekerek yürüyen “abla” grubu, sonunda ulaştıkları, suyun 82 metreden düştüğü, Şeytan’ın Gırtlağı denen yerde, şelaleye uzanan iskeleler üzerinde, suların esintiyle saçılmasından ötürü yağmurlukla da aynı biçimde ıslanılan, çok zevkli uzun bir yürüyüş gerçekleştirirler ve henüz botla şelale altından geçmediklerinden “ıslandıklarını sanırlar”…

Günün ikinci etabında grup, güneş enerjisiyle çalışan bir traktöre bağlı, tenteli, 20-25 kişilik römorka binerek orman yoluna girer. Yerel rehberin, durakladıklarında bir takım ağaçları göstererek anlattıkları; “1 yaşında 1 kg meyve verip ölen palmiye türü… 85 çeşit orkideden, October Orchid denen sarı ve beyaz olanı… 25 metre uzunluğundaki bu ağaç, meyvesi maymun kulağına benzediğinden bu adı almış, çekirdek kısmı suyla karşılaşınca sabunlaşıyor ama kullanmak zor, çünkü kötü kokuyor…” Üçüncü etap, yol traktörle gidilemez olunca aktarıldıkları cipler: Bir süre daha ancak bir taşıtın geçebildiği sık orman içinden yol alarak ilerleyen katılımcılar, nehir üzerindeki platforma inen basamakların başında durur, iner ve dördüncü etap, “zodiac botla şelale altından geçme” için hazırlanırlar. Bunun için 35-40 derece sıcakta, mayo üzerine giysi, üzerine naylon yağmurluk, üzerine de can yeleği giymek, ayakkabıları, plâstik terlik vb. ile değiştirmek gerekmekte!

Islak yolcularını boşaltan 20-25 kişilik bota binerken, iki basamak yukarda kumanda paneli önündeki yerine geçen kaptanın dizi dibine yerleşen “abla”, adamın tamamıyla kuru giysilerine bakarak, yağmurluk, can yeleği işinin abartıldığını düşünse de, en öne konuşlanmış, -sudan korunmuş- özel video kameralı çekim elemanıyla yola koyulduklarında, sağda solda raftingçilerle selamlaştıkları yavaşlayıp fotoğraf çekme anlarında kaptanın yavaş yavaş giyinmesi, (dönüşte de naylon kapşonlu üst ve çizmeli alt giysilerinden, yine aynı ustalıkla, becerikli bir striptizci gibi soyunması) -sonunda, neyle karşılaşacağı hakkında- “abla” ya fikir verir! Demeye kalmadan motora yüklenen kaptan, yaklaşabildiği en uygun noktadan; yukarıdan, kafalara yumruk etkisiyle düşen suyun altından iki kez bağrış çığrış geçirdiği katılımcıların, henüz ıslanmamış yerleri kalanlarından gelen yoğun istek üzerine şelaleye bir kez daha dalarak, soluğu kesilen “abla”nın demesiyle “ruhlarının dahi ıslandığı” muhteşem bir coşkuya yol açar!

Grup, içlerindeki çocukların, yüzlerine vuran neşesinin nedenini anlamayan kuru turistlerle selamlaşarak, yine cip ve römorkla geriye, oradan da Paraguay’a geçiş için pasaportlarını almak üzere otele döner.

Yolda, yoğun turist akışı dolayısıyla izlemenin zor olduğu, yaygın kredi kartı kopyalama olaylarına örnek olarak başından geçen bir olayı aktaran rehber “Şelalenin Arjantin tarafında, Porto İguazu’da kaldığım sıra bir kanopi turuna katıldım, sizi kanca ile iliştirdikleri çelik tele takıyorlar ve tepeden aşağı salıyorlar, teli sıkıştırıp açarak hızınızı düzenliyorsunuz, telesiyej gibi… tabii sırt çantamı yanıma almadım, beni getirip götüren şoför, yokluğumda kredi kartımı kopyalamış daha sonra da araba yedek parçası almış… çok uğraştım… Kesinlikle hiçbir yerde kredi kartınızı yanında olmaksızın kimseye vermeyin, bir de imza değil, şifreyle alışveriş yapın!..”

Bitek kırmızı topraklı, bolluk içindeki Foz do İguaçu’yu, 45 dakika uzaklıktaki yoksul Paraguay sınır kasabası Ciudad del Este’ye bağlayan, yarısı Brezilya, diğer yarısı Paraguay bayrağı renklerine boyalı, emsal iki köprüden birinin adı, Dostluk, diğerininki Kardeşlik iken, köprünün ötesine can düşmanı ya da üvey kardeş havası hâkim!

“7 milyonluk Paraguay’ın dili, Portekizce etkisinde İspanyolca; Guarani. Paraları, USD diye söyleseler de 5000 Guarani, 1 USD’ye eşit… Çok yoksullar, kara para aklama, kalpazanlık bir yanda çok pahalı arabalar diğer yanda…” Trafikte burunlu eski otobüslere dikkat çeken rehber, devamla “60’lar Amerikası’nda okul otobüsü olarak kullanılmışlar, bunlara chickenbus diyorlar” Üstlerinde mototaxi yazılı motosikletlerin dizildiği bir durak… çöp öbekleri arasında araba camı silen çocuklar… Rehber, yerel rehbere yönelttiği “en büyük endüstrinin ne olduğu” sorusuna “hiçbir şey!” yanıtı alıyor. “Asgari ücret 200 USD, merkezde iyi bir evin kirası da 200 USD!..” Sorup öğrendiğine göre “Şoförün aylık geliri 400 USD+ bahşiş”

Kasabanın, Mahmutpaşa’nın kirli hâlini andıran merkezinde inen ve -halâ nedendir bilemedikleri biçimde- markalarla dolu bir alışveriş merkezine, giderek ufalan grupla sokulan “abla” dörtlüsü için bu binada, tuvalet dışında, ilgilerini çekecek hiçbir şey yok! Neden sonra toparlanıp, yerli el işlerinin satıldığı dükkâna giderlerken kaldırım kıyısına park etmiş arabasında, Küba’da gördükleri sistemle şeker kamışı sıkıp suyunu satan adam fotoğraflanır, ardından elişleri alışverişi –büyük olasılıkla- bir Hintli’den yapılır, şelaleye doğru yola çıkılır.

Derede çamaşır yıkayan kadınları geçerler, üzerinde Monday Falls yazan tabela dibinde otobüsten inerler. Yapılan/satılan programa göre İguaçu Şelaleleri’ni Paraguay tarafından göreceklerini sanıp yanılan “abla” ekibinin soruşturmasıyla durum açıklık kazanır: Bu, Asuncion’dan doğan tamamen farklı bir nehir, farklı bir şelale! Tanıtım tabelası altında tavuklar ve köpeklerle haşır neşir oynayan çocukların peşine takıldığı küçük grup, kapıdaki, elinde –öğütülmüş yeşil yapraklarından demlediği ve gün boyu üzerine sıcak su ekleyerek içtiği, deneyenlerin tatsız olduğunu söylediği, genellikle su kabağından kaplardan tozu süzen metal kamışla içilen- mate çayıyla görevliyi geçip, bir kaç delikanlı ile iki TV programcısı dışında kimsenin olmadığı parka girer.

Kendi halinde akan alçakgönüllü nehirde gökkuşağı fotoğraflanır; çıkışta çakıştıkları televizyonculara verilen “gelir kaynağı turizm” konulu beyanatın, adamların ertesi gün yayınlanacağını belirttikleri -İstanbul’da teyzenin kızı ile torununun izledikleri- çekimi yapılır. “Abla” ülkeye döndüğünde, artık neyi yanlış yaptıysa,
www.abctv.com.py adresinden izlemek isterse de başaramaz.

Otele dönerken geçtikleri, -“abla”nın aklında, ayaklarında Nike ayakkabılarla Noel Baba’nın, yanı yine koca amblemli kızağını çeken geyikleri resmeden, kar manzaralı, üzerinde Mundo de Futebol yazan afişle kalacak olan- Foz do İguaçu kasabası hakkında rehberin anlattıkları; “saat 6-7 gibi kapanan eczanelerde, ilacın yanı sıra kozmetik, hediyelik eşya, cola, cips satılıyor… Plakalar tüm Güney Amerika’da aynı, şehrin ismi üstte, altta üç harf ve numara yer alıyor… Tüm Güney Amerikalılar gibi bunlar da fal ve lotarya düşkünü, TV’de fal programları yayınlanıyor… Kasabada 30 bini Lübnanlı, 77 ayrı milletten insan var… Şelale dolayısıyla 155 otel var, gelirinin %75’i turizmden… Foz do İguaçu yerli dilinde geniş ağızlı su gibi bir anlam taşıyor… Parana Nehri’nin suyunun toplandığı Ituapu Barajı Dünyanın en büyük barajlarından, bizim GAP gibi, çevre ülkelere elektrik satıyorlar.”

Günün son etabı, akşam yemeği için gidilen, -kapısında, Paraguay’daki yerli elişleri alışverişini gereksiz kılacak kadar zengin elişlerinin bulunduğu tezgâhlarla- Rafain; ağırlıklı olarak çevre ülkelerden turistlerin doldurduğu uzun masalarda yemek yenirken, aralarında, iplere bağlı taşları beceri gerektiren biçimde hızla çevirerek yapılan birinin bulunduğu pek çok gösteri yanı sıra, renkli folklorik dansların izlenebildiği geniş lokantanın en ilginç köşelerinden biri, ateşte kızartılmış koca hayvanların konduğu, birinde tepeleme sakatat bulunan, sızan kanı toplasın diye incecik oluklu, büyük yuvarlak mermer masalarla, başında, döner bıçaklı bembeyaz giysili aşçılar ve önüne dizili, neresinden istediğini parmağıyla işaret eden uzun turist kuyruğu…

Hiç yorum yok: