“Abla”, otel lobisindeki vitrinde, altında Rhodochrosite, Rosa del Inca, Inca Rose yazılı pembe renkli güzel mücevherleri incelerken gelen rehber, o günün doğum günü olduğunu bilen -elene döküle bir minibüsü bile doldurmayacak sayıdaki- katılımcılar tarafından, sarılıp öpülerek, nice yaşlara dilekleriyle kutlanır. Minibüs, yolcusunu alır 130 km. ötedeki Delta Tigre’ye doğru yola çıkar.
Tango yaptığını, dansı erkeğin yönettiğini, kadını itip kakarak yönlendirdiğini, tangonun aslında maço bir dans olduğunu söyleyen rehberin Delta Tigre’ye ilişkin anlattıkları; “İspanyollar, Boca’dan giriş yapıyorlar… sarı humma salgınına neden olmuşlar… gördükleri tüm çizgili/benekli hayvanları, kaplan sanıp Delta’ya Tigre adını vermişler… 1800’lerde buraya yazlıklar yapılıyor… Şimdilerde deniz için Uruguay Punto del Este’ye gidiyorlar. İspanyolca konuşulan Arjantin, kuzeyden güneye 3500 km.... kuzey daha yeşil, sıcak, güney, dağlık kısmında kış sporlarının yapıldığı, at çiftliklerinin, daha güneye indikçe penguenlerin, buzulların olduğu bölge, Uppsala Buzulu en büyüğü, Dünyanın sonu dedikleri Punto Arenas’ın 2000 km sonrası Antarktika… Şili ve Arjantin Patagonya’sı birbirinden ayrı.”
İskelede tekne beklerken, bir adamın, uyumakta olan koca bir sokak köpeğini dürtüp uyandırarak sevmesini, onunla neredeyse boğuşarak oynamasını gözleyen “abla” bunun, Güney Amerika’da, gezdikleri diğer yerlerde de yaygın bir görüntü olduğunu, sevgiyle not eder.
Turistlerin doldurduğu tekne, çamurlu suda ilerlerken, rehberin tercümesiyle Kaptan Marcello’nun gösterip anlattıkları; “Nehrin taşıdığı alüvyon zaman içinde adacıklar oluşturmuş, sonra yerleşim başlamış, sağda, başlangıçta otel, daha sonra kültür merkezi olan binalar…” Zenginler Punto del Este’ye kayınca, burası orta direk sayfiyesi olmuş. Adacıklarda, sazlıklar arasında, bir kısmı su kıyısında büyük ağaçlarla süslü bahçelerde müstakil, -ortalama 50 bin USD fiyatlı- güzel evler, her biri önünde, -bazılarında kızağa alınmış- teknelerin durduğu -mutlaka köpekli- iskeleler, suda, süslü kanolar… sağlık hizmeti yüzer hastaneyle götürülüyor, ambulans, taksi, tekne biçiminde… tüp gaz, patates, soğan, kömür, su, meşrubat yüklü market katamaran, evlerin, ihtiyaçlarını bayrak çekerek belirtikleri, iskelelere yanaşıyor… bazı adalar batma riskine karşı betonla güçlendirme yapmış… bungalovların, okulların, kiliselerin bulunduğu adacıklar arasında, camdan bir koca kutu içinde korumaya alınmış Domingo F. Sarmiento’nun evi, kazıklar üzerinde bir benzinci, restoran, cafe…
4-5 yolcuyu 57 no.lu Alcazar isimli iskelede bırakan tekne, ince kumlu, oldukça kalabalık plajı, sağlam görünen yarı batık bir nehir gemisini, bir bungee jumping kulesini geride bırakır, iskeleye yanaşır.
Azizlerden birinin adını taşıyan San Isidro’ya giderken rehberin, “El Turco” lâkaplı Carlos Menem ile ilgili anlattıkları; “Aslında Suriyeli bir Müslüman, Arjantin Cumhurbaşkanı olmak için din değiştirip Katolik olmuş, daha sonra biri Sicilya Palermo’da, diğeri burada iki cami yaptırıp Müslümanların gönlünü almaya çalışmış… Çini, Araplarla gelmiş adı da renkli taş anlamına Azuleo…
Taraçalardan görünümü fotoğraflayan mini grup, önce Juan ve Florentina’dan Arjantin Millî Marşı, ardından İstiklâl Marşı eşliğinde yola koyulur; rehber “Şehir planlamada, İ.Ö 3.yüzyıl, Hippodamos’un ızgara planı kullanılmış, cadde aralarına 100 metre boşluklar konmuş, 3-5 km uzunluğunda caddeler var, numara bu durumda çok önemli… Otoyolların bazıları kişilere ait… River Plata ve Boca Jr. isimli iki futbol takımları var.” derken, bir yanı Medrese, öte yanı saat kulesi benzeri Arap etkisi taşıyan minareleriyle, -küçük kız kardeşin “Takiyye Camii” dediği- çok geniş bir alana yayılmış modern cami, ancak bir cephesiyle, Fahd Koleji kapısından fotoğraflanır. Grubun en yaşlı üyelerinden bir beyin, “cami sözcüğünün dört büyük meleğin adının baş harflerinden geldiği” iddiasıyla, rehberin, sözcüğün temelinin cem yani toplanma köküne dayandığı fikrinde mutabakat sağlanamadan, yeniden yola koyulan minibüsten, Florida Caddesi başında inen “abla” küçük grubunun, günün kalanıyla ilgili planı La Boca’ya gitmek!
Trafiğe kapalı, Noel süslü şık, marka satan dükkânlarıyla uzun caddeyi, bakına bakına, bir yerde bir kavanoz Dulce du Leche (Arjantinli’lerin, çok sevdikleri krem karamel yanında servis ettiği, evde, iki bisküvi arasına sürülerek yenen karamelli sütlü tatlı) alışverişi, bir yerde de metalik gümüş boyalı -bir çeşit- Meryem’li fotoğraf molasıyla bitiren dörtlü, ulaştıkları 25 Mayıs Meydanı’ndan bir taksiye binerek, La Boca‘ya giderler.
İndikleri yer, önündeki platformda genç bir çiftin tango yaptığı Cafe La Ribera… Güzel gösteri ardından bir de birlikte fotoğraf çektirip, farklı tarzlarda yaptıkları resimlerini satan ressamlar, takı, giysi, hediyelik eşya tezgâhları arasından, Maradona, Carlos Gardel, Eva Peron, çamaşır yıkayan kadın, fahişe… maket/heykellerinin durduğu balkon, merdiven altı ve köşe başlarını geçerek Caminito Teneke Mahallesi’nde yaptıkları gezintiden sonra, kendilerine “tango+yemek=10 USD” yazılı bir kart veren, -tek kelime İngilizce bilmeden- “Maradona, Boca Jr…” diyerek sohbet açan, sonunda da trafikte, yan arabadaki başı dışarıda köpekle ilgilenen “abla” grubuna, çıkarıp kendi köpeğinin resmini göstererek, içinde bulunulan şartlar altında bundan daha iyisi imkânsız! sıkı ahbaplık eden şoförden ayrılır, San Martin Alanı’ndan yürüyerek otele dönerler.
Akşam yemeği, en eski Tango evlerinden olduğu söylenen, duvarları eski resimlerle bezeli, büyük olasılıkla eski hâlini, bir şarap mahzenini andıran çok hoş La Ventana’da… Yemeğe giderken rehberin tango hakkında söyledikleri; “Başlarda sadece erkeklerin yaptığı (“abla”nın, Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda izlediği ve sadece erkeklerin birbirleriyle dansetmesine şaştığı ve daha da şaşarak çok erotik bulduğu gösteri, anıları arasındaki yerini korumakta) tango, Carlos Gardel ile saygınlık kazanmış, Astor Piazzola ile modernize olmuş… 1940’larda altın çağını yaşamış, 60’larda saç çekme türünden şiddet içerirken şimdilerde technotango’ya dönüşmekte…”
Tangonun söylendiği, en zarifinin yapıldığı, arada El Condor Pasa’nın bulunduğu yerel müzikle zenginleşen yemek sırasında, “abla”nın ortanca kız kardeşinin, 24 yaşındaki yerel rehbere yönelttiği “Lâtin erkekleri söylendiği kadar romantik mi?” sorusunu, Florentina gülümseyerek “başlı başına bir konu, gençler arasında pek çoğu eşcinsel… Romantiktirler ama seksüel açıdan Türk erkekleri daha iyidir, bana söylenen... Arjantin erkekleri, nazik, entelektüel ve çok çekici… evlenene kadar, sonra maço! Alt eğitim düzeyi çok iyi sevgili ama evlenmek için daha eğitimlisi seçiliyor. O zaman bir sevgili ruhu okşarken eş…” diyerek yanıtlarken, ortancanın “nasıl, iki eşlilik mi?” sorusuna da “biz o kadar iyi Katolik değiliz” deyip, sözlerini “seks için diğer ülkelerden, ülkenize gelen kadınlar var, erkeklerinizin kıymetini bilin, Türk kadınları seks için yurtdışına çıkmaz!” diyerek “abla”yı afallatan, sevimli bakış açısıyla yemeği soğuyana dek konuşan Florentina, gece sonunda meslektaşı için bir minik pasta getirtir, grup, etiketi yırtmaçtan sıyrılmış güzel bir çift bacakla süslü şarapla doldurdukları kadehlerini kaldırıp, rehberin yeni yaşını kutlarlar.
17 Ocak 2009 Cumartesi
13 Aralık 2008, Plata Nehri Delta/Tigre gezisi’nde “abla”, kız kardeşleri ve teyze ilginç bir yaşam biçimine tanık olurlar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder