10 Ocak 2009 Cumartesi

Rio'luların 7 Aralık’ı, Türk turist grubu için 7 Haziran anlamında: Atlantik'in tuzunu taşıyan rüzgâr, çok sıcak ve nemli.

Banyonun duş küvetini yatak odasından ayıran cam içi jaluzili penceresiyle ilginç odaların dizildiği koridorun sonundaki kahvaltı salonu, tepeler, orman ve denizi panoramik gören balkonuyla, rehberlerinin “sizler için muhteşem manzaralı terasta kahvaltı ayarladım” dediği kadar var!

İlk bakışta, “krizin yansıması olsa gerek” diye yorumladıkları açık büfe, otelin yıldız sayısına yakışmayacak kadar alçakgönüllüyse de, mango, papaya, Mısır’da guava adıyla tanışıp sevdikleri goiaba, yıldız dilimli carambola, -küçük kız kardeş Güneydoğu Asya’yı gezerken rastlamamış olsa, neresini nasıl yiyeceklerini bilemedikleri, içerdiği passiflorin etki yüzünden, sinirli insanlara ve sakinleşmek bilmeyen bebeklere verildiği söylenen, duyguları öne çıkarttığından Amerikalıların Passion Fruit dedikleri- maracuja, incir… tropik meyve dolu kaplar, “abla”, kız kardeşler ve teyzeyi mutlu etmeye yeter, artar. Anlamadıkları, herkesin nasıl bu kadar erkenden kalkıp kahvaltı ettiği… Görünüşe göre 24 kişilik gruptan, tropik meyve seven, kendileri dışında, başlarda 7-8 kişi varken, iki sabah sonra kimsenin kalmayışı! Esrar, kahvaltıda omlet isteyip istemediklerini soran çalışanların, tur katılımcıları gibi azalıp ortadan kayboldukları üçüncü gün kahvaltısı sonrası, otobüse bindiklerinde, herkes gibi kendilerini de Portekizce söylenişiyle, neşeyle “bon cia!” diye selamlayarak karşılayan rehberin, “sizi sabah kahvaltıda göremedim!” demesiyle çözülür.

Krizin etkisi iptaller yüzünden, almayı planladıkları ekstra tur listesindeki fiyatlara yapılan eklentilerden, daha havaalanındayken haberdar olan -ve sineye çeken- dörtlünün ayakları nihayet, suya erer; anlaşılan, “muhteşem manzaralı” kahvaltı salonu, -belli ki- ekonomik olması yüzünden önerilmiş ama, tropik meyveye, “abla”, kız kardeşleri ve teyze kadar düşkün olmayan katılımcılar, giriş katındaki sıcak büfesi de olan daha zengin kahvaltıyı tercih etmişler!

Güney Amerika’da, bizim 7 Haziran’ımıza denk gelen 7 Aralık 2008 sabahı, Rio de Janeiro’daki ilk sabahlarında, zemin katta asansör değiştirmeleri gerektiği öğreninceye dek dolanan, otel girişindeki tur otobüsüne dar yetişen “abla” ekibinin yolu, bir de, Türk olduklarını öğrenen, ellerindeki kabartma plakalarda Galatasaray yazan satıcılar tarafından kesilir.

Bisikletler için bir gidiş bir dönüş bandı yanında, arabalar için üçer şeritli gidiş ve geliş bantları, okyanus boyunca geniş Copacabana, İpanema, Leblon… Plajları’nı ayıran enli, desenli, ülkemiz ikliminde, saksılarda naz-niyaz zorlukla yetişen bitkilerin ağaç halleriyle süslü kaldırımları Atlantik Caddesi’ne öyle bir ferahlık sağlamış ki, öteki kenarına dayanmış, uzaktan bakana uzun yüksek bir duvar sırası gibi görünen gökdelenler, hiç de rahatsız edici değil!

Otobüs durur, katılımcılar iner; Bir kenarında açık, karşısında kapalı locaların bulunduğu 800 metrelik boş beton yolda –görünüşte- olağanüstü bir şey yok! Yerel rehber Fernando’nun anlatırken “opera” sözcüğünü kullandığı, Şubat’ta yapılan Karnavalda, 14 ünlü Samba okulunun 4000 öğrencisinin geçiş yaptığı beton yolun yan tarafından gelen fıkır fıkır müzik üzerine o yana seğirten grup, yolun ışıltılı pırıltılı halini nakleden görüntüler önünde, akıl almaz zenginlikte Karnaval kostümleriyle fotoğraf çektiren başka turistlere rastlarlar. Anlatılana göre, Karnavala bir hafta on gün kala gelip kurslara katılan meraklılar arasında en çok İsveçli ve Japon varmış. Beton yolun adı; Samba yarışı yapılan yer anlamına, Sambadromo.

Otobüste, karşıdaki erkek ise “obrigado”, kadın ise “obrigada” diyerek teşekkür etmeyi öğrenen grup bu kez, futbolda beş kez Dünya şampiyonu olmuş Brezilya’nın, 1950’de inşa edilmiş 85 bin kişilik ünlü stadı, tam adıyla Maracana Estadio Mario Filho girişi önünde, akşam, Fernando’ya göre “Sao Paulo’nun alacağı belli” şampiyonluk maçı oynanacağından içeri giremeyip, teyzenin kardeşi, “abla”nın dayısı için bol bol fotoğraf çekilir.

Rehber, kökenleri dolayısıyla yerel halkın çoğunluğunun İtalyan ve İspanyol olmak üzere ikinci bir pasaportu daha olduğunu anlatırken, grup, eski, güzel dönemde kentin bohem sanat merkezi olan Lapa’yı geride bırakır; zenginlerin su ihtiyacı için 1725’te yapılan Su Kemeri altından geçerek, Rio’nun Koruyucu Azizi San Sebastian’ın adıyla anılan, -mimarisinde Maya’lardan izler taşıyan, 105 metre çaplı kesik koni, 96 metre yüksekliğindeki tepesinde ışıklara bağlanan dört ayrı bant, rengârenk vitraylarla süslü- Katedral’e ulaşır. Raylar üzerinde hareket eden sürgülü büyük demir kapıları açıkken bir duvarı yokmuş gibi görünen Katedralde ayin sürerken bir köşesinde, yaklaşan Noel dolayısıyla, üzerinde kuyruklu yıldızıyla samanlık ve bebek İsa düzenlemesi var.

Rehber “Portekizliler, 20 Ocak 1565’te gördüklerini nehir sanıp, Ocak Nehri ismini veriyorlar, Brezilya adı ise kırmızı renkli Brasil odunundan geliyor… yerliler şekerkamışı tarımı için köleleştiriliyor, daha sonra Kuzey Afrika’dan gelenlerle birlikte, altın madenlerinde, kahve plantasyonlarında çalıştırılırken… 2. Don Pedro 1822’de bağımsızlık ilan ediyor, Rio 1960’a dek başkent… şehir içinde 33 plaj var… bazı araçlar, şeker kamışından mamul alkolle çalışıyor… manzaralı bir evin fiyatı 1 milyon dolar” diyerek sözünü bitirir, grup tekrar otobüsten inip biri –üzeri kaya tırmanışı yapan, birbirine iplerle bağlı, ortancanın karıncalara benzettiği sporcularla kaplı- yassı, diğeri diklemesine duran çok büyük iki kayadan ikincisine teleferikle çıkmaya hazırlanırlar. Yerlilerin şeker somununa benzetip Pande Azucar adını verdiği tepenin İngilizce ismi Sugar Loaf.

Teleferikle ulaşılan noktada, muhteşem manzaraya hâkim terasta, çepeçevre dolaşarak fotoğraf çekilirken, bir yükselti üzerinde modern, zarif bir genç kız heykeli ve ayakucundaki plakette yazanlar: Rio (mythological Guanabara) by Remo Bernucci; The skirt-The waves of the sea; The curved waist-The beaches; The breast-The mountains; The hair-The forests; The silhoutte-The gracefulness of the carioca woman; And at the foot of the statue the ibis. (Poetic wiew of Rio de Janeiro by Cristovao Leite de Castro)

Otobüs, şehir turunu noktalayacakları, değerli taş üreticisi, 900 kişinin çalıştığı 30 katlı H. Stern Mağazası önünde durur. Girişte caipirinha ikramından sonra, üzerinde Kurban Bayramınız Kutlu Olsun yazılı, şeker dolu bir kutuyla, Brezilyalı eşinin peşinden gelip buraya yerleşmiş Hasan Bey’in karşıladığı grup, değerli taş işçiliğini camekanlar ardından izlerken anlatılanlar; “Brezilya, değerli taş üretiminde, Dünya’da ilk sıralarda yer alıyor, Aquamarin’in %90’ı, Zümrüt’ün %55’i Brezilya’dan çıkıyor, kaliteyi renk ve koyuluğu belirliyor… Kraliyet Topazı, Dünya’da sadece Brezilya’da, açık ocaktan elde edilmekte, tükendiği için de giderek değer kazanması bekleniyor… elmas geleneksel biçimde nehir yataklarından…” “Abla” geniş vitrinlerdeki çok değişik renklerdeki taşların renklerini adlarına denk getirmekle meşgul; Kraliyet Topazı, kehribar tonları; Ametist, mor; Sitrin, sarı; Turmalin, kırmızı, yeşil… renk geçişleri içeren taşlar, tavandan sarkan zincire bağlı cam piramitler içinde, zarif biçimde sergilenmekte…

Mağazadan çıkıp, sokağı diklemesine keserek deniz kenarına inen dörtlü, plajlar boyunca kumdan yapılmış Feliz Navidad yazılı Noel Baba heykellerini, rüzgâr sörfü yapanları, büfelerin yanında delik tepesinde birer kamışla suyu içilip çöpe atılmış Hindistan Cevizi yığınlarını, arabalarda satılan tulumba tatlısı benzeri hamur işini, alevli şiş kebapları, kumda tente altında masaj masası üzerinde hizmet verenleri, gitar çalanları, dans edenleri… izleyerek, otele dek yürür.

Akşam yemeği Esspaso Brasa’da; Etin, akla gelebilecek her şekli, döner şişlerine takılı servis edilmekte, açık büfede ise meyvelerle pişmiş ya da çok baharatlı etler serviste… Gözü, duvardaki aynanın bir karış üzerinde döşeli rayda yolculuk eden oyuncak trenin tekrar geçişini kollayan “abla”ya göre "Brezilyalı’ların vejeteryan olması mümkün değil!"

Gece, Plataforma’daki Samba Gösterisi ile sona erer; perde açılmadan, ülkesinin beş Dünya Futbol Şampiyonluğu’nu açıklar nitelikte, 15 dakikadan fazla top sektiren bir genç kız, ardından özel kas yapıları yüzünden ayrı güzel, zenci ve melez bedenlerin kıvrak sambaya eşlik edişi, erkeklerin uyumlu harketlerle yaptıkları çok estetik bir çeşit dövüş dansı, yerli geleneğinin izlerini taşıyan kostüm ve melodiler, izleyicilere kendi dillerinde -Türkiye’ye de “Kâtibim” eşliğinde- “merhaba” diyen sunucu…

Hiç yorum yok: