31 Temmuz 2014 Perşembe, uyandırma
yok! Rahatça uyanan “abla” ve kardeşleri, Bali’deki son günü gönüllerince
değerlendirmek üzere indiklerinde, türlü milletten insanın doldurduğu kahvaltı
mekânının, canlı müziği de bastıran kalabalığına tanık olurlar. Ertesi gün
geçilecek Sulawesi için, önerildiği üzere sıtmaya karşı koruyucu bir hapın yanı
sıra küçük kardeşin getirdiği karaciğer desteği birer kapsülün, riskli bölge
terkedilene dek alınması kararlaştırılır.
Bali’ye
indikleri ilk günün öğle sonrası çekilen deniz sabah saatlerinde geri dönmüş, emre
amade! Bir gün önce yere yapışmış duran, deniz sporları yapanları yüzenlerden
ayıran dubalar olmaları gereken yerde; hareketli su, kıyıda medcezir yüzünden
bulanık, ılık.
Otelin,
İtalyan mutfağı vasıflı lokantasında, domates soslu zeytinli ekmek aperitifi
izleyen soslu kızarmış piliç, buharda pirinç, Bali baharatlı acılı börülce ile passion
fruit soslu siyah pirinç tatlısından oluşan lezzetli öğle yemeği için bir araya
gelindiğinde, “abla” üçlüsü günün kalanını değerlendirme amacıyla tüyolar alır.
Yemek
sonrası ilk işleri, giysi değiştirmek ve Bali masajı için kasabaya inmek olur.
Otelden yürüyerek çıkıp bakınırken geniş cepheli güzellik evi Maria’da çalışan genç
kızların uzattığı zengin listeden, aromalı olanında karar kılan “abla” üçlüsü, güzel
kokuların salındığı tertemiz üç yatağa uzanır, 1 saat (100.000 rupi) sürecek masaj için kendilerini becerikli ellere bırakır,
süre sonunda da büyük bir iyilik hali içinde ayrılırlar.
Kardeşlerin
ikinci durağı, -yol kenarında kendileri
bekler gibi durmakta iri kıyım, özel araç taksi ile- rehberin tüyosu
üzerine, Belçikalı ressam Adrien Jean Le
Mayeur de Merpres’nin sahildeki müze evi: Bekçisinin sağı solu süpürmeye
ara verip, bilet kesip içeri aldığı kardeşler, ışıkları tören havası içinde tek
tek yakılan müzede, zamanında ikilinin kullandığı oymalı ahşap eşyalı odaları
gezerken, camlı dolaplarda korunmaya alınmış, İtalya, Cezayir, Fransa,
Hindistan, Tunus, Afrika, Tahiti’de yaptıkları arasında, 1927, ’28, ’29 tarihli
üç de “İstambul” resmine rastlarlar.
1932’de
geldiği Sanur’da (Bali) âşık olduğu
15 yaşındaki dansçı kızın resimlerini yapmaya koyulan, 33’te tanınınca kumsalda
bu toprağı alıp evini yapan ressamın gözde ve neredeyse tek modeli, sonradan
karısı olan dansçı. Çiçekli, havuzlu avluya yayılmış tek katlı binalar
ötesinde, ressamın meditasyon yaptığı veranda karşısında, küçük havuza bakan çiftin
çifte mezarı, -Le Mayeur Belçika’da
gömülü de olsa- yan yana. 1956’da eğitim bakanının ziyareti sırasında müze
olmasını önerdiği evi, eşinin ölümünden sonra 1985’te ölümüne dek karısı yönetmiş.
Otelde,
akşam yemeği sırasında sahnede, modern müzikle oryantalin yanı sıra sambanın da
yer aldığı figürlerle dans eden kızlara, bazısı tehlikeli sayılabilecek numaralarla
ateşbazlar eşlik eder. Kıvılcımlar saçan bir demir testeresinin enstrüman
olarak kullanılışı ise “abla”ya kalırsa, sesi olmasa, bayağı hoş bir buluştur.
Gecenin
son buluşmasını deniz kıyısındaki barda kuzini ve eşiyle yapan kız kardeşler,
Haziran sonu İstanbul’daki düğünlerinden sonra, Güneydoğu Asya’da yaşanan bu
şaşırtıcı buluşmayı bol fotoğrafla, internet elverdiğince eşe dosta naklen
duyurmayı borç bilir.
1 Ağustos 2014 Cuma, sabah 04:10’da
bavulları kapı önlerine çıkarıp Sulawesi’ye gitmek üzere lobide toplanan grup
kumanyalarını alır, araca biner, havaalanına yollanır. 1.5 saatlik uçuş sonrası
kendilerini karşılayan yerel rehber Matthew söze besmeleyle başlar. Yardımcısı
sempatik genç Ari ile -eski adı Selebes-
Sulawesi’deki gezi boyunca grupla birlikte olacaktır. Dağıtılan haritada
göründüğü kadarıyla Sulawesi dört uzun
yarımada arasına derin denizlerin girdiği tuhaf biçimli bir ada.
Rehber
çevirir: “Avustralya’ya dek tek bir kıta
iken son buzul çağında depremlerle kırılarak bu şekli almış; hayvanlar, deniz
kabukluları Bali’den Avustralya’ya dek aynı… Endonezya’nın doğusunu kontrol
etmek isteyen Portekizliler, Hollandalılar burayı ticaret, geçiş kapısı olarak
kullanmışlar. Adanın neresinde olursanız olun en fazla 100 km. sonra denize
ulaşırsınız…” Yolda bir ağacı işaretle, “Mila isimli meyve, elma gibi, kabuğu
sert, evleri farelerden koruyan bir meyve, bir nevi kedi meyvesi… Ujung Pandang, Makassar’ın diğer ismi,
adanın güneybatısında ticareti kontrol edecek biçimde yer alır.175.000
kilometrekare alanlı adanın en büyük şehri Makassar, Endonezya’nın 6. büyük
şehri. Serbest ticaret yanlısı krallardan biri, zamanında, altın, baharat, ipek
ve et saklamada kullanılan karabiber satışından kalan para ile Lizbon’da bir
kilise inşa ettirmiş. Parlak ticaret savaşlara neden olmuş. Müslümanlık
yayılırken Arap ve Malaylar geldi, 16. yy’da çok sayıda kale inşa ettirmiş iki
sultanlık var.”
İki
yanına, yarısı direkler üzerinde suda barakalar sıralı nehir ile yeşillikler
içinden Makassar’a girilip Rotterdam Kalesi’ne gidilirken “Hollandalıların alıp onardıkları, hapishane
olarak da kullanılan kaleyi 2. Dünya savaşı sırasında Japonlar ele geçirdi.”
Orijinal
modeli kaplumbağa olan, ilk haliyle ahşap kale, Hollandalılar zamanında taş ve
tuğla ile yenilenmiş; “Endonezya bir
bütün olarak kabul edilirse, tam orta noktasını belirleyen anıt…” ile
kalenin fotoğraflanması için mola sırasında şenlikli kalabalık bir aile grupla
fotoğraf çektirmek için sıraya girer.
“Abla”
üçlüsünün Hindistan’da rickshaw, Küba’da, Peru’da bicitaxi, Tayland’da tuktuk
adıyla deneyimledikleri; (birkaç sözcüğün
baş harflerinden) bajaj, önde
iki kişinin taşındığı, bisiklet ya da motosiklet tarafından itilen taşıtlar
yanı sıra bol miktarda motosiklet, ardına takıldıkları tankerle akıp giderken
tarihi liman bölgesine gidiş yolu bir kamyon tarafından tıkanır.
Grubun,
egzos yoğun aşırı sıcakta yürüyerek gezdiği nehir/liman girintisi, onca
yoksulluğa karşı, bembeyaz dişlerle gülerken sarılmaya da teşne, şen insanlarla
dolu. Tertemiz, son derece şık genç bir kız, motosikleti üzerinde, toz duman
arasında yol alırken fotomontaj gibi durur. Sonunda varılan tarihi limanda -Paotere
the Pinisi-, Bugis adı
verilen denizcilerin, tüccarların yüzlerce yıldır kullandığı geleneksel Pinisi tekneleri fotoğraflanır. “Eskiden yelkenli iken şimdilerde çoğu
motorlu; büyük olanlar ile dar, ufak görünüşlerine karşın, önde iki araba, arka
güvertede ise buzdolabı, TV gibi eşya rahatça taşınıyor, Avustralya’ya dek
gidip geliyorlar; ufak tekneler ise çevre adalara tarım ürünleri taşıyıp
balıkçılık için kullanılıyor.” Aşırı sıcağın sersemlettiği “abla”, dehşet
içinde notlar alırken, bunca yoksulluğu nasıl yazıya dökeceğini düşünedursun,
oyunlarına ara vermiş küçük oğlanlar, fotoğraf çekenlere kahkahalarla poz
vermekte!
Yola
koyulan gruptan sorulan “Sulawesi tümüyle
Müslüman mı?” sorusu, “Kuzeyde
Müslümanlar çoğunlukta, güneyde %75; onları Katolik ve Protestanlar sonra
Budist ve Hindular izliyor”; “Azınlıklara
karşı davranışları nasıl?” sorusu ise “Müslümanların
bir eyleminde, Kota’da bir diskotekte birkaç yıl önce birkaç yüz kişi öldü ama
toparlandılar.” yanıtı alır.
Kuzeye
giden yol, sağlı sollu muz ağaçlı ve açık; üç beş ev, bir iki tarım alanı yanında
adım başı, yerden sütunlarla yüksek, verandalı, gümüş ya da sırlı seramik
ışıltılı soğan kubbeli, köşeli minareli camiler, kurutulmuş balık yengeç satan
dükkânlar, plastik filelerde tezgâhlara dizili, çatılara asılı muhteşem zenginlikte
rengârenk meyveler, karpuz yığınları, pet şişelerde meyve suları… Bali’deki taş
işçiliği harikası heykeller Sulawesi’de yerlerini, mezar taşlarına bırakmış.
“Dünya’nın tüm kelebeklerini barındıran Maros Bölgesi’ndeyiz… Bölgenin en
önemli geliri çimentodan, dağlardaki taşları öğütüyorlar… Sözleri muteber
Şıh’lar vardır, toplulukları idare ederler.”
Bol
motosikletli yolun bir yanında, yol kıyısına dek pirinç kurutulan bezler
serili, ördeklerin mutlu mutlu dolaştığı, sele/sıcağa karşı korunma amacıyla
yerden sırıklarla bir kat yükseltilmiş, bazısı, yeşil, kiremit rengi sırlı
seramik çatısı ışıldayan evler; diğer yanı birbirinden ayrı öbekler halinde,
fazla yüksek olmayan, bitkilerle kaplı, -“abla”ya
Çin’de, nehir gezisi sırasında Guilin’de gördükleri karstik yapıyı hatırlatan-
dağlar.
Deniz
yola paralel giderken, “Barru Bölgesi’ni geçtik, Makassar
geçidi solda… Yemek 1 saat sonra.”
Tıklım
tıklım camiler Cuma namazına hazırlanmakta. Parlak sırlı seramikle kaplı,
ortalarına çakılı taşlar -iri erkek, ufak
kadın- mevta bilgisi taşıyan, Çinlilere ait bir mezarlık.
Kuzeye
çıkarken, denizden ayrılıp, içe sapılan yol ayrımında, Makassar Körfezi’ne uzak
bir tepeden bakan, -kenarda ışıltılı bir
gelin damat köşkünün de bulunduğu- lokantada, öğle yemeğinde kuşkonmaz
çorbası, balık, karides ve Çin usulü sebze ile karpuz iri kâselerle masalara
serpiştirilir, grup servisi kendi yapar.
Yolda,
çok düzgün, bakımlı bahçeler içindeki zengin evler yanında büyük, yeni, bol
minareli Pare Pare merkez camiinin
soğan kubbesi, baklava şekilli yeşil, mavi sırlı seramikle şavkımakta.
“Çatılardaki üçgen biçimli kavuşumların nedenleri; -Bugislerin
animist inançlarının bir devamı olsa gerek- rüzgârda
sesler ruhları çağırıyor, Müslümanlar
ile namaste arasında bir paralellik kuruyor, güneş saati olarak kullanılıyor...
Bugis halkı Çin etkisiyle ipek işlemede usta… 5 saat daha yolumuz var.”
“Toraja halkı %65 Protestan, %17 Katolik,%6 İslam,
%6 Hindu; beş-altı tane lehçeleri var. Defin törenleri ilginç, Temmuz-Ağustos’a
denk getirmeye çalışıyorlar. Ölü, az ışık gören bir odada, bazen ilaçlanarak
bekletilir, bu süre boyunca asla ölümden söz edilmez, “hasta kişi” olarak
anılır, yiyecek sunulur. Törenlerin doğru zamanını, yıldızlara, ağaçlara
bakarak saptayan kişiler vardır. Adedi 700 milyon TL’den, 15-20 Asya Mandası (bufalo) kesilmesi gelenek
olmuş törenlerde aileler, köyler birbirlerini mahcup etmiyorlar.”
Tüylü
kırmızı kabuklu, tatlı Rambutan ile Liçi yığılı tezgâhtan alışveriş yapılan
meyve molası sonrası grup yeniden yola koyulur.
“Toraja Halkı için Asya Mandası önemli, evin ön cephesini -kökenlerinin
denizci anısına, tekneye benzettikleri- çatıya
dek boynuzlarla süslerler. Ev yatırım amaçlı değil, ailenin yaşadığı yerdir, eskiden
bir arada yaşarken şimdilerde aile büyüdükçe yeni yapılan evlere geçiş var.”
Saddang
Nehri üzerindeki köprü aşılır, Selamat
Enrekang yazılı ahşap kemer altından bölgeye girilir. 17:30’da inilen,
girişi alçakgönüllü mola yeri, arkada akıl almaz genişlikte bir panoramaya
bakar: Derinde köpüklü bir ırmak, kısmen ağaçlı, birbirine dayalı dağlar
üzerinde, bastığı yeri sarmalayıp öperek ağır ağır ilerleyen bulutlar, aşağıda
bir patikada kırmızı kasklı, kırmızı bir motosiklet…
Bitişik
dükkân, sebze, meyve, kurutulmuş taze meyve ile pirinçli, mısırlı, bol
baharatlı çerez, Hindistan cevizi sütlü şekerlemeler satmakta. Turuncu bir anne
kedi “abla” üçlüsünden aldığı sevgi sinyalleri üzerine bacaklara sürünür.
Dışarının,
unuttukları sıcağını her inişlerinde, daha, Ari’nin özenle açtığı kapı dibinde hatırlatan
klima, araca bindikten bir süre sonra ise şallara bürünmeyi gerektirmekte.
Yol
nemli sıcakta yeşile bata çıka sürer; muz ağaçlarından ormanlar içinde, balkonlarına
çamaşırlar asılı, dibinde tavuklar ve bir köpekle ahşap derme çatma evlerin
merdivenlerinde, büyükler, yeniyetmeler, bebeler kucak kucağa bir arada.
“Abla”nın aklında Mevlâna’dan bir söz: “Mesul
olduklarınızla meşgul olun.”
İki
saat daha süren yolculuk sonunda Toraja’ya, 20:30’da Toraja Heritage Hotel’e varan grup yine, meyve suyu ve temiz havlu
ikramıyla karşılanır. Akşam yemeği ardından odalarına/evlere dağılan grubun,
çevrenin ihtişamını görebilmesi için ertesi sabaha, gün ışığına kavuşması
gerekir.
“Abla”nın
gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:
http://gezix.blogspot.com.tr/
Adrien
Jean Le Mayeur de Merpres görselleri:
Paotere
the Pinisi görselleri:
Toraja
Heritage Hotel görselleri:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder