12 Eylül 2014 Cuma

Dördüncü günü serbestçe değerlendiren “abla” grubu, beşinci gün Endonezya’nın Sulawesi Adası’na geçer, Makassar’a uğrar, Rantepao’ya varır.


31 Temmuz 2014 Perşembe, uyandırma yok! Rahatça uyanan “abla” ve kardeşleri, Bali’deki son günü gönüllerince değerlendirmek üzere indiklerinde, türlü milletten insanın doldurduğu kahvaltı mekânının, canlı müziği de bastıran kalabalığına tanık olurlar. Ertesi gün geçilecek Sulawesi için, önerildiği üzere sıtmaya karşı koruyucu bir hapın yanı sıra küçük kardeşin getirdiği karaciğer desteği birer kapsülün, riskli bölge terkedilene dek alınması kararlaştırılır.

Bali’ye indikleri ilk günün öğle sonrası çekilen deniz sabah saatlerinde geri dönmüş, emre amade! Bir gün önce yere yapışmış duran, deniz sporları yapanları yüzenlerden ayıran dubalar olmaları gereken yerde; hareketli su, kıyıda medcezir yüzünden bulanık, ılık.

Otelin, İtalyan mutfağı vasıflı lokantasında, domates soslu zeytinli ekmek aperitifi izleyen soslu kızarmış piliç, buharda pirinç, Bali baharatlı acılı börülce ile passion fruit soslu siyah pirinç tatlısından oluşan lezzetli öğle yemeği için bir araya gelindiğinde, “abla” üçlüsü günün kalanını değerlendirme amacıyla tüyolar alır.

Yemek sonrası ilk işleri, giysi değiştirmek ve Bali masajı için kasabaya inmek olur. Otelden yürüyerek çıkıp bakınırken geniş cepheli güzellik evi Maria’da çalışan genç kızların uzattığı zengin listeden, aromalı olanında karar kılan “abla” üçlüsü, güzel kokuların salındığı tertemiz üç yatağa uzanır, 1 saat (100.000 rupi) sürecek masaj için kendilerini becerikli ellere bırakır, süre sonunda da büyük bir iyilik hali içinde ayrılırlar.

Kardeşlerin ikinci durağı, -yol kenarında kendileri bekler gibi durmakta iri kıyım, özel araç taksi ile- rehberin tüyosu üzerine, Belçikalı ressam Adrien Jean Le Mayeur de Merpres’nin sahildeki müze evi: Bekçisinin sağı solu süpürmeye ara verip, bilet kesip içeri aldığı kardeşler, ışıkları tören havası içinde tek tek yakılan müzede, zamanında ikilinin kullandığı oymalı ahşap eşyalı odaları gezerken, camlı dolaplarda korunmaya alınmış, İtalya, Cezayir, Fransa, Hindistan, Tunus, Afrika, Tahiti’de yaptıkları arasında, 1927, ’28, ’29 tarihli üç de “İstambul” resmine rastlarlar.

1932’de geldiği Sanur’da (Bali) âşık olduğu 15 yaşındaki dansçı kızın resimlerini yapmaya koyulan, 33’te tanınınca kumsalda bu toprağı alıp evini yapan ressamın gözde ve neredeyse tek modeli, sonradan karısı olan dansçı. Çiçekli, havuzlu avluya yayılmış tek katlı binalar ötesinde, ressamın meditasyon yaptığı veranda karşısında, küçük havuza bakan çiftin çifte mezarı, -Le Mayeur Belçika’da gömülü de olsa- yan yana. 1956’da eğitim bakanının ziyareti sırasında müze olmasını önerdiği evi, eşinin ölümünden sonra 1985’te ölümüne dek karısı yönetmiş.

Otelde, akşam yemeği sırasında sahnede, modern müzikle oryantalin yanı sıra sambanın da yer aldığı figürlerle dans eden kızlara, bazısı tehlikeli sayılabilecek numaralarla ateşbazlar eşlik eder. Kıvılcımlar saçan bir demir testeresinin enstrüman olarak kullanılışı ise “abla”ya kalırsa, sesi olmasa, bayağı hoş bir buluştur.

Gecenin son buluşmasını deniz kıyısındaki barda kuzini ve eşiyle yapan kız kardeşler, Haziran sonu İstanbul’daki düğünlerinden sonra, Güneydoğu Asya’da yaşanan bu şaşırtıcı buluşmayı bol fotoğrafla, internet elverdiğince eşe dosta naklen duyurmayı borç bilir.

1 Ağustos 2014 Cuma, sabah 04:10’da bavulları kapı önlerine çıkarıp Sulawesi’ye gitmek üzere lobide toplanan grup kumanyalarını alır, araca biner, havaalanına yollanır. 1.5 saatlik uçuş sonrası kendilerini karşılayan yerel rehber Matthew söze besmeleyle başlar. Yardımcısı sempatik genç Ari ile -eski adı Selebes- Sulawesi’deki gezi boyunca grupla birlikte olacaktır. Dağıtılan haritada göründüğü kadarıyla Sulawesi dört uzun yarımada arasına derin denizlerin girdiği tuhaf biçimli bir ada.

Rehber çevirir: “Avustralya’ya dek tek bir kıta iken son buzul çağında depremlerle kırılarak bu şekli almış; hayvanlar, deniz kabukluları Bali’den Avustralya’ya dek aynı… Endonezya’nın doğusunu kontrol etmek isteyen Portekizliler, Hollandalılar burayı ticaret, geçiş kapısı olarak kullanmışlar. Adanın neresinde olursanız olun en fazla 100 km. sonra denize ulaşırsınız…” Yolda bir ağacı işaretle, Mila isimli meyve, elma gibi, kabuğu sert, evleri farelerden koruyan bir meyve, bir nevi kedi meyvesi… Ujung Pandang, Makassar’ın diğer ismi, adanın güneybatısında ticareti kontrol edecek biçimde yer alır.175.000 kilometrekare alanlı adanın en büyük şehri Makassar, Endonezya’nın 6. büyük şehri. Serbest ticaret yanlısı krallardan biri, zamanında, altın, baharat, ipek ve et saklamada kullanılan karabiber satışından kalan para ile Lizbon’da bir kilise inşa ettirmiş. Parlak ticaret savaşlara neden olmuş. Müslümanlık yayılırken Arap ve Malaylar geldi, 16. yy’da çok sayıda kale inşa ettirmiş iki sultanlık var.”

İki yanına, yarısı direkler üzerinde suda barakalar sıralı nehir ile yeşillikler içinden Makassar’a girilip Rotterdam Kalesi’ne gidilirken “Hollandalıların alıp onardıkları, hapishane olarak da kullanılan kaleyi 2. Dünya savaşı sırasında Japonlar ele geçirdi.”

Orijinal modeli kaplumbağa olan, ilk haliyle ahşap kale, Hollandalılar zamanında taş ve tuğla ile yenilenmiş; “Endonezya bir bütün olarak kabul edilirse, tam orta noktasını belirleyen anıt…” ile kalenin fotoğraflanması için mola sırasında şenlikli kalabalık bir aile grupla fotoğraf çektirmek için sıraya girer.

“Abla” üçlüsünün Hindistan’da rickshaw, Küba’da, Peru’da bicitaxi, Tayland’da tuktuk adıyla deneyimledikleri; (birkaç sözcüğün baş harflerinden) bajaj, önde iki kişinin taşındığı, bisiklet ya da motosiklet tarafından itilen taşıtlar yanı sıra bol miktarda motosiklet, ardına takıldıkları tankerle akıp giderken tarihi liman bölgesine gidiş yolu bir kamyon tarafından tıkanır. 

Grubun, egzos yoğun aşırı sıcakta yürüyerek gezdiği nehir/liman girintisi, onca yoksulluğa karşı, bembeyaz dişlerle gülerken sarılmaya da teşne, şen insanlarla dolu. Tertemiz, son derece şık genç bir kız, motosikleti üzerinde, toz duman arasında yol alırken fotomontaj gibi durur. Sonunda varılan tarihi limanda -Paotere the Pinisi-, Bugis adı verilen denizcilerin, tüccarların yüzlerce yıldır kullandığı geleneksel Pinisi tekneleri fotoğraflanır. “Eskiden yelkenli iken şimdilerde çoğu motorlu; büyük olanlar ile dar, ufak görünüşlerine karşın, önde iki araba, arka güvertede ise buzdolabı, TV gibi eşya rahatça taşınıyor, Avustralya’ya dek gidip geliyorlar; ufak tekneler ise çevre adalara tarım ürünleri taşıyıp balıkçılık için kullanılıyor.” Aşırı sıcağın sersemlettiği “abla”, dehşet içinde notlar alırken, bunca yoksulluğu nasıl yazıya dökeceğini düşünedursun, oyunlarına ara vermiş küçük oğlanlar, fotoğraf çekenlere kahkahalarla poz vermekte!

Yola koyulan gruptan sorulan “Sulawesi tümüyle Müslüman mı?” sorusu, “Kuzeyde Müslümanlar çoğunlukta, güneyde %75; onları Katolik ve Protestanlar sonra Budist ve Hindular izliyor”; “Azınlıklara karşı davranışları nasıl?” sorusu ise “Müslümanların bir eyleminde, Kota’da bir diskotekte birkaç yıl önce birkaç yüz kişi öldü ama toparlandılar.” yanıtı alır.

Kuzeye giden yol, sağlı sollu muz ağaçlı ve açık; üç beş ev, bir iki tarım alanı yanında adım başı, yerden sütunlarla yüksek, verandalı, gümüş ya da sırlı seramik ışıltılı soğan kubbeli, köşeli minareli camiler, kurutulmuş balık yengeç satan dükkânlar, plastik filelerde tezgâhlara dizili, çatılara asılı muhteşem zenginlikte rengârenk meyveler, karpuz yığınları, pet şişelerde meyve suları… Bali’deki taş işçiliği harikası heykeller Sulawesi’de yerlerini, mezar taşlarına bırakmış.

“Dünya’nın tüm kelebeklerini barındıran Maros Bölgesi’ndeyiz… Bölgenin en önemli geliri çimentodan, dağlardaki taşları öğütüyorlar… Sözleri muteber Şıh’lar vardır, toplulukları idare ederler.”

Bol motosikletli yolun bir yanında, yol kıyısına dek pirinç kurutulan bezler serili, ördeklerin mutlu mutlu dolaştığı, sele/sıcağa karşı korunma amacıyla yerden sırıklarla bir kat yükseltilmiş, bazısı, yeşil, kiremit rengi sırlı seramik çatısı ışıldayan evler; diğer yanı birbirinden ayrı öbekler halinde, fazla yüksek olmayan, bitkilerle kaplı, -“abla”ya Çin’de, nehir gezisi sırasında Guilin’de gördükleri karstik yapıyı hatırlatan- dağlar.

Deniz yola paralel giderken, Barru Bölgesi’ni geçtik, Makassar geçidi solda… Yemek 1 saat sonra.”

Tıklım tıklım camiler Cuma namazına hazırlanmakta. Parlak sırlı seramikle kaplı, ortalarına çakılı taşlar -iri erkek, ufak kadın- mevta bilgisi taşıyan, Çinlilere ait bir mezarlık.

Kuzeye çıkarken, denizden ayrılıp, içe sapılan yol ayrımında, Makassar Körfezi’ne uzak bir tepeden bakan, -kenarda ışıltılı bir gelin damat köşkünün de bulunduğu- lokantada, öğle yemeğinde kuşkonmaz çorbası, balık, karides ve Çin usulü sebze ile karpuz iri kâselerle masalara serpiştirilir, grup servisi kendi yapar.

Yolda, çok düzgün, bakımlı bahçeler içindeki zengin evler yanında büyük, yeni, bol minareli Pare Pare merkez camiinin soğan kubbesi, baklava şekilli yeşil, mavi sırlı seramikle şavkımakta.

“Çatılardaki üçgen biçimli kavuşumların nedenleri; -Bugislerin animist inançlarının bir devamı olsa gerek- rüzgârda sesler ruhları çağırıyor, Müslümanlar ile namaste arasında bir paralellik kuruyor, güneş saati olarak kullanılıyor... Bugis halkı Çin etkisiyle ipek işlemede usta… 5 saat daha yolumuz var.”

“Toraja halkı %65 Protestan, %17 Katolik,%6 İslam, %6 Hindu; beş-altı tane lehçeleri var. Defin törenleri ilginç, Temmuz-Ağustos’a denk getirmeye çalışıyorlar. Ölü, az ışık gören bir odada, bazen ilaçlanarak bekletilir, bu süre boyunca asla ölümden söz edilmez, “hasta kişi” olarak anılır, yiyecek sunulur. Törenlerin doğru zamanını, yıldızlara, ağaçlara bakarak saptayan kişiler vardır. Adedi 700 milyon TL’den, 15-20 Asya Mandası (bufalo) kesilmesi gelenek olmuş törenlerde aileler, köyler birbirlerini mahcup etmiyorlar.”

Tüylü kırmızı kabuklu, tatlı Rambutan ile Liçi yığılı tezgâhtan alışveriş yapılan meyve molası sonrası grup yeniden yola koyulur.

“Toraja Halkı için Asya Mandası önemli, evin ön cephesini -kökenlerinin denizci anısına, tekneye benzettikleri- çatıya dek boynuzlarla süslerler. Ev yatırım amaçlı değil, ailenin yaşadığı yerdir, eskiden bir arada yaşarken şimdilerde aile büyüdükçe yeni yapılan evlere geçiş var.”

Saddang Nehri üzerindeki köprü aşılır, Selamat Enrekang yazılı ahşap kemer altından bölgeye girilir. 17:30’da inilen, girişi alçakgönüllü mola yeri, arkada akıl almaz genişlikte bir panoramaya bakar: Derinde köpüklü bir ırmak, kısmen ağaçlı, birbirine dayalı dağlar üzerinde, bastığı yeri sarmalayıp öperek ağır ağır ilerleyen bulutlar, aşağıda bir patikada kırmızı kasklı, kırmızı bir motosiklet…

Bitişik dükkân, sebze, meyve, kurutulmuş taze meyve ile pirinçli, mısırlı, bol baharatlı çerez, Hindistan cevizi sütlü şekerlemeler satmakta. Turuncu bir anne kedi “abla” üçlüsünden aldığı sevgi sinyalleri üzerine bacaklara sürünür.

Dışarının, unuttukları sıcağını her inişlerinde, daha, Ari’nin özenle açtığı kapı dibinde hatırlatan klima, araca bindikten bir süre sonra ise şallara bürünmeyi gerektirmekte.

Yol nemli sıcakta yeşile bata çıka sürer; muz ağaçlarından ormanlar içinde, balkonlarına çamaşırlar asılı, dibinde tavuklar ve bir köpekle ahşap derme çatma evlerin merdivenlerinde, büyükler, yeniyetmeler, bebeler kucak kucağa bir arada. “Abla”nın aklında Mevlâna’dan bir söz: “Mesul olduklarınızla meşgul olun.”

İki saat daha süren yolculuk sonunda Toraja’ya, 20:30’da Toraja Heritage Hotel’e varan grup yine, meyve suyu ve temiz havlu ikramıyla karşılanır. Akşam yemeği ardından odalarına/evlere dağılan grubun, çevrenin ihtişamını görebilmesi için ertesi sabaha, gün ışığına kavuşması gerekir.

 

“Abla”nın gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:

http://gezix.blogspot.com.tr/

Adrien Jean Le Mayeur de Merpres görselleri:


Paotere the Pinisi görselleri:


Toraja Heritage Hotel görselleri:

Hiç yorum yok: