16 Mart 2016 Çarşamba

“Abla”nın Meksika, Guatemala, Honduras gezisi 2: Mexico City


24 Ocak 2016 Pazar sabahı, az sayıda ama iyi niyetli, gayretli personelin koşuştuğu kahvaltı çok zengin; et yemekleri, fasulye, tako, tropik meyveler, yoğurt, peynir…

Mexico City’nin 2200 m. rakımı yüzünden hava soğuk; Patricia, “ü” sesi üzerinde çalışıp “günaydın” demeye uğraşırken ikinci rehber Jose ile tanışan grup şehir turu için yola koyulur. Oteller gibi araçlarda da ısıtmaya ihtiyaç duyulmuyor, soğukla nasıl başa çıktıkları sorusunu Jose, “Giyinerek!” diye yanıtlar.

“1940’larda ilk otel restoranın açıldığı Zona Rosa (Gül Semti), Ripley Modern Sanat Müzesi… Pazar mangal günüdür, kuzu eti kaktüs yaprağında pişirilir. Mısır yaprağında baharatlı mısır bulamacı tipik kahvaltıdır.” Eski Yunan izi taşıyan 18-19. yy. Kolonyal bölge; “…burası modern kentin başlangıcıdır…

1862-1865 arası Napolyon’un emriyle Reforma Meydanı ortasına dikilen Kolomb heykeli, Pazar günleri 15:00’e dek trafiğe kapalı geniş caddelerden buraya akan bisikletlileri, koşucuları gözlemekte.

“Dört ayak üzerindeki kubbe, Devrim Anıtı… 1966’dan bu yana metro var…” Başı kalabalık -“abla”nın Peru’dan tanıdığı- Tamales tezgâhını işaretle, “Mısır unu lavaşa, kıyma sebze konup kapatılır, kızartılır…” Geniş caddede dizili büyük eski binalar, “Son Aztek kralının hapsedildiği zemini çökmüş kilise, Cortes’in evi, Santa Cruz Kilisesi, vitrayları 1904’te Amerika’dan getirilmiş Güzel Sanatlar Binası… Ada üzerine kurulan, kamışlarla yükseltilen toprakta tarım yapılan kentin ağırlığı arttıkça şehir çökmekte, 3 m aşağıda su var…”

Oniks, siyah, yeşil mermer ve bronzla yapılmış, -%80’i Katolik, %10’u Protestan, %5’i Musevi- halkın, çocuklarını, 6 Ocak’ta ilk mektuplarını postaya vermek üzere getirdikleri, son Bond filmine de ev sahipliği yapmış 1904 tarihli görkemli Posta Binası’nı, 1921’de ilk anayasayı yazan sömürgecinin -adamı görmezden gelen ahalinin AT dediği- at üzerindeki, kuytuya konmuş heykeli izler.

Alt katındaki pasaja zengin bir eczanenin yerleştiği, taş oymalı Çinili Ev’in üst katları, saçları filede parlak renkli yerel giysili kızların servis yaptığı, duvarları Cortes’in yerli karısının resimleriyle süslü, yüksek tavanlı, aynalı, şıkır şıkır avizeli geniş lokanta ve pastane salonlarıyla dolu. (Kahve 22 Peso, kaktüs ananas suyu 49 Peso)

Çökmekte Aziz Francis Kilisesi içinde altın varak ışıltısında, yerli kültürlerle harmanlanıp yeniden yorumlanmış Koruyucu Meryem düzenlemesi süregelen ayini dinlemekte.

1910’da niyetlenilen anıtın sadece kaidesi yapıldığından, -kaide anlamına- Zocalo, bir yanda Metropolitan Katedrali, diğer yanda Hükümet Sarayı ile kuşatılmış; Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun toprak reformu konulu toplantısına 840 km öteden gelen 100.000 yerlinin katıldığı, Dünyanın en büyük meydanlarından biri.

Görülesi Hükümet Sarayı bahçesi, gelişkin, çeşidi bol kaktüs düzenlemesiyle çok zengin. Duvarlar boyu Meksika tarihini anlatan detaylı resimler Meksikalı ressam Diego Rivera’nın elinden çıkma.

Merdivenlerin karşısına gelen duvar resmiyle başlayan Jose anlatır: “Farklı yerli kabileleri arasında yüzü tek açık atlı Cortes, mağlup yerlilerin yüzlerinin kölelikle damgalanışı… Daire Tanrısal sembol olduğu için tekerlek kullanılmamış… Komünist devrim, Meksika Devrimi, Sanayi Devrimi başlangıcı, rahibin hayat kadınını öptüğü sahne kilisenin yozlaşmasını simgelemekte… Daha iyi bir hayata inşaatla geçilir fikrindeki Rivera’nın düzenlemesi altında Rus ilk eşi ve ikinci eşi Frida Kahlo… 1862’de Fransızlara yenilen yerlilerin toprak verişi… 1910 Zapatist Devrim… Fetih öncesi ada üzerindeki kentin, üç kapıdan girilen, kanallar üzerindeki ilk yerleşimi, İspanyolların tanımadığı domates, patates, kakao takas sahnesi, dokunan kumaşın doğal malzemeyle boyanışı, altın, gümüş hasadı, işlenişi; tropik meyve, mısır, kakao tarımı panoları yanında 30 günden fazla dayanmadığı için ticarete sokulmayan chico sapote; dokumacılık, kâğıt vs. yapımında kullanılan kaktüs… Yerlilerin aile armalarıyla damgalanışı… Diego frengiden ölen Cortes’in yüzünü çirkin ve yeşil çizmiş… Hıristiyanlığa direnenlerin asılışı, servetin el değiştirmesi…”

Bağımsızlığın ilan edildiği, kubbesi, ışınlar yayan piramitten bakan gözle süslü, yarım daire düzenli Kabine Toplantı Odası’ndan çıkışta devlet adamları portreleri, eşyaları sergilenmekte.

İki çan kulesinden 24 çanın şenlendirdiği, yorgun kapıları orijinal, Peter’a adanmış kilise avlusundaki, 3 m derinde, eğreltiler arasından suyun, net biçimde göründüğü camla örtülü dikdörtgen delik, kentin batmakta oluşunun kanıtı!

Gece aydınlatılan Işık Anıtı’nı, iri taş Olmek kafaları sıralı –interaktif çocuk, müzik, teknoloji- müzeler alanı, lunapark, su bisikletlerinin yüzdüğü yapay göl izler.

Öğle yemeği için gidilen Ulusal Antropoloji ve Tarih Müzesi’nde, mimarı Pedro Ramirez’in avlu ortasına diktiği, tepesindeki tekerlekten şakır şakır sular akan devasa, gövdesi yılan, kartal, jaguar kabartmalı hayat ağacı düzenlemesi çok etkileyici.

Yemek masasında sürahiler dolusu, ebegümeci çiçeği ile renklendirilmiş koyu kırmızı tatlı su, grubun, izleyen günlerde de sık sık karşısına çıkacaktır.

Müzede, Jose’nin rehberliğinde dolaşılırken “abla” ufak notlar almaya çalışır: Çok sayıda Tanrı arasında en önemlilerden biri, kuş başlı, ellerinden sular damlayan yağmur tanrısı Tlaloc… Gündelik yaşamdan sahneler… İnsan kurbanları sırasında “Tanrı’nın ordusu”nda yer alma gönüllülerini rahatlatan şamanlar… Buzul Çağı’nda Asya’dan Bering Boğazı üzerinden göçler tezini destekleyen çekik gözlü figürinler… Enkarnasyon gereği yüzlerin kapatıldığı yarı değerli taş, çokluk yeşim maskeler…

Tikal Stelası’nda anlatılan: “Kurban, hamamda, buhar odasında temizlenir, peyote ile uyuşturulur, törenle sökülen kalbi dört yöne tutulur. Aztekler kalanı yerlerdi, şimdilerde aynı törenler domuzlarla yapılmakta…”

Karnında içine kalbin konduğu bir çanak taşıyan sırtüstü yatmakta Chacmool, törenlerin önemli bir figürü… Petrol yakılan kaplar… Piramit inşaatını anlatan resimler… Yerlilerin çok değer verdikleri turuncu deniz kabuklarından yapılma savaşçı zırhı… Yine deniz kabuklarıyla süslü bir çakalın ağzından çıkan savaşçı başı… Top sahasında bulunan taş halkalar… Azteklerin kölelerinin, sahipleri için yaptıkları objeler… Yivli bir blok, kurban taşı… “14.yy’da İspanyollarla karşılaştıklarında, onları, dönüşünü bekledikleri Tüylü Yılan sanmışlar… Güneş Diski, dil, kurban bıçağı formunda… Aztek mitolojisine göre insan dört kez yaratılıp yok edildi, biz beşinciyiz… Müzik önemli, doğumda da ölümde de kullanılıyor… İnsan kemiği üflemeli çalgı… Orijinali Cortes’e hediye edildiğinden Avusturya’da bulunan, parlak mavi quetzal tüyleriyle süslü Aztek başlığı…”

Dönüş yolunda Zona Rosa’nın bir bölümünden geçerken Jose’nin demesine göre “Burası gay’lerin takıldığı bir alan, aileler gelmeyince lokantalar başka yerlere taşınmaya başlamış… Zenginlerin yaşadığı bölümde suç oranı en yüksek…”

Mariachi’de yenen akşam yemeği Aztek çorbası ile başlar, sütlü bir tatlı ile sona erer. “Abla”nın, yanında, toprak maşrapayla sunulan narenciyeli sangria dışında ilgi duymadığı tekila, grubun daha genç üyelerince, yerinde denenir.

Jose’nin demesine göre, pantolonları iki yanı boydan boya minik çıngırak dizili Mariachi ismi aslında Fransızca “mutlu”dan gelmekteymiş, Garibaldi’nin torunlarından biri Zapatistaları desteklemeye geldiğinde duyduğu bu müziği çok sevmiş. Canlı şen şatır müziğe inat, lokanta girişinde, mangal koruna bağrını açmış bir oğlak dört ayağından gerilmiş, “abla” grubunun Güney Amerika gezilerinden tanıdık olduğu biçimde, sükûnetle ağır ağır dönmekte…




Ulusal Antropoloji ve Tarih Müzesi: https://www.youtube.com/watch?v=LdDLdGFIMYM

Hiç yorum yok: