4
Şubat 2016 Perşembe,
manastır hastane geçmişinin izleri, hantal görünüşlü güzelim eşyaya sinmiş,
“abla”nın en beğendiği mekânlar arasındaki otel, kahvaltı ardından keşfe
çıkılır; diğer katları, botanik bahçesi yoğunluğundaki orta avlusu, birbirine
açılan, hatta bir yerde alçacık bir dehlize dönüşen koridorlarıyla, tepede çan
kulesiyle Posada del Hermano Pedro Hotel çok özel.
Yürüyerek yapılan Antigua turunda alınan not: “16. yy.da İspanyolların kurduğu kolonyal kent,
depremde kayarak yer değiştirmiş. İzi bazı binalarda görülebilir. Agua, Fuego ve Acatenango Volkanlarıyla çevrili. Giriş kemeriyle ayrılan yönetici
sınıfın oturduğu alanda şimdi oteller ve restoranlar var. Halkı kendisine Ladino, İspanyollara Mestizo diyor. Kentin bir de
üniversitesi bulunmakta. Erkeklerin
Sarayı, şimdilerde turizm ofisi… Dükkânlar 10:00-11:00’de açılır.”
Yapımı süren görkemli kilise
gezilir; bulutlu, güneşin ara sıra göründüğü serin sabahta, parkın ortasındaki
çeşmenin fıskiyesiyle ve sirenlerin süngerle ovulduğu temizlik harekâtı grupça izlenir.
Sabahın bu erken saatinde bile parkta, “henmeyk!”
diyerek dolanan, arkasını gösterdikleri işlemeleri satmaya çalışırken,
sırtlarına göğüsten çapraz bağlı şalın içinden ara sıra incecik mızıldanan bebe
sesleri gelen çocuk kadınlar arasında, bir temizlik görevlisi de sakince palmiye
yaprağı süpürgesiyle ortalığı süpürmekte.
Bir gece önce grup havaalanına
giderken yola çıkan araçla buluşup binilir. Anlaşılan araç, dün gece
Antigua’ya, rötar yüzünden gruptan, topu topu bir saat sonra varmış.
“Abla”ya Cusco’yu hatırlatan
özel güzelliğiyle Antigua ile geride kalanlar: Yağış tahliyesi için ortaya
meyilli taş caddelerde, -neredeyse
taksilerin yerini almış- vızır vızır rengârenk Tuk tuk’lar, çiçeklerle
süslü tertemiz kapısındaki otomatta çiklet bile satılan tuvalet, yıkık kilise
bahçesinde yortularda kullanılan, aralarında birkaç da çarmıhta İsa bulunan insan
boyunda maketler… “Kaçak elektrik
kullanımı yaygın o yüzden elektrik sayaçları yukarılarda.” Komünyonu için süslenmiş
kabarık mavi tuvaletli tombalak genç kız, çevresinde dolanan fotoğrafçıya güler
yüzle pozlar vermekte.
“Chichicastenango’ya
gidiyoruz. Yolumuz 100 km, 2,5 saat sürecek, 1500 rakımdan 2200’e çıkacağız.” Yol boyunca rastlanılan,
rengârenk boyalı, süslü –“abla”ya kalırsa
yabancıların yakıştırmasıyla Chickenbus denen- otobüsler, köylüleri pazara
taşımakta, sarhoş şoförleri arada yarışmakta; sıkışan trafikte hindistancevizi,
muz satıcıları…
“1820
bağımsızlık sonrası yerli hakları savunulmadı. 1992 Nobel Barış Ödülü sahibi Rigoberta Menchu, 1996 Barış Antlaşması
sonrası yerli dillerini canlandırmak, devlet kademelerinde yer almak için
mücadele etmiş; “Biz geçmişin mitleri,
ormanların kalıntısı değiliz, ırkçılığın kurbanı olmak değil, saygı görmek
istiyoruz demiş ödül töreninde.”
“Sağlık
hizmetleri Meksika’nın çok gerisinde; gönüllüler ve sivil toplum örgütleri
tarafından yürütülüyor. Memurların sigortası var, %2 de zengin. Ülkeye
antibiyotik sokmak yasak… Bölgede küçük yaşta kadın ticareti yoğun…”
Uraz’ın çevirmeye zor yetiştiği
Patricia şakımakta; “Mülk edinme; gidip
bu toprak benim diyorsun, beş yılda başka hak talep eden olmadığı sürece, sadece
arsa vergisi ödüyorsun. Kimse evini arazi üzerinde ve bitmiş göstermiyor, yapı
bitmedikçe vergi ödemediği için evler hep inşa halinde. Bu durum tüm Latin
Amerika’da böyle: Çocuklar için evi büyütmeye niyeti var…”
Giderek yükselen rotada, mola
yeri serin; içeride ılık mangal ve ortada yanmakta koca bir soba, girişte
kürklü giysiler, botlar satışta. Atitlan Gölü çevresini saran volkanların
uzaktan görüldüğü bol virajlı çift şerit yoldan tırmanılmaktayken rastlanılan
bir meyve kontrol noktasında, mola yerinden alınan çilekler yüzünden ufak çaplı
bir panik yaşanır; gerek yoktur, aramaya gerek görülmez, zaten çilek de liste
dışıdır. Bir hız kesici yol tabelasında tümsek ikonu altında “Tumuloso” -tümülüs?- yazmakta; Tuk tuk’lar bu
yükseklikte / serinde artık iyice kapalı. “Bitki
örtüsü tanıdık, çam, gürgen, akçaağaç, mürver…”
Çoğu yürüyerek geldiğinden yol
giderek insanlarla, otobüslerle kalabalıklaşmakta, “Yörede pek çok pazar kuruluyor, bu en zengini… Tarihi ilginç, en büyük
Maya topluluğu Kiçe’lerin kutsal
kitabı, yaradılışı anlatan Popol Vuh‘u
İspanyolların kıyımından saklamışlar.”
Chichicastenango’da, öğle yemeği için girilen San
Tomas Chichicastenango adlı, papağanı bol zengin bahçeyi çevreleyen geniş
odalarda yetmiş iki buçuk milletin yemek yediği hoş mekânda, kendilerine açık
büfe ve tuvalet için birer kupon verilen katılımcılar, fotoğraf faslını
müteakip işlemeli, dokuma kısa şortlu ilginç yerel giysili garsonların servis
yaptığı masalara dağılır. Tek tek tanıtılan açık büfe yemekler gibi, bir kaçını
denedikleri tatlılar çok lezzetlidir.
Pazarın curcunasına dâhil
olmadan önce girilen Aziz Tomas Kilisesi,
eski bir piramidin üzerine kurulduğu için çiçek kovalarıyla dolu basamaklar
binadan, ilk görünüşte ayırt edilebilecek kadar farklı.
Kadınların ikişer üçer çocukla
öbeklendiği, üretim, satış dâhil normal yaşamı barındıran avludan geçilerek
gidilen kilise, oturma sıralarıyla, azizlerin camekânlarıyla diğer kiliselerden
farklı değil; bir kadın geri geri dua edip selam vererek çıkarken, bir diğeri
dizleri üzerinde yavaş yavaş sunağa yaklaşır. Sunak önünde üçüncüsü ise
derdini, biriyle dertleşir gibi içtenlikle ağlayarak “köylerinin koruyucusu” Aziz
Tomas’a anlatmakta.
Bilenin hangi köyden geldiğini
anladığı, yerel giysiler içindeki kadınların renk cümbüşü tezgâhlarında dokuma,
işleme başta, ahşap, toprak her türlü malzemeden üretilmiş her şey var. “Abla”
bu zenginlikten, kendisi için özgün renklerde birkaç minik çile parlak pamuklu ip
ile torunu için de hamaklar arasında görüp bayıldığı bir salıncak alır (100 Quetzal).
Pazarda dolaşır, ortak
arkadaşları için bir şeyler bakarken girdikleri dükkânda satıcı kadın, bir
kenara yığdıkları çantaları için kaygı duyduklarını anladığı “abla” grubuna, beden
dili ve gayet etkili mimiklerle, duvardaki Meryem tasvirini göstererek güvence
verir.
15:30 civarı pazar hızla
toplanır, köylüler koskoca bohçalarıyla sağa sola çarparak, süslü otobüslerin
bulunduğu garaja seğirtirler. Üçer beşer, buluşma noktası, –papağanların mesaisi çoktan sona ermiş, sakinlemiş- lokantaya dönenler,
grubun tamamlanmasıyla 16:15’te yola çıkar: “Tolola
Köyü’nden geçiyoruz, onların pazarı da Cuma günüymüş…”
Üç volkanı ile açıkça göz önüne
serilen, “125 metrekare genişlik, 320 m
derinliğindeki Atitlan Gölü,
beraberindeki üç volkanla birlikte yükselince denizle bağı kopuyor. Çevresinde
on iki havarinin isimlerini taşıyan Kekçi köyleri varmış.”
Fotoğraf molası verilen taraça
kıyısında bir tabelada yazılı, teki aktif üç volkanın isimleri, arka arkaya Atitlan ve Toliman ile biraz daha sağda San
Pedro.
Mola sonrası yumuşak eğimle
inilerek varılan turistik kasaba, -Nahuatl
dilinde su kıyısında olan anlamına- Panajachel:
Eşyalarını odalarına bırakan grup dağlarla çevrili güzelim göl kıyısındaki
taraçaya koşar ama günbatımına yetişemez.
Akşamüzeri ve yemek sonrası, 1970-80’lerde
burayı üs tutmuş hippi kalabalığından arta kalana eklenmiş turistlerle
birlikte, kasabanın en önemli caddesi Santander
üzerinde gezinir, küçük bir dükkândan, yılıyla birlikte doğum günlerinin
işaretini taşıyan birer yeşim taşı kolye alırlar.
Odada hoş bir sürpriz; plastik
çöp kovası üzerindeki etikette, Üçsan Plastik, Made in Turkey
yazmakta!
Kuzey Ege’deki evinden sert
Poyraza alışık “abla” dışındakilerin kolaylıkla uyuyamadığı, gece boyu çatıyı
takırdatan fırtına, ertesi günün programını alt üst edecek güçtedir.
Agua,
Fuego, Acatenango Volkanları görselleri:
Rigoberta
Menchu:
Panajachel
görselleri:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder