23 Aralık 2007 Pazar, kahvaltıda canlı müzik yapılan iki yerden biri; biri keman diğeri piyano çalan iki zenci, ekmeklerden meyve sularına, peynirlerden omlet kuyruğuna koşuşturan turist grupları için değil, tüm Kübalılar gibi sadece kendileri için müzik yapıyor, harika bir müzik!
Devrim tarihindeki en önemli şehirlerden olan Santiago de Cuba, Küba’nın ikinci büyük şehri. Önemi Fidel’in burayı merkez üssü seçmesinden. Zamanımızda Komünist Parti’nin en güçlü olduğu bu şehir, devrimden önce ilk radyonun kurulduğu, devrimin ilk yıllarında ise okuma yazma kurslarının açıldığı bölgede... Şehir turunun ilk ayağında, Plaza de la Revalucion’un ortasında, zenci olduğu için 1. Bağımsızlık Savaşı’nda dışlanmış Antonio Maceo’nun heykeli var. Aralarında Cespedes’in mezarının, Compay Segundo’nun geçici mezarının da bulunduğu anıt mezarlıkta Küba’nın ilk devlet başkanı Tomas Estrada Palma’nın mezarı başında, Amerika’ya hizmet eden kukla bir başkanın bunca saygıyı hakedip etmediği tartışmasına, o tarihte bağımsızlık savaşları yaşanmamıştı, o bizim ilk devlet başkanımız, saygıyı hakeder diyen Alberto nokta kor. Chavez’in taze çelengiyle süslü Jose Marti anıtı ziyareti ardından yarım saatte bir tekrarlanan çan tınılarıyla renkli nöbet değişim töreni izlenir.
Diplomatik bir engelden ötürü, Fidel’in 26 Temmuz 1953’te baskın düzenleyip yakalandığı Moncada Kışlası’na girmek mümkün olmaz, dışarıdan binanın cephesindeki kurşun izlerinin fotoğrafları çekilir. Rehber Karınca Reyhan, bir güzellik yapıp artan zamana/programa; korsan saldırılarını engelleme amacıyla yapılan, 19. yy’da siyasi suçluların da barındırıldığı bir hapisane olarak kullanılan, mahkûmlardan Emilio Bacardi’nin desteğiyle sonradan müzeye dönüştürülen, denizden 70 mt. yüksekteki Morro Kalesi’ni koyar. Kalenin, Santiago de Cuba’nın diğer ucunda olduğu derin körfezi gören muhteşem manzaralı taraçalarından birinde, bir iguana, fotoğraf çekenlere modellik eder.
Öğle yemeği, tekne ile ulaşılan ve Che ile Fidel’in Küba’ya çıktığı yerin adını taşıyan Cayo Granma’da yenir: Soslu, sebzeli kalamar, muz püresi, bira, dondurma, kahve... Ardından Fidel’in ilkokulunun olduğu Dolores Meydanı, beyzbol maçı yayını yapılan Marte Meydanı, karşısında nadir şehir içi otellerden biri, Meçhul Asker Anıtı. Cespedes Meydanı’nda Hotel Casa Granda’nın taraçasında fotoğraf ve mojito molası ardından grup serbest zamanda sokak aralarına dağılır, “abla”nın gözlemleri: Bir kaç gün önce Okmeydanı’ndan Mecidiyeköy’e yürüyüp, varana dek üçü kadın onyedi kişinin elinde sigara görmüşlüğü vardır, üşenmeyip saydığı... Küba’da gençlerin elinde sigara yok! Öteki ellerinde cep telefonu yok! Reklam panoları yok! Sağda solda hışırtılı boş aburcubur ambalajları yok! Trafik sıkışıklığı yok! Okuma yazma bilmeyen yok! Nüfus patlaması yok! Hırs yok! Açgözlülük yok! Rekabet yok! Yarın korkusu yok! Hastalanırsam ne yaparım, korkusu yok! Okul harçları, okula bağış yok! Yaş ortalaması erkeklerde 73, kadınlarda 78 yıl, erkenden ölmek yok! Stres yok! Cam olmayan evlerde pancurlar, oya gibi ferforjeler, sundurmada mutlaka sallanır koltuk, bir iki orta boy güzel köpek, bahçelerde rengarenk begonviller, tropik çiçek ağaçları, aile başına 1.7 çocuk ile doğum kontrolü, sokakta karşılaşıldığında sıkı sıkı sarılma, yüz dolusu gülümseme, dilini bilse de bilmese de içtenlikle patır kütür konuşma, her daim müzik, cha cha, mambo, rumba, salsa var!
Grup Havana’ya dönmek üzere eski, ağır, hantal görünüşlü bir Rus uçağı ile hiç farkedilmeden havalanır ve aynı yumuşaklıkla Jose Marti Havaalanı’na konar, öyle ki “abla”, uçağın organik olduğunu, pilotsuz uçtuğunu ve yolu zaten bildiğini düşünür!
29 Ekim 2008 Çarşamba
Devrim tarihindeki en önemli şehirlerden olan Santiago de Cuba, Küba’nın ikinci büyük şehri.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder