29 Ekim 2008 Çarşamba

Dişsiz çenesi burnuna yapışmış yaşlı bir kadın, akranı, zıpkın duruşlu bir adamla sokakta dansediyor.

20 Aralık 2007 Perşembe sabahı Kurban Bayramının ilk günüdür, kahvaltı sırasında kutlamalar yapılır. Trinidad'ta şehir turu, ferforjelerle süslü evlerle çevrili Bremen tarzı zeminiyle Plaza del Mayo’da başlar, taraçasından dağlardan denize geniş bir panoramanın güzel fotoğraflarının çekildiği şeker zengini Cantero Sarayı ile sürer. Küba flora/fauna araştırmacısı Alexander von Humboldt’un evi önünden ve elyapımı ürünlerin satıldığı tezgâhlar arasından geçilerek Che’nin Romeo-Julietta, Fidel’in Cohiba marka içtiği bilgisi eşliğinde puro alışverişine gidilir. African Küba müziği dinlemek üzere girilen barda Afrika dansları eşliğinde soda, limon suyu, rom ve balla yapılan chanchanchara ikram edilir. Bir ara grubun kulağına tanıdık iyi ki doğduuunn!... melodisi çarpar, müzisyenlerden birinin doğum günü kafasına bir bardak su dökülerek kutlanır!

Öğle yemeği, evini yemek vermek için açan bir Küba evinde, paladarda yenir, yemek sırasında canlı müzik yapılmayan çok nadir yerlerden biri de burasıdır; kocaman bir Atatürk çiçeğinin de bulunduğu zengin bahçeye bakan sundurma altındaki masaya konan bardaklar yanıbaşındaki büfeden alınır. İstakoz, sarımsak soslu, yuca denen bir çeşit kökle sunulur, lezzetlidir, misafir gibi ağırlanırlar. Birkaç odasının pansiyon olarak verildiği kapısında özel bir işaretle belirtildiği bu evde kalmanın çok keyifli olabileceğini düşünür “abla”...

İspanyolların kurduğu dört şehirden biri olan Trinidad’ın kuruluşunu simgeleyen akasya familyasından Jigue ağacı fotoğraflanır. 5 gönüllünün, sabotaj/suikast planlarını deşifre etmek üzere, istihbarat niyetiyle gittikleri Amerika’da yakalanıp hapsedilişlerinin öyküsü dinlenirken Santa Clara'ya doğru Devrimin İzini, klimalı arabada, sürmeye devam ederler...

Küba'nın ikinci yüksek dağ sırası, Che’nin saklandığı Sierra del Escambray’da, dev bir botanik parkta yolculuk eder gibi yol alırken arada kahve tarımı yapılan bahçelere, normal görünümlü bir ağaç üzerinde photoshop marifeti gibi görünen koca turuncu çiçeklere hayranlıkla bakan “abla”nın keyfine diyecek yoktur...

Akşamüzeri varılan Santa Clara’da ilk durak Che’nin anıt mezarıdır, araba, bir kumandandan çok ayrı düşülmüş bir sevgiliye yakılmışcasına hüzünlü Comandante Che Guevaaaara... melodisinin son notalarıyla durur. Küçük grup önce, güzel insan Che Guevara’nın fotoğraflarının, eşyalarının sergilendiği müzeyi, sonra da 31’inin kemikleri bulunan 39 arkadaşıyla gömülü olduğu, minik bir ateşin yandığı sade, modern mezarını ziyaret ederler. Çıkışta, görkemli anıtın altında fotoğraf çekimi aralığında grup rehberi Reyhan, sütunlardan biri üzerindeki Che’nin Fidel’e yazdığı, imzalı, tarihsiz son mektubunun çevirisini okur. Gayriresmi tarihe göre Che’nin yerini CIA’ye Fidel’in kardeşi Raul ihbar etmiş. İkinci durak, Che’nin 18 kişiyle 400 kişilik Batista gücünü altedip mühimmata el koydukları tren baskının yapıldığı açıkhava müzesine çevrilmiş yerdir.

Gecelemek üzere, adanın, her yeni gelen tarafından kıyıma uğratılmış, sonuçta da güneyde birkaç aileye inmiş yerli halkından Taino’ların eskiden barındıkları bölgede, onların yerleşimine göre düzenlenmiş, tropik bitkilerle kaplı geniş bahçedeki bungalovlara yerleşilir. Girişte gelenleri klasik tarzda selamlayan bir yerli panosu, az ötede bir çanakta bir şey ezen bağdaş kurmuş bir başka yerli kadın figürü ve bina yüzlerinde ağaçlarla yapılan hoş süslemeler dışında Taino’lardan tek iz kalmamış...

Yemek sonrası Santa Clara’ya inen ekip La Marquesina’da müzik dinleyip mojito içerken saksılarla sokaktan ayrılmış camsız pencereden görünen manzara: Dişi olmayan çenesi burnuna yapışmış yaşlı bir kadın, kendisiyle akran, şapkalı, zıpkın duruşlu bir adamla kadının çantası adamın omzunda asılı La Marquesina’dan taşan müzik eşliğinde sokakta dansediyor... Müthiş bir uyum ve güzellikle! İşte Küba bu! der “abla”, bundan ibaret!

Hiç yorum yok: